Çöllerde ararım izlerini...

Güncelleme Tarihi:

Çöllerde ararım izlerini...
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 18, 2014 11:18

Uğur Vardan'dan haftanın film eleştirileri: 'Çöldeki İzler' ve 'Hayalet'

Haberin Devamı

Çöllerde ararım izlerini...

Çöllerde ararım izlerini...

Çöldeki İzler: Beş üzerinden 3.5 yıldız

1977’de genç bir kadının Avustralya’da yaptığı son derece zorlu bir fiziksel ve içsel yolculuğun öyküsünü anlatan ‘Çöldeki İzler’, özellikle görüntüleriyle ilgi çekici.

‘All Is Lost’ta Robert Redford’un canlandırdığı ‘Adamımız’ ya da ‘Gravity’de Sandra Bullock’un canlandırdığı Ryan Stone, ‘Cast Away’deki Tom Hanks’in canlandırdığı Chuck Noland kadar şanslı değildi... Çünkü FedEx çalışanı Noland’ın ıssız adada geçirdiği onca güne eşlik eden yakın bir dostu vardı: ‘Wilson’ adlı bir voleybol topu!.. Bu haftanın mönüsünde yer alan ‘Çöldeki İzler’in (‘Tracks’) gerçek hayattan alınmış ana karakteri Robyn Davidson’ına da yaklaşık altı ay süren zorlu serüveninde köpeği Diggity ve eğitilmiş dört deve eşlik ediyor... Yani genç kadın da bir anlamda ‘yârenlik’ bakımından Noland kadar şanslıymış diyebiliriz...

Haberin Devamı

Yönetmen olarak John Curran imzasını taşıyan ‘Çöldeki İzler’, 1977 yılının Nisan’ında Avustralya’nın batısındaki Alice Springs adlı kasabadan rotasını kuzeye doğru çeviren ve çöl üzerinden Hint Okyanusu’na varmayı hedefleyen bir kadının yolculuğunu anlatıyor. Davidson’ın aynı adlı kitabından Marion Nelson’ın uyarladığı filmde ön planda 1700 millik yolculuktan önemli kesitler perdeye yansıtılırken arka plana da hem dönemin ruhundan izler hem de bizi Robyn’in bilinçaltıyla buluşturan görüntüler düşüyor. Babasının gençliğinde Kuzey Afrika’da benzer türden yaptığı yolculuktan da ilham alan genç kadın bu serüvene, aslında biraz da kendisi olma yolunda bir deney olduğunu varsaydığı için atılıyor.

Robyn tam 195 gün süren zorlu maceraya atılmadan önce iki ayrı merkezde deve eğitimiyle uğraşıyor (ilkinde kandırılarak sekiz ay parasız çalışmak zorunda kalıyor, ikincisinde emeğinin karşılığını alıyor). Nihayetinde biri yavru toplam dört ‘hörgüçlü’ arkadaşıyla yollara düşüyor. İşin finansal kısmını da ‘National Geographic’ hallediyor. Dergi tek bir koşul öne sürüyor: Amerikalı fotoğrafçı Rick Smolan yolculuğun kimi önemli dönemeçlerini gelip belgeleyecektir... Ve fakat bu serüven giderek ülke çapında büyük bir üne kavuşuyor, yolculuğun medeniyete değdiği noktalarda halk ‘Develi Kadın’ (‘The Camel Lady’) adını taktıkları Robyn’i her gördükleri yerden fotoğraflıyorlar.

Haberin Devamı

Davidson’ın yârenliği sadece develer ve köpeğiyle olmuyor, yerli halkın ‘Kutsal’ saydığı yerlere uğrarken yanına bir anlamda mihmandarlık etmek için yaşlı Aborjin Eddy takılıyor. İngilizce bilmeyen Eddy, genç kadına kol kanat gererken vücut dilini kullanıyor ve filmin en güzel ‘durum komiği’ sahnelerine de imza atıyor.

Her ne kadar öykü feminizm, ırkçılık gibi dönem ve mekân problemlerine sosyolojik bakış atmaya çalışsa da bence bu cephelerde fazla derine inemiyor. Zaten filmi, bir kadının tek başına ayakta durma hikâyesinden alıkoyan senaryonun kendisi oluyor. Kimi ‘flashback’lerle Robyn’in geçmişine uzandığında öykü, genç kadının annesinin intiharının ona yüklediği ağır travmayı görüyoruz. O dönemki köpeğinin yaşlılıktan dolayı ölmesi de yalnızlığının boyutunu daha da artırıyor. Bu verilerle de film karşımıza bilinçli bir feministten zoraki bir yalnızlığın yarattığı psikolojiyle kendi iç sesini dinlemeyi seven bir kadını çıkarıyor. Ara not: Orasını tam olarak bilemem ama belki de feministlik böyle bir şeydir!..

