Hüzün bana yakışıyor

Güncelleme Tarihi:

Hüzün bana yakışıyor
Oluşturulma Tarihi: Ocak 07, 2008 00:00

Eyşan Özhim, delici bakışlarıyla uzun yıllardır hayatımızda... Seksapelinden hiçbir şey kaybetmiyor. Her daim güzel, zeki, cazibeli. Modellikle başlayan kariyerine marka müdürlüğüyle devam etmişti. Şimdi ise gösterimde olan "Kutsal Damacana" filminde oyuncu kimliğiyle karşımızda. Özhim, Yerebatan Sarnıcı’nda İstanbul Life objektifinin karşısına geçti.

Haberin Devamı

Eyşan Özhim'in fotoğrafları için tıklayın...

Fotoğraf çekimi nasıl geçti?- İki milyondan fazla çekime katılmışımdır bugüne kadar. Ama bu biraz zor oldu. Yerebatan Sarnıcı problemli bir yer; çok karanlık, nemli ve soğuk. Biraz gergindim bu nedenle. Unutmuşum demek böyle çalışmayı.

Belki de sizin için fikir olarak eskide kaldı bütün bunlar...

- Artık bilmediğim konseptlerle çalışmak istemiyorum. Bir yerden sonra insanların aklında en son ne yapıyorsan öyle kalıyorsun. Hele İstanbul Life gibi uzun ömürlü, koleksiyonu yapılan dergilerden biriyse... O zaman daha çok titizleniyorum.

Anlıyorum. Ama mesela Marilyn Monroe aşırı dozda uyuşturucudan öldü, Elvis Presley yine aynı sebepten tuvalette ölü bulundu. Kimse onları o halleriyle anmıyor. 20 yıllık bir kariyerden sonra, siz o son anı geçtiniz artık belki de...

Hüzün bana yakışıyor
- Sanmıyorum. Geçmedi. Çünkü en ufak bir şey bile bazen çok iş kaybettirebiliyor. Bizim işimizde durum öyle.

Türkiye için mi geçerli bu sadece acaba?

- Evet, yurtdışında öyle değil. Orada biri iyi bir şey yapmışssa, takdir görüyor. Bizde başarılı olan herkesi aşağı çekme eğilimi var maalesef. Türkiye uzun zamandan beri mutsuz yaşıyor. İstanbul’da çok farklı ruh halleri var. Beyoğlu’nda mini etekli insanlar görebilirsiniz. Ama bundan çok korkan da var. Beyoğlu, Cihangir taraflarında geçiyor zamanımın çoğu. Burada yaşıyorum. İstanbul’u çok seviyorum. Ama İstanbul’da rahat rahat giyinemiyorum.

Bu hep böyle mi oldu?

- Evet. Bu piyasada 21 senemi bitirdim. Annelerimiz zamanında böyle değilmiş. Kimse kimseye yan gözle bakmıyormuş. Bu kadar kozmopolit değilmiş.

Filmden bahsedelim biraz da...

- Bu halkın biraz evvel anlattığımız sebeplerden gülmeye çok ihtiyacı vardı. "Kutsal Damacana" filmi bunun için yapıldı. Ahmet Yılmaz yazdı ve çok komik oldu. Gerçekten de herkesin çok keyif alacağı, güleceği bir film. İşin içindeyken çok güldük, ama gerçek bir sınavdı. Hava sıcaklığı 40 dereceden fazlaydı. Düşünün, bir eve kapandık, sesli çekim yapıyoruz, ne klima çalışıyor, ne telefon. Çıt çıkmaması lazım. Herkes gülüyor ama gülmemeye çalışıyor. Komedi çok zor bir şeymiş. Kemal Sunal’ı, Metin Akpınar’ı düşündüm. O filmler çekilirken neler oluyordu acaba dedim.

Komedyenler gerçek hayatta mesafeli ve soğuk bulunurlar. Acaba bundan dolayı mı?

- Evet. Gülmemeye çalışıyorsun. Kendini terbiye ediyorsun. Ki, çok gülen bir insan değilimdir. Son zamanlarda bana "Komik bir kadın olma yolunda gidiyorsun" diyorlar. Geçen ay, "Elveda Rumeli" dizisine konuk oyuncu olarak katılmak için Makedonya’ya gittim. İnsanlar çok sevdi. Dizi birinci sıraya yerleşti. Çok rahattım. Tamamıyla komik bir kadını oynadım. Çok gülmüşler, ne güzel.

İnsanları eğlendirebilen biri olabileceğinizi hissetmediniz mi daha önce?

- Komik olabileceğimi düşünmüyordum. Sonuçta ben gülmem. Bir odanın içinde çekilen diziler var ya. Ne deniyor onlara? Öyle birkaç teklif gelmişti zamanında, ama reddettim. Mesela "Avrupa Yakası"nı neredeyse hiç seyretmiyorum. Sadece ara sıra Hümeyra için seyrediyorum. Onu çok seviyorum, oyunculuğunu çok beğeniyorum. Normal hayatta çok güleryüzlüyümdür. Hatta derler ki "Bir insan bu kadar büyük güler"... Her şartta gülümsememi asla kaybetmem. Ama kendimi hüzünlü bulurum. Hüzün bana yakışır. Bu bana çok söylenir. Gülerken bile bakışımda, yüzümde hüzün vardır. Bir çeşit maske işte yani. Ama bunu bilerek yapmıyorum.

