Psikiyatr Gülseren Budayıcıoğlu: Bize çocukluk yaralarımızı tekrar yaşatacak kişiyi gözünden tanır ve ona âşık oluruz

Güncelleme Tarihi:

Psikiyatr Gülseren Budayıcıoğlu: Bize çocukluk yaralarımızı tekrar yaşatacak kişiyi gözünden tanır ve ona âşık oluruz
Oluşturulma Tarihi: Ocak 11, 2020 08:00

Son kitabı ‘Camdaki Kız’ 92 baskı yaptı. Hikâyesine ve senaryosuna destek verdiği ‘İstanbullu Gelin’ dizisi üç sezon boyunca reytinglerde zirvedeydi. Sezonun yeni dizilerinden ‘Doğduğun Ev Kaderindir’ de onun bir danışanının gerçek hayat hikâyesinden uyarlandı. Son iki yılda sosyal medya paylaşımlarıyla da fenomene dönüşen, psikiyatr Gülseren Budayıcıoğlu’yla buluştuk; tüm senaryo ve yazılarında bahsettiği kaderi, hayat döngüsünü, mutluluğu ve aşkı konuştuk.

Haberin Devamı

Bir danışanınızın son kitabınız ‘Camdaki Kız’da da yer alan gerçek hikâyesi, TV8’de yayımlanan ‘Doğduğun Ev Kaderindir’ dizisine ilham verdi. Neden bu hikâyeyi seçtiniz?
Bu hikâyeyi seçmemin ve dizi olmasını istememin en önemli sebebi, çok yoksul insanların sorunlarını yansıtırken bir yandan da çok varlıklı insanların yaşadıklarıyla aradaki benzerlikleri göstermekti. Biz zannediyoruz ki mutluluk sadece parayla geliyor. Öyle olmadığını, hayatlarının onları da köşeye sıkıştırdığını göstermek istedim. Bizim toplumumuzu daha çok içine alacağını düşünüyorum.
Dizideki ‘Zeynep’ karakteri iki farklı evde büyüyor. Danışanınızın kaderini hangi evi yazıyordu?
Belli bir yaşa kadar aşırı yoksulluk, o yaştan sonra da aşırı varlık içinde yaşayarak büyüyor ‘Zeynep’. Ben de düşündüm ve işin içinden çıkamadım açıkçası... Bu çocuğun kaderini hangi evi yazacak, hangi evin çocuğu hissedecek kendini, göreceğiz.
 ‘İstanbullu Gelin’ dizisinde eşine şiddet uygulayan ‘Adem’ karakterinin iyi bir insana dönüşme hikâyesi çok beğenilmişti. ‘Doğduğun Ev Kaderindir’de de şiddet gösteren bir baba karakteri var. Bu insanlara dair bir profil tanımlamak mümkün mü, geçmişlerinde mutlaka onlar da şiddet mağduru olmuş mudur?
Şiddet öğrenilen bir şeydir. Biz dünyaya iyi olarak da gelmiyoruz, kötü olarak da. Bir bebek çok masumdur ama iyi değildir, kötü de değildir. Ancak kötü olma kodları dünyaya gelirken işlenmiştir bir bebeğe. Çünkü hayatta kalabilmesi için korku duygusuna ihtiyacı var. Bu duygu ilerlediğinde şiddete döner. Her şiddet korkuyla tetiklenir.

Psikiyatr Gülseren Budayıcıoğlu: Bize çocukluk yaralarımızı tekrar yaşatacak kişiyi gözünden tanır ve ona âşık oluruz

