Huysuz ihtiyar

Güncelleme Tarihi:

Huysuz ihtiyar
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 12, 1998 00:00

Tatil sever misiniz?‘‘Neden geldim İstanbul'a’’ diye hıçkıran Burhan Çaçan gibi ben de,‘‘Neden geldim bu tatile!..’’ diye mızırdanıp duruyorum. Her gün güneş, her gün deniz ve havuzdan bıktım. Her gün yiyip içip, Tolga'nın tembel kedileri gibi bir o yana, bir bu yana yayılıp yatmaktan gına geldi. Bir plaj şemsiyesinin altında ve çimenlerin üstünde bir şezlonga yüksekten bırakılmış zeytinyağı damlası gibi yayılıp yatmışsınız. Havuz suyunun monoton şırıltısı, uzaktan gelen deniz dalgalarının hışırtısı insanın içini bayıyor. Tomatisçi'nin hırıltılı hoparlöründen gelen valeylasını özletiyor. Hele taze çimenle karışmış manolya kokusu, bencileyin egzoz, ter, toz ve çöplerin mis kokusuna alışmış bir İstanbullu'da zehirlenme tehlikesi yaratıyor. Biraz oyalanayım da şu tatil çabuk geçsin diye elime bir dergi alıyorum, ama okuyabilmek ne mümkün!.. Bu havuz başında dergi değil, dükkan tabelası bile okumanın mümkünü yok... Turist hatunlar, karşınızdaki şezlonglara anadan üryana bir karış bez kala öyle bir yayılıyorlar ki, sıkıysa oku da görelim!.. Sarışını, esmeri, bıngılı, sıskası, az memelisi, çok memelisi, bronzu, peynir rengi olanı poşet içinde satılan dergilerdeki pozları takınıp güneşin altında uyur numarasına yatıyorlar. Ama ben yer miyim?.. Bu gavur karılarının uyudukları filan yok. Amaçları, Türkler'in okuyup da kültürlü bir insan olmalarını önlemek ve böylece Avrupa Birliği'ne almamak!..*Ben, bu sosyo-politik sorunları düşünürken, kulağımın dibinde kartoloş bir ses, bozuk bir İngilizceyle,‘‘Bir el oynayalım mı?..’’diye sordu. Tatilde sıkılacağımı bildiğim için yanımda kendi başıma oynayabildiğim bilgisayarlı satranç takımını da getirmiştim. Ama yandaki masada duran satrancıma daha el sürememiştim. Bir Türk olarak serde konukseverlik olduğu için çaresiz,‘‘Buyrun, oynayalım.’’dedim. Turist herif, gayet kötü oynuyordu, ama yine de beni yendi. Çünkü o, yenileyim diye karşıma sere serpe yayılmış turist hanımlara arkası dönük olarak oturmuştu. Bunlar bizi yenmek için resmen memeli casus kullanıyorlar. Her zamanki gibi gavur milletinin haksızlığına uğramış bir Türk'ün öfkesiyle,‘‘Biliyor musunuz, şu oynadığımız satranç bile bir doğu icadıdır. Avrupalılar daha çiğ et yerken, doğuda satranç oynanıp matematiğin felsefesi yapılıyordu.’’diye çok fena laf dokundurdum turiste, ama adam hiç bozulmadı.‘‘Evet, satrancı İranlılar'ın icat ettiği söylenir. Binlerce yıl önce uzun yolculuklara çıkan Arap tacirleri de vakit geçsin diye deve üstünde karşılıklı oynarlarmış.’’‘‘Bugün göklere çıkardığımız Batı uygarlığının dibinde Amerika'da kestikleri Kızılderililerin kanlı altınları yatar!..’’diye bir hamle daha yaptım.‘‘Zaten, Haçlı seferlerinin nedeni Kudüs'e filan gitmek gibi dinsel bir neden değil, soygun ve talandır.’’Adam gavur, mavur ama güzel konuşuyordu. Hemen garsonu çağırdım, tabii gelmedi. Gelmeyen garsona iki soğuk bira söyledim. Bizim güzel konuşan turist hızını alamamıştı:‘‘Tarihler, doğuya sekiz haçlı seferi olmuştur diye yazar, ama yalandır. Haçlı seferleri, 20'nci asra kadar sürdü. Afrika'da zencileri kesip, elmas ve altın dağlarının üstüne oturdular. Hindistan'ı ve Çin'i soydular!..’’Turistin ağzından bal akıyordu. Garsonu tekrar çağırdım, tabii tekrar gelmedi. Gelmeyen garsona,‘‘Biralar kalsın, bize iki buzlu viski getir’’ dedim.Benim turist, Batılılar aleyhine böyle esip savurduğuna göre, Avrupalı olamazdı. Herhalde Antalya'ya yeni dadanan Rus turistlerden olmalıydı. Eski bir yoldaş bulmanın keyfiyle sordum;‘‘Siz Rus'sunuz değil mi?’’‘‘Ne münasebet, ben Türk'üm!..’’Öfkeyle Türkçe homurdandım.‘‘Öyleyse ne demeye benimle yarım saattir İngilizce konuşuyorsun? Adam mı işletiyorsun?..’’‘‘Yok yahu, okuduğun dergilere bakınca seni yabancı sandım. Şu gavurun biraz dalına basayım da, sabah sabah ağzının tadını kaçırayım dedim.’’Gerçekten yanımda Casa Brava, Atlas, Gourme, Men Only adlı dergiler vardı.