/images/100/0x0/55eaaf76f018fbb8f89032a0
Rahatlatan bir şey mi bu peki?

- Alışkanlık diyebiliriz.

Oyunculukta bir süre sonra devamlı rol yapma arzusu, gereği, isteği, beklentisi gibi bir sıkıntı oluyor mu?

- Bence oyunculuk herkesin içinde olan bir şey. İki türü olduğunu düşünüyorum. Birincisi kendini oynayanlar, ikincisi de gerçekten oyuncu olup çeşitli karakterleri canlandıranlar. Kendi adıma hedefim; "Eyşan bukalemun gibidir, her çeşit saç, göz, ıvır zıvır yakışır. Bir resmi öbür resmine benzemez. Her kılığa, her yaşa girebilir" dedirtmek. Çok sayıda reklam filmim var. Bunu sinema filmleri ya da dizilerde de göstermek istiyorum. Bir kadının elli filmi varsa, ellisi de farklı olmalı.

Ne tip rollerde oynamanız isteniyor?

- İş kadını, güzel, başarılı, naif ama iyi insan. Ya da ortalık karıştıran şeytani bir güzel. Ama ben bu tip rolleri kabul etmiyorum.

Nasıl bir rol ilginç olurdu?

- Mesela Marilyn Monroe’yu da oynayabilirim. Sinan Çetin’le konuşurken Mevlana’yı çekeceğini öğrenmiştim. "Neyi oynamak isterdin?" dedi. Şems’i söyledim. Bir dönem filminde oynamayı çok isterdim. Çünkü saç, makyaj çok değişiyor. Her şeye varım. İyi bir yapımcı, iyi bir yönetmenle çalışmayı çok isterim. Ülkemizde maalesef her şey ucuza, bir an evvel yapalım mantığı ile yapılıyor. Ama sonuçta çok pahalıya mal oluyor. Asıl işim bu. Marka yöneticiliğinin altında bu var. Çok az paraya büyük markalar yaratmak... Benim gibi insanlardan faydalanılmamasına inanamıyorum. Daha önce modellik, tekstil ve resim bilgimi birleştirip marka yöneticiliğinde yaptığım işi, sinema sektöründe de yapmak istiyorum. İnşallah çok para da kazanırım.

Prodüksiyon şirketi yönetmek gibi mi?

Hüzün bana yakışıyor
- Yapımcı olarak. Dizi ve sinema filmleri yapmak istiyorum. Çok daha ucuza, çok daha kaliteli projeler çıkaracağıma eminim. Tabii bazı yapımcılar kızacaktır bana. Hatta iş bile vermeyecektir. Olsun. "Gel bakalım, neler yapacaksın" diyen birinin çıkmasını istiyorum. Sonuçta koca bir holdingin üst düzey yöneticisiydim yedi yıl boyunca. Milyon dolarlar yönetiyordum. Azıcık o yönü ile de görmeleri gerekiyor. Her şeyi en iyi ben biliyorum demiyorum. Ama araştıran, yapıcı bir insanım. Öğrenmeye açığım, işkoliğim. Ben öyle konuşuyorum tabii sen soru sormayınca...

Sevgiliniz var mı gibi şeylerden çok "Eyşan kim?" beni daha çok ilgilendiriyor. O yüzden sormaktan ziyade bir terapist gibi dinlemeyi tercih ediyorum. "Burcunuz ne?" diye sormayı tercih etmiyorum. Aslında merak ettim, burcunuz ne?

- O zaman söylemeyeceğim. Meraklıyımdır aslında astrolojiye... Objektifimdir ama genellemeler yapmayı da çok severim.

İşleri kolaylaştırıyor mu?

- Evet. Benim işimi kolaylaştırıyor. Mesela İkizler burcu analitik, matematiğe meraklı, çalışkan bir burç. Dolayısı ile maddi konularda İkizler burcu ile çalışmayı severim. Para işinden iyi anlar. Hesabı kafasında tık tık tık yapar. Terazi burçları acıkır, "Acıktım" demez. Gece üç olur, beş olur. "Uykum geldi, sevgilim bekliyor, gitmem lazım" demez. Ama bir hafta uyku uyumadan o ofisin içinde çalıştı mı, iki hafta yalnız bırakacaksın. Balık burçları daha serttir. İkizleri dengelemek için Balık ya da Yay gibi hafif uçarı, ele avuca sığmayan, karşı çıkacak kişileri seçerim onu da dinleyeyim diye. Ama onlar da saat 17.00 oldu mu "vınnn". Sabah 07.00’de gelmesine imkan yok. Mutlaka bir şey olur, kalkamaz. Makyajını, saçını başını ofiste düzeltir. Sadece çalışanlarla ilgili değil bunlar. Hayatla ilgili genel şeyler.

Yönetilmeyi seviyorum

- Kontrolü elinizde tutmayı seviyorsunuz...

Kontrol etmeyi, yönetmeyi severim. Yönetilmeyi de severim ama. Öyle bir an gelir; keşke benden daha üstün olsalar da dursam, teslim olsam derim.

- Bazen ne kadar hesaplansa da yolunda gitmeyebiliyor işler değil mi?

Öyle düşünmüyorum. Doğru hesaplanmamış diye düşünürüm. Hatayı önce kendimde ararım. Sonra sorun nerede diye bakarım, bir daha tekrarlanmasın diye. Mükemmeliyetçiyim yani.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!