Şiddeti bir kişide düzeltmek,
bir kuşağı korumak demek
Nasıl aşılır bu?
Bebeklerin hayatta kalabilmesi için ekmek, su kadar sevgi, şefkat, onay ve değere de ihtiyacı vardır. Bu duyguları aileden ve çevreden alabilirse zamanla egoizmini yok eder; korku, güvensizlik gibi duygular kaybolmaya başlar. Büyüdüğü zaman da daha güvenli bir dünyada yaşadığını hisseder. Bu ihtiyaçlarını alamayan bebeklerden çok iyi insan olmalarını nasıl bekleyebiliriz ki? Alacak ki, öğrenecek ki verebilsin. Şiddet işte buralardan doğuyor. Aileden şiddet gören çocukların bir problem karşısında çözüm yolu olarak tek bildikleri şey yine şiddet. Sonrasında onların çocukları da şiddete başvuruyor.
Bu bahsettiğiniz, bir şiddet zinciri. Bu zinciri kırmanın yolu nedir?
Ben bütün bu insanların zamanla değişebileceğine kalpten inananlardanım. O öğretiyi değiştirebilirsek, kötüye destek verebilirsek, onu aramıza alabilirsek, o kişinin başka bir yola girebileceğine inanıyorum. ‘İstanbullu Gelin’deki ‘Adem’ karakterinin hikâyesinde tam olarak bunu anlattık. Bana göre şiddeti bir kişide düzeltmek, bir kuşağı şiddetten korumak demek. Kişinin motivasyonu tamsa, kurtulmayı o da çok istiyorsa öyle zannedildiği kadar uzun olmuyor bu işler.
 ‘Camdaki Kız’ kitabınızda ve ‘Doğduğun Ev Kaderindir’ dizisinde ‘kader motifi’nden bahsediyorsunuz. Doğduğumuz ev bize neyi öğretiyor?
Bu dünya keyifli bir yer mi yoksa sorunu hiç bitmeyen, tehlikelerle dolu bir dünya mı; bunu önce annelerimizden öğrenmeye başlarız. Annelerimizin ruh haliyle çok ilgilidir. O nedenle bebeklerin babalarıyla tanışmaları daha geç olur. Babanın esas devreye girdiği yer, anne üzerinden olur. Ona huzur veren, onu seven bir eşi varsa anne mutlu, güvende ve huzurlu olacak; bebek de anneden o hissi daha kolay alabilecek. Yani bizler doğduğumuz evde önce, dünyanın nasıl bir yer olduğunu öğreniyoruz.
Çocukken herkesin yaşadığı farklı travmalar var ama...
Hepimizin hayatında, 7 yaşımıza kadar olan süreçte aldığımız yaralar var. El üstünde büyütülsek de hiçbirimizin hayatı sorunsuz gitmez. Hayatın doğası bu. Özellikle en yakınlarımızdan başlayarak çevremiz bizi yaralar. Bunlar çoğunlukla bilinçsiz yaralardır. Hiçbir anne bilerek çocuğunda kalıcı hasarlar bırakmak istemez. O nasıl bir çocukluk yaşadıysa çocuğuna öğretebilecekleri de o kadardır. Bazılarımızın ağırdır yaraları, bazılarımız daha hafif atlatırız ama insanın acıyı tanımadan yetişkin olma şansı yoktur. Bu acılar canımızı yaksalar da bizi geliştirirler. Doğduğumuz evde hayata gözlerimizi açar, orada hayatta kalmayı başarır, orada yaralanır, sonra da o yaraların bizi götürdüğü yere gideriz.
Farkındalık işin yüzde 51’i
 Siz ‘kader motifi’ni de “Çocukken bizi yaralayan yakınlarımızla aynı motiften insanları seçip hayatımıza almamız” olarak açıklıyorsunuz. İnsan bu hatayı neden tekrar yapar?
Çok net bir matematiği var bu işin: Anne çocukluğunda dayak yemişse, itilip kakılmışsa, aşağılanmışsa muhtemeldir ki kendi çocuğuna da bunu yapar. Ya fiziksel ya da psikolojik şiddet gösterir. Halbuki mantık bize şunu söylüyor: Anne bunun acısını biliyor, çocuğuna yapmaz. Fakat geçmişte yaşadığımız şeylerin, o kokunun, evde teneffüs ettiğimiz o havanın, ilk öğrendiğimiz duyguların peşine düşeriz. Çünkü biz aynı zamanda o insanlar sayesinde bugünlere geliriz.
Biraz daha açar mısınız?
Yani bu kişiler bize bir yandan bakıyorlar, yedirip içiriyorlar; bir yandan da bizi yaralıyorlar. O zaman zihnimiz şöyle çalışıyor: Yine de güvenilir insan, yanımda olan insan budur. Bugün dövüp sövüyor, ertesi gün “En sevdiğin yemeği yaptım” diyor. Böylece bize çocukluk acılarını tekrar yaşatacak kişileri gözünden tanır; başkasına değil, ona âşık oluruz. Hayat onu ellerimizle buldurur bize. Herkes hayatına baktığında şu matematiği net görecektir: Ya evde yaşadığı zulüm ve şiddetin çok benzerini şu an yaşıyordur ya da bunların tam tersini seçmiştir ve mutsuzdur.
 Evde şiddet uygulayan profilin tersi bir seçim yapan insan neden mutsuz olur?
Çünkü tanımıyor o kadını ya da erkeği. Geçmişte hiç tanımamış. Tanıdık olmayan bir koku ve renk. Bu sefer kendi başlar şiddet göstermeye. Şiddet gören insan ya uygular ya da bunu görür. Birinci ihtimal, şiddeti ona gösterecek olanı seçer. Bulamadıysa da kendi yapmaya başlar.
 Bu sarmalın içinden çıkmak nasıl mümkün peki, onu da anlatır mısınız?
Fark ederek! Bu kadar kitabı işte tam da bu yüzden yazıyorum ben. Farkındalık işin yüzde 51’i. Kendinize “Ben hayatıma ne yaptım, nasıl seçimler yaptım, bunu neden yaptım” diye sorup cevaplarını bulabiliyorsanız işin yüzde 51’i bitmiştir zaten. Çünkü yakalarsınız kendinizi. Bir de bunları bir psikiyatrla konuşursanız her şey çok daha kolay olur.
Psikiyatr Gülseren Budayıcıoğlu: Bize çocukluk yaralarımızı tekrar yaşatacak kişiyi gözünden tanır ve ona âşık oluruz

Başrollerini Demet Özdemir ve İbrahim Çelikkol’un paylaştığı ‘Doğduğun Ev Kaderindir’in ikinci bölümü önümüzdeki çarşamba yayımlanacak.
‘Çocukerkil’ ebeveyn olmayın

 ‘Kader motifi’ kişinin çocukluğunda başladığına göre ailelere tavsiyeleriniz neler?
Ben ebeveynlere “Çocukerkil aile olmayın” diyorum. Kendi hayatımızı yaşarken çocuklarımızı da koruyup kollayalım ama çok büyük fedakârlıkları da önermiyorum. Çünkü bu faturayı daha sonra bu çocuklar nasıl ödeyecekler? Ben hep ‘karar davranış’lar öneriyorum. Hiç uçlara gitmeyelim. Çocuklarımıza aşırı ihtimam göstermeyelim ama bir yandan koruyalım, onları sevdiğimiz kadar sayalım. Bunu en önemli tavsiye olarak söylüyorum: Çocuk saygı görmeyi bizden öğrensin. Hakkını savunduğunda onu susturmayalım. Arada bir ondan özür dileyelim, anne-babanın da hata yapabileceğini onlara gösterelim. Arada bir de sınır koyalım.

BAKMADAN GEÇME!