‘‘Zaten, yediğimiz makarnadan kıçımızdaki dona kadar hepsinin markası frenkçe oldu. Türkçe isimli dükkan bile kalmadı. Yakında çocuklarımıza da Con, Robert, Jeyn diye ad koymaya başlarız!..’’Avrupa çekiştirmesi Türkiye çekiştirmesine dönünce, muhabbetin tadı kaçtı. Adam da gitti. Demek ki bir Avrupa'lıyla bir Türk bir araya gelince Batı’dan şikayet ediliyor. İki Türk bir araya gelince de Türkiye'den...*Havuzda yarısı debelenen, yarısı da çimmeye çalışan deniz acemisi gariban turistlere baktım. Bir Boğaz çocuğunun turistik ikramı olarak şunlara biraz yüzme stilleri göstereyim dedim. Gidip şortumu giydim. Şortun üzerine sarkan göbeğimi ‘‘hüüp’’ diye içeri çektim. Sonra, içeri çektiğim göbek arkadan çıkmış mı diye dönüp sırtıma baktım. Sonra da havuza bir tramplencinin edalı adımlarıyla yürüdüm. Çimlere ve şezlonglara serpilmiş turist kızların önünden geçerken ‘‘Helloo, bonjur, gutıntak, boncorno, şalom!’’ diye selam verdim. Artık hangisine rastlarsa... Yalnız Rus olduğunu tahmin ettiğim çıkık elmacık kemikli sarışına,‘‘Nızvaristiya!..’’ diye ne anlama geldiğini bilmediğim ama Rusça'ya benzer bir laf ettim. Ne yapayım, Rusça merhaba demesini bilmiyorum.Sonra salonun kapısını açıp koridora çıktım. Tam havuz kenarına gelmiştim ki, çalışma masamdaki telefon çaldı. Tekrar edalı yürüyüşümle kızların önünden geçip telefonu açtım. Tolga, yine patlayıp şişen sağ gözümün sağlığını soruyordu.‘‘Merak etme, ben gönül gözümle de görürüm.’’diye tumturaklı bir laf edip yüzmeye gideceğimi söyledim. Yüzme havuzuna tekrar yürüyüp banyonun kapısını açtım. İki takla ters burguyla sula dalıp, geniş kulaçlar atmaya başladım. Tabii kollarım duş kabininin pencerelerine çarpıyor, camlarını zangırdatıyordu. Ve banyodaki ısıtıcıyı açmayı unuttuğumdan, soğuk Terkos suyunun altında titriyordum. Ama hiçbir terslik benim tatil hayallerime engel olamazdı. Banyodan çıkıp mutfağa geçtim. Olmayan garsonun getirmediği viskiyi okkalı tarafından kendim doldurdum. Sonra salona geçip ‘‘Haydi çiirs, anşante, prost, salut, naztravya kızlar!..’’ diye kadehimi üstsüz turist niyetine karşıma dizdiğim yemek sandalyelerine doğru kaldırdım. Kendime,‘‘Senin de şerefine iki frenk görünce milliyetçi kesilen öteki moruk!..’’ deyip içtim.Yoksa sizler, adamın kuyruk sokumuna kadar kovayla ter döktüren bu sıcaklarda bana tatil için izin vereceklerini sanacak kadar iyi niyetli misiniz? Sevgili yönetmen ve daha sevgili yazı işleri müdürlerim bana yıllık iznimi vermek için, kara kışın gökten buz yağan günlerini kollarlar.Aslında, kışın izin yapmanın benim için bir sakıncası yok. Ama bir heves Antalya'ya koşuşturan yedi düvelin kızları beni göremeyince mahsun oluyorlar. Üzüntüm bundan!..*ÖNEMLİ NOT:İnsan yaşlandıkça, lastik şamreline dönüyor. Her gün bir tarafı çatlayıp patlıyor ve çatlak patlak yol yapmayı öğreniyor. Sağ gözüm tekrar damar çatlatıp tamamen kapandığı için bu yazıyı tek gözle yazdım. Bu nedenle mutlaka çok güzel bir yazı olmuştur. Biliyorsunuz, tek gözle yazılan yazılar harika olur. İnanmazsanız, Yaşar Kemal'e sorun. O da, onca harika romanı tek gözle yazmıştır. Gözüm gibi sevdiğim Yaşar'ın da sadece bir gözü vardır. Ama, ne anasının gözüdür o göz!..DAHA ÖNEMLİ NOT:Geçen sabah uyanınca, yastığıma Sabah Gazetesi'nden kesilip iliştirilmiş tek sütun bir haber kupürü buldum. Haber şöyleydi:KEDİLERİN GAZABIABD'nin Wiscontin eyaletinde, kedilere işkence yapan bir kişiye, 12 yıl hapis cezası verildi. Barry Herbeck, beslemek için aldığı kedilerin boyunlarını ve kemiklerini kırıyor ve bu hayvanları duvarlara çarpıyordu.Barry Herbeck, kendisine yöneltilen suçlamalara karşı çıkmadı, mahkeme sanığa ağır hapis cezası verdi.Yatak odama başkası giremediğine göre, bu gazete kupürünü herhalde eşim Tolga iliştirmişti. Ama ne demek istemişti acaba?..
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!