Haberin Devamı

EDDY’YE DİKKAT!

Çöllerde ararım izlerini...

Geçmiş zamandan Nicolas Roeg’un ‘Walkabout’uyla yakın zamandan da Peter Weir’ın ‘The Way Back’iyle (ne mutlu ki bu film gibi ‘kömünizm nefretiyle donanmamış) atmosfer olarak bağlar kuran ‘Çöldeki İzler’, asıl kıvamını yolculuğun en zorlu merhalesi olan son bölümünde buluyor. Çünkü Robyn’in önceki aşamalarda uygarlık emaresi gösteren yerlere uğraması bir anlamda serüvenin kendine özgü ruhunu ve büyüsünü de bozuyor gibi geldi bana. Üstelik medya ve halk ilgisiyle birlikte, işin gizem tarafı da örselenmiş sanki. Ama yine de filmi güzelleştiren ve çekici kılan anlar çoğunlukta. Görüntü yönetmeni Mandy Walker’ın kadrajları da çok etkileyici... Yönetmenlik dokunuşu açısından da ‘Çöldeki İzler’in akrabalığı John Curran’ın eski işlerinden ‘Duvak’la (‘The Painted Veil’) daha sıkı...

Haberin Devamı

Oyunculuklara gelince... Özellikle Tim Burton’ın ‘Alice Harikalar Diyarında’sıyla tanınan Avustralyalı oyuncu Mia Wasikowska, ‘Robyn Davidson rolünde ‘harika’ oynamış. Bu bence genç oyuncunun şu ana kadar kariyerindeki en iyi performans. Hafiften Sissy Spacek’in gençliğini hatırlatan Wasikowska, canlandırdığı karakterin psikolojisini yansıtmada son derece başarılı. Ara bilgi: Kitap 80’lerde basılıp o dönem sinemaya uyarlanması söz konusu olduğunda Robyn Davidson rolü için Julia Roberts ve Nicole Kidman gibi isimler düşünülmüş. Keza başka bir kayda değer performans da Eddy rolündeki Roly Mintuma’dan gelmiş. Son dönemin dikkat çeken oyuncularından (‘Francis Ha’, ‘Sen Şarkılarını Söyle’) Adam Driver da Amerikalı fotoğrafçı Rick Smolan karakterinde karşımıza geliyor...

Haberin Devamı

Çöllerde ararım izlerini...

Çöllerde ararım izlerini...

Hayalet: Beş üzerinden 2.5 yıldız

‘Soğuk Savaş’ artık yerini bambaşka savaşlara bıraksa da arada bir sinema yoluyla o eski günler yâd ediliyor!.. ‘Hayalet’ (‘Phantom’) böylesi bir ‘hatırlatma’ filmi. ‘Yaşanmış olaylardan esinlenerek’ yazılmış bir senaryodan çekilen yapımda dönem itibariyle meselelerin Sovyetler Birliği-ABD ekseninde gerçekleşmesi beklense de öykünün ana derdi tek bir cepheye yoğunlaşıyor: K-129 tipi bir Sovyet denizaltısına... Öykü kısaca şöyle: Emeklilik öncesi apar topar son bir göreve atanan komutan Demi, denizaltının nükleer füzelerini ele geçirmek isteyen bir grup KGB ajanına karşı bir anlamda dünya barışını korumak için mücadele ediyor.

Malum, ‘Denizaltı’ demek klostrofobi demektir. İşin içine bir de askeri bir operasyon yüklerseniz aradığınız adrenalini kolayca sağlayabilirsiniz. Todd Robinson senaryosunu yazıp yönettiği ‘Hayalet’te tıpkı öykünün geçtiği ana mekân olarak denizaltının çıktığı yolculuğun doğasına benzer bir rota izliyor ve sakin sulardan derinlere açılıyor. Aslında kamera objektifini zaman zaman dışarıya çevirip torpido düelloları sunsa da öykü hareketli bir tiyatro oyunu tadında. ‘Hayalet’, ‘Denizaltı filmleri’ kulvarında yeni bir heyecan eklemiyor ama yine de belli bir ilgiyle izleniyor. Kaptan’ı Ed Harris’in, KGB ajanı Bruni’yi David Duchovny’nin, yardımcı kaptanı William Fichtner’in, hükümet temsilcisi Pavlov’u da Johnathon Schaech’ın canlandırdığı yapımın bence büyük bir handikabı var, o da şu: Öykü tamamen Sovyet vatandaşları arasında geçse de filmdeki bütün karakterler İngilizce konuşuyor ve Amerikan ‘vücut dili’ne göre hareket ediyor.

Çöllerde ararım izlerini...


Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!