Cannes’a Bong Joon-Ho heyecan getirdi

Güncelleme Tarihi:

Cannes’a Bong Joon-Ho heyecan getirdi
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 24, 2019 15:00

Kerem Akça, 14-25 Mayıs arasında düzenlenen 72. Cannes Film Festivali’nde yarışan “Parasite”, “Portrait of a Lady on Fire” ve “Frankie”yi değerlendirdi.

Haberin Devamı

‘PARASITE’: SALGIN DAMARLI TEKNOLOJİK BİR KARA KOMEDİ
Kore Yeni Dalgası’nın en önemli yönetmenlerinden Bong Joon-Ho tür sinemasıyla haşır neşir bir isimdir. Burada ise adeta bir teknolojik aile kara komedisine imza atmış. “Parasite”de salgınla başlayan süreçte sürekli arka planda veya ekranlarda devreye sokulan ‘dördüncü duvar’ın bize hissettirilmesine tanıklık ediyoruz. Bu durum da ister istemez enerjisini boşa harcamayan, “Vavien” (2009) ve “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi” (2011) ile kardeş bir film doğuruyor. Hedef ise zengin sınıfı ile fakir sınıf arasındaki çatışmayı teknolojik hale getirmek.
“Parasite”, adeta olanın altında olup biteni inceleme peşinde. Kore’nin emlak ve ekonomi krizinin yol açtığı ‘mahremiyet’ problemini ‘korku’, ‘salgın’, ‘felaket’, ,’sanal gerçeklik’ motifleriyle füzyon bir yapıya transfer ediyor. Yönetmenin “Ana”sıyla (“Madeo”, 2009) akraba bir yaklaşıma kayıyor. Az kan, bol mizah, ama hiçbir aksesuarın veya kurgu kesmesinin boş durmadığı, ailenin kurumunun adeta bir ‘cam küre’ niyetine konumlandığını gözlemliyoruz.
Her şeyin paraziti harekete geçtiğinde ise etkileyici anlarla yüzleşiyoruz. Bong Joon-Ho Güney Kore sinemasında kendine özgü yerini garantilemeyi sürdürüyor. Burada onu kanıtlarken aile kurumunu topa tutuyor. Deli işi bir kara komediye imza atma şansına kavuşurken özel hayat-mahrem hayat arasındaki dengesizlikte ‘çılgınlık’ garantisi veriyor.
“Cinayet Günlükleri”ndeki (“Salinui Chueok”, 2003) israf yapan mizahla yüzleşmeden iş bitiren tazelik ve enerji katıyor hikayesine.
Bir ailenin deliliğini veya yozlaşmışlığını adeta Ozu’nun android kuşağından temsilcisi olarak ameliyata sokuyor. Bu açıdan da kalıcı kareler, anlar ve sahneler bırakıyor geriye. “Parasite”, yönetmenin kariyerinde her zaman özel bir yerde anılacaktır. Festivalde son düzlüğe girilirken
Cannes ana yarışmasının en iyisi olma unvanını eline geçirerek zayıf filmler arasında nefes almamızı sağladı.
‘PORTRAIT OF A LADY ON FIRE’: ‘PORTRAIT OF JENNIE’NİN LGBTİ+
SOYUNDAN ARDILI

Cannes’a Bong Joon-Ho heyecan getirdi

“Nilüferler” (“Naissance Des Pieuvres”, 2007), “Tomboy” (2011), “Kızlar Çetesi” (“Bande de Filles”, 2014) derken Fransız sinemasının LGBT+ kimliğini son 10 yılda en iyi yansıtan yönetmen denebilir. Céline Sciamma, gerçekçilikten plastikliğe doğru ilerleyen kariyer ivmesiyle de dikkat çekici bir auteur kumaşına sahiptir. “Portrait of a Lady on Fire”da (“Portrait De La Jeune Fille En Feu”) yaptığı resmin içindeki kızla aşk yaşayan bir karakterin izini sürüyor.

