Ece Temelkuran: 'Bu ülkeyi seviyor musunuz' sorusunu duyunca içimden ağlamak geliyor

Güncelleme Tarihi:

Ece Temelkuran: Bu ülkeyi seviyor musunuz sorusunu duyunca içimden ağlamak geliyor
Oluşturulma Tarihi: Şubat 04, 2015 01:39

‘Devir’, Ece Temelkuran’ın yeni romanının adı. Hem 12 Eylül’ün ayak seslerinin duyulduğu bir devri anlatıyor hem de o günden bugüne devredilen ruh hallerini... Kahramanlar iki çocuk, Ayşe ve Ali. Masum ve zeki, tecrübesiz ve vicdanlılar. Parktaki kuğuların ülkelerindeki özgürlüğün anahtarı olduğunu düşünecek kadar saf, bu uğurda değme yetişkinin göze alamayacaklarını yapacak kadar cesurlar. Henüz eksilmemişler. ‘Devir’, bugün oyuncusu olduğumuz filmin açılış sahnelerini veriyor bize. Neyi, nerede kaybettiğimizi hatırlatıyor.

Haberin Devamı

Romanın asıl kahramanları, Ayşe ile Ali, başkalarının sırlarıyla yaşamak zorunda kalan çocuklar. Sırlar bir çocuğa ne yapar?
Onları anneleriyle babalarının ebeveyni yapar. Çocuklar genellikle sırlarla büyümek zorunda kalırlar. O yüzden bizimki gibi zor ülkelerde hep ihtiyar çocuklar büyüyor.

Ayşe de Ali de masumiyetin simgeleri. Sizin için 12 Eylül her şeyden çok masumiyet ihlali mi?
Evet. Masumiyetin ve güzelliğin katledilmesi. Ama en çok zarafetin. Bugün yaşadığımız bu sonsuz kabalığın o günlerle bir ilgisi var. Bence şu anda izlediğimiz filmin bizim kuşak için ilk sahnesi 12 Eylül’dü.

Karakterlerden biri diyor ki, “Bu devir geçmeyecek. Geçince biz de geçmiş olacağız”. Haklı mı çıktı sizce?
Evet. Ben şuna hâlâ inanıyorum: O zamanlar insanlar da ilişkiler de daha iyiydi. İnsanlar birbirlerine de geleceğe de daha çok inanıyordu. Her ne kadar 80 öncesi herkes birbirini gırtlaklasa da o delilik içinde bir umut vardı. Şimdi ise herkes bıkkın ve köşesine çekildi. O insanların devri geçti.

Haberin Devamı

BUGÜNKÜ TÜRKİYE YANLIŞ HATIRLAMA ÜZERİNE KURULU

Ece Temelkuran: Bu ülkeyi seviyor musunuz sorusunu duyunca içimden ağlamak geliyor

O yıllar mı daha iyiydi, yoksa hatırlarken mi iyi hatırlıyoruz? Pavese der ya, “Çocuk olmanın güzel tarafı yoktur. Güzel olan, çocuk olduğunu hatırlamaktır” diye...
Çocukluk ve hatırlamak üzerine herhalde bir yıl düşündüm. Çocuğun dilini ve şiirini bulmak istedim. Çocukken hissettiğimizi hatırlamak ve anlatmak mümkün mü, böyle bir çabaya giriştim. Gerçekten hatırlamak için o dönemin sözcüklerini hatırlamak gerekir. O nedenle de sıkıyönetim tarafından yasaklanan sözcükler romanda çok yer tutuyor. O sözcükler bizden alındığı ve yerine zamanla yenileri yerleştiği için, o dönemi tam anlamıyla hatırlamamız mümkün değil. Hatırlamak çok tehlikeli bir oyun. Güzelleştirebilirsiniz de çirkinleştirebilirsiniz de... İşin kötüsü bugünkü hikâyenizi o yanlış hatırlama üzerine kurabilirsiniz. Ben bugünkü Türkiye’nin yanlış hatırlama üzerine kurulduğunu düşünüyorum. Şunu bize iyice bellettiler: “Kardeş kardeşi vuruyordu”. Öyle değildi. Artık herkes eksik anlatıyor.

Haberin Devamı

Bu romanın işaret fişeği neydi?
İlk önce aklımda 8 yaşında bir kız çocuğu vardı. Koşan bir çocuk. Kim? Nereye koşuyor? Bilmiyorum. Kitaplar bana hep bir görüntüyle gelir. Sonra niye 8 yaşında olduğunu anladım, 12 Eylül ben 8yaşındayken oldu. Ülkemize de ailemize de bana da bir şey yaptı. Ben 12 Eylül’ün modern dünyanın en başarılı siyasal projesi olduğunu düşünüyorum. Gerçekten unutturdu. Kendisinin var olduğunu bile unutturdu. Ne istedilerse oldu.

İNSANA İNANMAKTA ÇOK GÜÇLÜK ÇEKTİĞİM ZAMANLARDAYIM

Ece Temelkuran: Bu ülkeyi seviyor musunuz sorusunu duyunca içimden ağlamak geliyor

Kenan Evren’in devrimcilere yönelik bir sözü var, “Öyle bir nesil yaratacağız ki kim olduğunuzu hatırlamayacaklar” diyor. Bu sözün intikamı mı bu roman?
Kısmen evet. Aslında benim intikam almama gerek yok, zaman alıyor. İstediğiniz kadar unutturun, zaman her şeyi geri döndürüp hatırlatıyor. TRT’de ilk yasaklanan sözcüklerden biri ‘direnmek’. Ve bugün eğer Gezi Parkı için direnmek sözcüğünü kullanamazsanız dayağı yersiniz. İlk unutulmasını istedikleri sözcük geri geldi. İnsana inanmakta çok güçlük çektiğim zamanlardayım ben. Ama insana inanmaktan başka çare olmadığını böyle örneklerle anlıyorum.

