Huysuz ihtiyar

Güncelleme Tarihi:

Huysuz ihtiyar
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 03, 1998 00:00

Kör Salih’le şaşı talih!Delikanlıydım ve gece kulüplerine pek bir dadanıktım bir zamanlar. Aradan binlerce yıl geçtiği için, şimdi anlatacağım öyküyü tam tamına anımsayamıyorum. Hatırımda kaldığı kadarını yazıyorum.O gece, Erol'un Yeri iyice tenhaydı. Kulüpte üç kişiydik. Ben, her zamanki gibi gözlerimi Demet'ten ayıramıyordum. O yıllarda Beyoğlu'nda, Demet'ten güzeli yoktu. Çok zengin bir ailenin Avrupa'da öğrenim görmüş biricik kızıydı. Bütün girişimlerimize ve taarruzlarımıza ağzının bir yanıyla güler geçer, hiçbirimize yüz vermezdi. En yakışıklılarımızı ve dilbazlarımızı bile, bozguna uğratmıştı. Bir erkekle oturduğunu gören olmamıştı. Sinema veya tiyatro sonrası bazen kız arkadaşlarıyla, bazen yalnız gelip bir iki kadeh içip giderdi.Ben yine romantik, platonik ve bir hayli de seksolojik hayaller içinde Demet'in profiline daldırmışken, yan masadaki yaşlıca adam masama gelip;‘‘Oturabilir miyim?..’’Dedi. Belli ki tek başına içmekten canı sıkılmıştı. Buyur ettim. Doğrusu, Demet'e bakıp yutkunmaktan bana da sıkıntı basmıştı. Adamın vücudu bir hayli hasar görmüştü. Bir bacağını dizinden bükemiyordu. Sağ elinin de iki parmağı yoktu. Dayak yemeyi huy haline getiren yeteneksiz boksörlerden daha perişan ve yassılmış bir yüzü vardı. Ama yine de sevimli ve keyifli bir adamdı. Çok şey görüp yaşamışların, nükteli bilgeliği ile konuşuyordu.O sıralar, Spor Toto Türkiye'de yeni başlamıştı. Deli gibi Toto oynuyorduk. Dizlerimiz titreye titreye pazartesi günü maç sonuçlarını bekliyorduk. Bu nedenle sohbet geldi, talihe takıldı. Ben de beş paralık talihim olmadığından, hayatta Toto'dan, Piyango'dan metelik kazanamadığım gibi, yaptığım işlerin parasını alabildiğim zaman kendimi talihli saydığımdan yakındım. Şimdi, adını anımsayamadığım yaşlıca adam;‘‘Kimin talihli, kimin talihsiz olduğunu, hatta talihin ne olduğunu kim bilebilir ki?..’’Diye, adeta kendi kendine mırıldandı.‘‘Sıkılmazsanız size kısaca yaşamımdan söz etmek istiyorum. Lütfen benim talihli mi, talihsiz mi olduğumu siz söyleyin. Artık, ben de öğrenmek istiyorum.’’Erol, içkileri tazeledikten sonra anlatmaya başladı.‘‘Annem bana hamileyken merdivenden düşüp erken doğum yapmış. Ben, 7 aylık, yani prematüre bir çocuk olarak doğmuşum. Ne yazık ki annem de doğumda ölmüş. Sonra, babam tekrar evlenmiş. Ben 6 yaşındayken de, beni üvey anneme bırakıp basıp gitmiş. Zaten, çok fakir bir aileydik. Üvey annem, babamdan ümidi kesince, beni çocuksuz bir aileye evlatlık olarak sattı.’’İçkinin de etkisiyle duygulanıp;‘‘Vah vah... Ne talih!’’Dedim.‘‘Evet, gerçekten de ne talih!.. Yeni ailemin hali vakti yerindeydi. Yeni babamın küçük bir fabrikası vardı. Beni çok sevdiler, gerçek evlatlarıymışım gibi davranıp nüfuslarına geçirdiler. Ama, ben Galatasaray Lisesi'nde okurken anneciğim kanserden öldü. Ertesi yıl, Liselerarası Basketbol Şampiyonası final maçında da, babamı kaybettim.’’‘‘Allah Allah!.. Nasıl oldu?..’’‘‘Ben takımın yıldızıydım. Finali İstanbul Erkek Lisesi'yle oynuyorduk. Babam da bizi izlemeye gelmişti. Maç o sırada berabereydi ve maçın son saniyeleriydi. Bana bir faul yaptılar. İki atıştan birini soksam, galip gelecektik. İkisini de atamadım. Babam oracıkta kalp krizi geçirdi, hastaneye yetiştiremedik. Hayatta yine kimsesiz kalmıştım, okulu bıraktım.’’‘‘Gerçekten büyük talihsizlik...’’‘‘Öyle mi, bilemiyorum, okulu bırakıp fabrikanın başına geçtim. Kısa zamanda işi büyüttüm, ikinci fabrikayı açtım. Artık tuttuğu altın olan ve kendine güvenen bir işadamıydım. Tekstilciliğe başlayınca, Çukurova'nın namlı ailelerinden Karataşlar'ın biricik kızıyla tanışıp evlendim. Gerçekten çok güzel ve iyi bir kızdı. Dört mutlu yıl geçirdik.’’‘‘Ne oldu, sonra ayrıldınız mı?..’’‘‘Hayır, o talihsiz kaza oldu. Arabayla Adana'ya gidiyorduk. Ben Toroslar'a gelirken dalmışım, gözümü hastanede açtım. Şoför, önündeki otobüsü sollarken karşıdan gelen tankerle çarpışmış. Arabanın sol yanında oturdukları için eşimle şoför ölmüşler. Benim de sağlam kemiğim kalmamış. Yüzümün bile yarısını kalçamdan aldıkları deriyle yamadılardı.’’