İntihar edeceğimi zannettiler

Güncelleme Tarihi:

İntihar edeceğimi zannettiler
Oluşturulma Tarihi: Eylül 28, 2002 00:00

Bir gazete haberi deyip geçmeyin. O gün o haberi okuduğumda sarsıldım. Söz konusu haber, Ahmet Cemal'le ilgiliydi, yıllarca edebiyatla haşır neşir olmuş, üç raf kitap çevirmiş, bin yıldır öğretim üyeliği yapan Ahmet Cemal'le. 12 Eylül günü Cumhuriyet'teki köşesinde ‘‘Paranın romanı ve gerçeği üzerine’’ başlıklı bir yazı yazmıştı. Hali vakti yerinde bir arkadaşından borç para istemiş, karşılığında nasihat almış, yaralanmış bu da yazısına yansımıştı: ‘‘Bende istediğim şekilde hayata devam edebilecek güç hala var mı?’’ Bunu okuyan Oktay Akbal, Hikmet Çetinkaya ve herkes telaşlandı. Yorulmaktan, intihardan, ölümle yakınlık kurmaktan söz eden o yazı üzerine haberler de yapıldı. Artık Ahmet Cemal'le konuşmak, neler hissettiğini öğrenmek benim için farzdı...12 Eylül'de sıkıntılı bir anınızı anlattığınız bir köşe yazısıyla medyada yer aldınız...- O yazıyı bilinçli yazdım. Bizler yanlış bir ayıp bilinciyle yetiştiriliyoruz: Sıkıntını saklayacaksın. Kol kırılır yen içinde kalır hesabı! Oysa bu, bana ahlaki gelmiyor. Birisini ne ise o olarak bilelim, yani rengimizi belli edelim. Benim yaptığım buydu. Saklamadım.Para sizin için ne ifade ediyor?- Seçtiğim yolu, hayata geçirebilmek için ne gerekliyse onu satın alan bir araç. Hiçbir zaman bunun ötesine geçmedi. Para biriktirmek, geleceğe yönelik güvencedir denir ya. Ben, olup olmayacağı belli olmayan zamanlar için bir güvence düşünmedim. Geçenlerde özel sigorta yaptıran birine denk geldim. İlk on yılım şöyle olacak, ikinci on yılım şöyle diyordu. Ama baktım 80 yaşında. Dedim ki, bu kadar emin misin? Bugününden eksilterek 90 küsürleri için para ayırıyor. Bu kavramlar bana hep yabancı oldu.Bu ülkedeki diğer bütün yazarlar çizerler gibi siz de daha önce parasız kalmışsınızdır. Neden şimdi bu isyan?- Geçenlerde kendimle bir hesaplaşma sırasında şunu farkettim, para yüzünden yitirilebilecek her şeyi yitirmişim, parayla alınamayacak ne varsa da hepsini almışım. 6-7 ay evvel taksitle bir şey alacaktım. Kredi kartınız var mı dediler. Hayır dedim. Ha, veremeyiz o zaman dediler. Kredi kartı itibar ölçüsüymüş. Tüm bunları yaşayınca insanın para yüzünden neler kaybedebileceğini gördüm. Ama şu da var tabii, bugün geldiğim yere de ben parayla gelmedim.Gençken insanın birtakım şeylere katlanması daha mı kolay oluyor?- Elbette. Kendimi 60 yaşında hissetmiyorum ama ben ruh halimden söz ediyorum. Vücudum ise 40 yaşında vermediği tepkileri verebiliyor. Bundan 10 yıl önce, bir elektrik faturası sandığımdan yüksek geldiğinde, ödeyemesem bile o kadar dert değildi, şimdi kafamı kurcalayabiliyor. Bir de insana bir tür yeniklik duygusu geliyor. Acaba ben hayata yenik mi düştüm? Tabii kafamdan hemen bu düşünceyi kovuyorum. Diyorum ki, senin amacın zaten belliydi, bu sonuçlar da beraberinde gelecekti.Gençken etrafınızda sizden daha fazla para kazanan birtakım yaşlılar görüyordunuz, oysa şimdi parayla oynayan bir sürü genç insan var. Bu sinirinizi bozmuyor mu?