Haberin Devamı

Noémie Merlant-Adele Haenel ikilisinin Luana Bajrami ve tecrübe kontenjanından Valeria Golino destekli bir feminist haykırışı devreye soktukları söylenebilir. Bu bağlamda da filmin amacı ortaya çıkıyor. 18. yüzyılın “3 Kadın”ı (“3 Women”, 1977) gibi gözükse de devreye
giren ateş motifiyle birlikte de o kadar soyut takılmıyor.
Claire Mathon’un görüntü yönetimi gerçekçiliğe ufak stilize ışıklarla destek veriyor. Jane Campion’a yakın bir dil çabasını ortaya koyuyor. Açıkçası filmin 120 dakikaya uzaması ‘ritim’ problemi doğurmuş. İlk 75 dakika boyunca temposuz bir şekilde birbirinden sürpriz çıkarmaya çalışan bir ikili izliyoruz. Ama arka plandaki sonuçları da az çok tahmin edebiliyoruz. 75.-120. dakikalar arası ise ‘hayal kadın’ kavramı mantıklı hale geliyor. Sciamma, kesinlikle önemli bir yönetmen. Burada da 1948 tarihli kendi resmini yaptığı kadına aşık olan bir adamın gözünden akarak ‘fantastik aşk filmi’ klasiğine dönüşen “Hayal Kadın”ın (“Portrait of Jennie”) modelini kullanıyor. Orada Leonardo Bercovici’nin romanı
perdede kalıcı ve devrimci bir temsil bulmuştu. Jennifer Jones-Joseph Cotten ikilisi bu melez
türün tarihine iddialı bir miras bırakmıştı.
Halen onun yolunu izleyenler var. “Portrait of a Lady on Fire”da sade renkler ile mesafeli gerçeküstücü sahneler arasında gidip gelen bir yapı var. Sciamma hiçbir şeyi abartmadan aslında ‘hayran bırakan’ın peşine düşüyor. “Hayal Kadın”ın LGBTİ+ soyundan ardılı ya da kardeşi bu şekilde canlanıyor. Film, sonuçta Jane Campion usulü, etkili anları var, yönetmeninin dokunuşunu taşıyor, ama çok uzun olmasıyla Sciamma’nın en iyisine dönüşmüyor.
‘FRANKIE’: HUPPERT VE POÇAS BİLE BOŞ YÜRÜYÜŞLERDEN
KURTARAMAMIŞ

Cannes’a Bong Joon-Ho heyecan getirdi

2005’te “Forty Shades of Blue” ile Sundance’den Büyük Ödül alarak tanınmıştı Ira Sachs. Ama sonrasında memuriyet yaparak LGBTİ+ aşklarını ‘dokunaklı’ durmanın ötesine taşıyamayan filmler üretti. Bu durum da onun sinemasal açıdan zayıf anlarla bezeli bir kariyere kaymasını sağladı.
Bu kez “Frankie”de net olarak Linklater özentisi bir filmde Huppert’in entelektüel bilincinden yararlanıyor yönetmen. Ama turist gibi gelmiş duran Tomei, Kinnear ve Gleeson bir tarafa, Portekiz’in bir tatil beldesine ziyaret amacı koyan bir yapıt izliyoruz. Film ister istemez ‘yaz
filmi’ olarak da bir yerlerde arşivleri karıştırınca karşımıza çıkabilir. Ama esas olan buradan da bir şeyler çıkaramaması.
Lucrecia Martel filmlerinden de bilinen görüntü yönetmeni Rui Poças ile entelektüel Isabelle Huppert’in katkısına, yardımına karşın toparlanıp, kendi yolunu, ritmini bulamayan bir yapıt izlediğimiz. Ira Sachs’ın aslında ana sorunu çok geç yaşta tanındığı için kariyerini kontrol etme şansı kalmış. “Frankie” de boş yürüyüşlerden ve derin odaktan ibaret hale gelip, ‘modern sinema’dan soğutuyor.

Haberin Devamı

Cannes’a Bong Joon-Ho heyecan getirdi

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!