‘‘Eh, talihsizliğin bu kadarına da pes yani!..’’‘‘Evet, bu kez benim hiç mi hiç suçum yoktu. Basketlerden birini atabilseydim, belki babam ölmezdi, ama bu kazada yapabileceğim hiçbir şey yoktu.’’‘‘Evet, sadece talihsizlik!..’’‘‘İşte bu talihsizliğin sonucunda, Çukurova'da yüzlerce dönüm pamuk tarlalarım oldu. Eşimin annesi, zaten biz evlenmeden vefat etmiş, babası da düğünden iki yıl sonra bir alacak yüzünden cinayete kurban gitmişti. Hem hammeddeye, hem fabrikalara sahip olunca o yıl ihracata başladım. Üçüncü fabrikayı açınca, Sabancılar bile korkup ortaklık teklif ettilerdi.’’‘‘Allah yürü yaa kulum demiş.’’‘‘Pek fazla yürüyemedim, hesapsız büyümüştüm. İlk petrol krizi başlayınca üretim durdu, pamuklar depoda çürüdü. Aldığım kredileri ödemeyemeyip iflas ettim. Üstelik, o yıl Avrupa'yla müthiş anlaşmalar yapmıştım. Talih işte!..’’‘‘Sizde de amma talih varmış maşallah!..’’‘‘Evet, bendeki talih kimsede yoktur. Aslında battığım için fazla üzülmemiştim. Büyük paraların ve binlerce işçinin yükünü ve de sorumluluğunu taşımaktan kurtulmuştum. Artık çocukluğumun hayalini gerçekleştirebilecektim. Küçüklüğümden beri, resim yapmayı deli gibi severim. Kalanı satıp savıp, Paris'e yerleştim. Resimlerimin yüzüne kimse bakmıyordu. Ama ben yarı aç, yarı tok gece gündüz resim yaptığım için çok mutluydum. Derken bir metro kazasında gördüğünüz gibi sağ elimin iki parmağı koptu. Diğerlerinin de sinirleri ezildi. Elime değil, resim yapamadığıma yanıyordum. Talihim, hayattaki son mutluluğumu da elimden almıştı.’’Artık ağlamaklı bir haldeydim. Talihe, kadere, kısmete, okkalı bir küfür savurdum. Yaşlıca adam beni teselli etti:‘‘Üzülmeyin canım, aslında talih kuşu konmuştu başıma... Hastaneden çıkınca sol elimle resim yapmaya başladım. Sol elimle çizdiğim resimler kapışıldı. Hatta, Luvr Müzesi bile resimlerimi satın aldı. Sonra, yurt özlemi başladı. Geçen ay gelecektim ama kısmet olmadı.’’‘‘Yine mi kaza?..’’‘‘Hayır, havaalanında yediğim yemekten zehirlenip, uçağı kaçırdım. Kaçırdığım uçak da Yugoslavya üstünde düştü.’’Artık bu kadarı fazlaydı... Gerçekten, geçen ay büyük bir uçak kazası olmuştu ama, adam altı dubleyle kafayı bulmuş, talih malih diye desteksiz atıyordu.Az sonra vedalaşıp ayrıldı. Demet'in yanından geçerken, ayağı kızın yere bıraktığı koca çantaya takıldı ve yüzüstü kapaklandı. Demet, çığlık çığlığa yerinden fırlayıp adamı kaldırdı. Adamcağızın ağzı burnu kan içinde kalmıştı. Demet, adamı hastaneye götürmek için yalvarıyor, o da artık hastane odası görmeye dayanamayacağını söyleyip oteline gitmek için dayatıyordu. Adam, benim yardımımı da istemedi. Demet'çik suçluluk duygusu içinde çırpınıyor, adamı o yaralı haliyle tek başına bırakamayacağını, ağlayarak anlatıyordu. Sonunda, yaralarını tedavi etmek için yaşlıca adamı Ayazpaşa'da tek başına oturduğu daireye götürmeye zar zor razı edebildi. Kolunu adamın beline doladı, beraberce Erol'un Yeri'nden çıktılar. Demet'in ceylan gibi vücudunu da son görüşüm oldu. (Sonradan duyduğuma göre, adama dut gibi aşık olmuş, beraberce Bodrum'da yaşamaya başlamışlar.)*Erol'un Yeri'nden yarı şaşkın, yarı sarhoş çıkıp yürümeye başladım. Caddenin karşısına geçerken, arkamda bir fren cayırtısı duydum, sonra da kalçamda bir acı... Yuvarlandığım yerden doğrulurken ilk gözüme çarpan arabanın içindeki güzel kadın oldu. Yoksa, benim talihim de mi cilveye başlamıştı? Tam kadına;‘‘Üzülmeyin, hiç canım acımadı‘‘ gibisinden kahramanca bakışlarla bakmaya çalışırken, şoför mahallinden kocası indi ve bana buranın Beyoğlu Caddesi olduğunu, tarlada yürür gibi yürünemeyeceğini, yolda yürümesini bilmeyenlerin İstanbul'a sokulmaması gerektiğini ve de yavaş sürdüğü için talihime şükretmem gerektiğini bir avaza anlatmaya başladı. Ben de, ona vites kolunun üstüne oturup vitesi gerisiyle kullanmasını öğütledim. Adam da beni dövdü. Ama talihim yaver gitmişti!..
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!