- Gariptir o bozmuyor. Ben hukuk öğrenimi yaptım, üniversitede asistan olarak kaldım, hatta yüksek lisansa girdim. Benim çok iyi bir avukat olacağım söylenirdi. Olurdum da. Benim o dönemki arkadaşlarım da şimdi parayla oynuyor. Ama zenginlik hiçbir zaman bir amaç olmadı benim için. Seçmedim yani. Şimdiki gençlerin parayla oynamalarına gelince, benim için bir öfke kaynağı değil sadece acıyorum. Diyorum ki, bunları önemsemekle ne kadar çok şeyi heba ediyorlar. İnsanın içinde iç kale kurması diye bir şey vardır, onlar bunu yapmıyor. Ellerinden paralarını alırsan geriye hiçbir şeyleri kalmayacak.Peki sizin durumunuzu ağustosböceği karınca hikayesine benzetenler çıktı mı? Size çevrenizden hayat dersi verenler...- Tabii çok. Niye ayağını yorganına göre uzatmadın? Neden bir köşeye, meşhurdur o laf, para ayırmadın. Bunu söyleyenler hep oluyor. Ama insansanız, çünkü insan olan düşünür, paranın egemenliği altına girmezsiniz. İnsanın bütün yaşantısını parayla şekillendirmesi, sürekli ay benim geleceğim demesi bana sapıkça görünüyor.Ama insanın yaşı ilerleyince parasızlıktan her zamankinden daha fazla korkuyor...- Korku değil öfke bu. Bazen bireysel de olabiliyor. Murathan Mungan, hoşuma giden bir şey söylemişti, o zaman iki raftı kitaplarım, ‘‘Ya adam iki raf kitap kazandırmış bu ülkeye hálá elinde bir şey yok.’’ Ama çoğunluğun değer yargılarına göre suçluyum ben. Niye bugünlerimi düşünmedim? Belki de uygar toplumlardan bu yüzden ayrılıyoruz, çünkü beni geleceğimi düşünmemekle suçlayan insanlar, aynı zamanda bir toplulukta herkesten önce ortalığa atlayıp benim için ‘‘Biliyor musunuz, o şunları şunları yaptı, iyi ki var’’ diyenler. Bu ikiyüzlülük değildir de nedir?Bunca yıllık öğretim üyeliği, Türkçe'ye kazandırılmış bunca kitap ve şimdi bunca parasızlık. Sizce sadece size borç vermeyen arkadaşınızda mı tuhaflık var, yoksa onun yargısında toplumun da büyük payı var mı?- Olmaz mı! O bir şeyin temsilcisi. Türkiye'deki egemen atmosferin temsilcisi. Çok eski bir arkadaşım. Mimar. Durumu da çok iyi. Dedi ki, ‘‘Sıkıntını geçirecek para biraz yüksek, 1500 dolardı, bunu istiyorsun, iyi de geri ödeyemezsen ben kendimi aldatılmış hissederim, arkadaşlığımız sarsılır, dostluğumuzun devamı için bu parayı sana vermeyeceğim.’’ Ben de dedim ki, açık konuştuğun için teşekkür ederim, ama bundan sonra hiçbir şekilde hiçbir yerde karşılaşmayacağımızı, karşılaşırsak da benim için artık bir yabancı olacağını bil.‘‘Artık yoruldum’’ diye yazmışsınız. Nasıl tarif edilebilir bu yorgunluk?- Hálá çevirmek istediğim, yazmak istediğim bir sürü kitap var. Ama bu planlarınızın içine artan ölçüde geçim sıkıntılarınız girerse bu yorgunluk yaratıyor. Beni hiçbir zaman kendimi adadığım işler yormadı. Ne üniversitede ders vermek, ne çeviri yapmak, ne kitap yazmak. Ama öbürüyle uğraşmaktan yoruldum. Bu da Türkiye'de milyonların paylaştığı bir kader...İnsan belirlediği gibiyaşamak olanaksızhale geldiğinde pekalayaşamını bitti sayabilirİnsan varolan değerlerle kendi değerlerinin örtüşmeyeceğini düşündüğü için mi, uzuuun bir gece geçiriyor ve kendi gündemine ölümü getiriyor?- Daha evvel de düşünmüştüm. Ama o gece çok netti. Bundan öteye götürmeye çabalarsam başka türlü götürmek zorunda kalacağım. Sırf yaşamak için de buna katlanmayacağım. Şunu düşündüm o gece, bende istediğim şekilde hayata devam edebilecek güç hala var mı? Bazıları o yazıyı yanlış algıladı: Yoksa intihar mı edecek? Hayır. Ama aynı anda diyorum ki, neden olmasın? Ölümü düşünmek nasıl bir şey?