Haberin Devamı

Bir başka karakter de “Kendini koruyanlarla kendini ateşe atanlar aynı hızda yaşlanmıyor” diyor. Herkesten kahraman olmasını, kendini ateşe atmasını beklemek adilane mi?
Bilmiyorum. Ben bu insanları gerçekten konuşturdum, bunlar benim fikirlerim değil. Kendini ateşe atmış bir insan kendini koruyan birine bunu der. Bu kitapta sorduğum soruların cevaplarını kendi içimde verdim. Ama kitapta ne kadar verdim emin değilim. Doğrusu, yanlışı ne? Eskiden biliyordum, şimdi bilmiyorum. Bana da daha önceki dönemde “Kahramanımsın” diyenler oldu. Onlara “Ben kahraman olmak istemiyorum” diyordum. Normal bir hayatta kimsenin kahraman olması gerekmez zaten. Eğer birileri kahramansa, berbat bir hayatın içindeyiz demektir. Birinin kendini kurban etmesini bekliyoruz demektir. Ben artık ölüleri alkışlamak istemiyorum. Çocuklarla öldüklerinde tanışmak istemiyorum.

Haberin Devamı

Bu romanı kimlerin okumasını istersiniz?
O dönemi bir yetişkin olarak yaşayanların okuyup “Boşuna değilmiş be” demelerini isterim. Yeni politize olmuş insanların da okumasını ve “Yalnız değilmişiz, ilk kez biz yapmamışız” demesini isterim. Aslında bu politik bir roman değil, olay 1980’de geçtiği için politik gözüyor. Herkesin okuduğunda “Çocukken bana da tıpkı böyle olmuştu, böyle hissediyordum” demelerini çok isterim. Bir çocuğun diline yüzde yüz varmak, zamanı geri döndürmek kadar imkânsız. Ama edebiyat ikna etmek üzerine kurulu. İnsanların romanı okurken kendi çocukluklarıyla konuşur gibi hissetmelerini diliyorum.

BU ÜLKE EN ÇOK ONU SEVEN ÇOCUKLARINI DÖVER

Haberin Devamı

Ece Temelkuran: Bu ülkeyi seviyor musunuz sorusunu duyunca içimden ağlamak geliyor

Roman boyunca çocuklar Kuğulu Park’taki kuğuların kanatlarını korumanın peşindeler. Siz de bir söyleşinizde “Ankara, kanadımın kırıldığı yer” demişsiniz. Bu nedenle mi bu romanın coğrafyası Ankara?
Evet, kanadımın orada kırıldığını düşünüyorum. Şimdi kanadımı yeniden takıyorum ki uçabileyim. Çünkü bana da uçabildiğimi unutturdular.

Bu romanda tamirat mı var?
Tabii. Hem kendi ülke algımın tamiratı var -ki hepimizin buna çok ihtiyacı olduğunu düşünüyorum- hem de kendime dair algımın tamiratı var. Biraz da sevmek denen fiilin tamiratı var. Bütün hesaplaşmalardan sonra sevmeye devam edebilmek. Ülkeyi, korkmuş insanları, kendimi...

Bu ülkeyi seviyor musunuz?
Bu soruyu duyunca içimden ağlamak geliyor. Bu duygunun adı var mı bilmiyorum. Çok dayak yemişsin ama sevmeye devam ediyorsun. Bunun bir açıklaması, bir adı var mı? Bütün kitaplarda esas meselem bu: Bir ülke nedir, niye severiz? Bu kadar ağırsa bu sevgi, neden hâlâ var? Bu, sevgi mi yoksa ruhuna mühürlenmiş kurtulamadığın bir bilgi mi? Bu ülke en çok onu seven çocuklarını döver. Sadece şimdi değil. Daha önce de böyleydi.

GAZETELERDEKİ VİCDAN TEMİZLEME İSTASYONLARIYDIK

Uzun zamandır günlük gazeteye yazarken kısa süre önce uzaklaştınız. Bu frekans bitince size ne oldu?

Ece Temelkuran: Bu ülkeyi seviyor musunuz sorusunu duyunca içimden ağlamak geliyor
Çok dramatik bir biçimde ve benim dışımda bir nedenle bitti. Ama ben bitirmek istiyordum zaten. İnsanın aklına haftada üç kere iyi bir fikir gelemez çünkü. Biz, gazetelerdeki vicdan temizleme istasyonlarıydık. Tüketim nesnesi gibi hissediyordum kendimi. Şimdi bir adım geride durup bakabiliyorum ve oradan daha çok şey söyleyebiliyorum. Artık bana benzeyenler tarafından sevilmek istiyorum. Kaba olmayanlar tarafından... Gazetede yazınca o ortalamanın kabalığına çok açık oluyorsun çünkü... Sadece tavır almak için okuyan bir kitleye yazmak, lüzumundan fazla tavır ürettiriyor sana. “Bakalım Ece yeterince sinirlenmiş mi? İyi laf geçirebilmiş mi” diye okuyorlar. Kendini bir süre sonra bu duygu harmanında buluyorsun.

“Bugün olsa yazmazdım” dediğiniz yazılar var mı?
Var ama o yazılar o kadar beğenildi ki söylemek istemiyorum. Bunu da anlıyorum. Adam o kadar öfkeleniyor ve bunu aktaracak bir kanalı o kadar yok ki! Biri onun için bunu söylüyor ve “Oh” diyor.


Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!