- Bence insan mutlaka fazla yaşlanmadan ölümle hesaplaşmalı. Yani hayatında ölümü bir yere koymalı. Ölümden korkmak saçma. Ancak biçiminden korkulabilir. Ama ölümün kendisinden korkmak doğmaktan korkmak kadar absürd. Önemli olan ölümün gelmesi değil, önemli olan ölüme kadar uzanan süreçte bizim yaptıklarımız. Meseleye böyle baktığımız zaman, yaşamak tek başına amaç olabilir mi, yani ne pahasına olursa olsun. Yoksa insan belirlediği gibi yaşamayı mı amaç edinmeli? O belirlediği gibi yaşamak olanaksız hale geldiğinde pekala yaşamını bitti sayabilir. Dünya edebiyat tarihinde de bunun örnekleri vardır. Stephan Zweig mesela. İkinci Dünya Savaşı'nda Brezilya'ya gitti, devlet töreniyle karşılandı, çok zengindi, karısı da yanındaydı, endişe edecek hiçbir şeyi yoktu yani. Peki neden intihar etti? Bıraktığı mektup sebebini açıklıyor. ‘‘Bitti’’ diyor, ‘‘Sizler güneşin yeniden doğmasını bekleyecek güce sahipsiniz, ben değilim. Benim için bitti.’’ Bunu çok iyi anlayabiliyorum. O belirlediği bir şekilde artık yaşayamayacağını anladı. Devam etseydi, ne pahasına olursa olsun yaşamak olacaktı... Peki senaryoyu nasıl kurmuştunuz? Bıçak, havagazı musluğu, kendini bir yerden atmak...- Kanlı bir şey olmazdı herhalde!Yazıyla çiziyle ya da sanatla uğraşmak isteyenlere sakın bu işlere bulaşmayın diyor musunuz?- Hayır ama hem bu yolu seçip hem de para kazanacağını zannedenlere bu yolun sıkıntılı olduğunu söylüyorum. Konservatuarda da ders verdiğim için, tiyatrocu olacaksınız ama günün birinde sanattan vazgeçecek olursanız bunu içtenlikle yapın ve sonrasında yaptığınıza şeye sanat demeyin diyorum.Sizinle aynı durumda olup ses çıkarmayanlar daha mı gururlu?- Yok canım, hiç inanmıyorum. Beni o yazıyı yazmaya iten en güçlü nedenlerden biri de uzun süredir kızdığım bir ikiyüzlülük. Bizde bu ülkenin düşüncesine bir şeyler vermiş değerli biri ölür, yaşamı boyunca nasıl olduğu ve nasıl yaşadığıyla hiç ilgilenmemişizdir ama cenazesi dolar taşar. Teşvikiye Camii'nden kalkıyordu Azra Erhat'ın cenazesi, bir arkadaşım vardı yanımda, ‘‘Allahaşkına kalk gidelim’’ dedi, ‘‘Kimsenin Azra için geldiği yok. Burayı garden partiye çevirdiler.’’ Ölenlerin arkasından yazılan bazı yazılar da resmen midemi bulandırıyor. Ece Ayhan'ın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?- Çok büyük bir öfke duyuyorum. Ben de tabii ‘‘Huysuzdu rahmetli, geçimsizdi, ona yardım etmek kolay değildi’’ laflarını çok duydum. Ama hemen arkasından ‘‘Şöyle büyük şairdir...’’ filan falan. Bu büyüklüğü kabulleniyorsak mutlaka yardım etmenin de bir yolu vardı değil mi? O büyüklüğü kabul edeceğiz ve aynı zamanda ona ‘‘Şöyle ol’’ diyeceğiz? Güldürmesinler beni...BİLGİ TOPLUMU DEĞİL VERİ TOPLUMURepo meseleleri çıktıktan sonra Türkiye'de aile ilişkileri bile değişti. Eskiden aile bireyleri birisi zora girdiğinde birbirini desteklerdi. Şimdi şöyle cevaplar duymak mümkün: ‘‘Ben yardım ederdim ama daha repomun dolmasına 15 gün var.’’ Bunu bir kardeş diğerine söylüyor. Ama biliyor musunuz şimdiki gençleri de suçlayamıyorum, çünkü onlar böyle bir dünyaya doğdu. Geriye baktıklarında iyi örnek diye alabilecekleri neredeyse hiçbir şey yok. Dünyaya açılarak çok okumak zorundalar. Ama internetten veri toplamaktan söz etmiyorum. Deniyor ki, bilgi toplumuyuz. Yalan. Biz veri toplumuyuz. Bilgi toplumu olabilmek için veriyi zihinsel süreçlerimizden geçirip bilgiye dönüştürmemiz gerekir. Ama sadece internetle bu mümkün değil.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!