Hidayet hikáyesi mi? İstemez almayayım

Güncelleme Tarihi:

Hidayet hikáyesi mi İstemez almayayım
Oluşturulma Tarihi: Mart 18, 2005 00:00

SİS için ‘Beyaz karanlık’ demiş Tevfik Fikret...Şu sisli İstanbul gününde, sisler altındaki Boğaz’a şöyle bir baktım ve ‘şair haklı’ dedim.Hepsi bu...Sonra ‘kapalı mekan’a geçtim. Mekanıma...İlk işim, günün anlam ve önemine uygun olarak, ‘Sis’i bir kez daha okumak oldu.Görmüş geçirmiş yaşlılara özgü bir yüz ifadesi takınıp, ‘Şair ne de güzel anlatmış’ diye geçirdim içimden.***Sonra günün rutini başladı: ‘Gelen posta’ yığınını karıştırdım ilk iş olarak.Hiç açmadan çöp kutusuna yolladığım bir sürü ıvır zıvırın arasına sıkışmış ‘Gerçeğe Doğru’ adlı bir dergi geçti elime. Türkiye’deki nevzuhur Protestanların yayımladığı bir ‘misyoner dergisi’ydi bu. Sayfalarını hızla karıştırırken ‘Sis’ şairinin oğlunun papaz olma hikayesiyle karşılaşmayayım mı?Hatırladınız mı olayı?Hani Tevfik Fikret’in adına şiirler yazdığı biricik oğlu Haluk vardı.Hani canım, Türk Edebiyatı’nın meşhur Haluk’u... ‘Haluk’un Defteri’ adlı kitapta ideal Türk genci olarak tanımlanan zat. İşte o Haluk, babasının beklentilerinin aksine, gittiği Amerika’dan Türkiye’ye gelmemiş, kendisini kiliseye adamış ve en üst dereceden papaz olmuştu da, 40’ların, 50’lilerin Türkiyesi, bu ‘müthiş olayı’ öğrendiğinde ilk milli şaşkınlığını yaşamıştı.Sonra bu olay, bir daha hatırlanmamak üzere çekmeceye kaldırılmıştı.İşte bugünün ‘misyoner dergisi’, kutlu bir zafer havası içinde bu hikayeyi çekmeceden çıkarmış, gözümüzün içine sokuyor.Haluk’un kilisede vaaz verirken çekilmiş fotoğrafıyla süslenen hikaye, ‘Unutmayın, bir zamanlar en aydınlanmacı şairinizin biricik oğlu bizim tarafa geçmişti, öyle misyoner karşıtı havalara girmeyin’ edasında anlatılıyordu.Yazıda biraz da bizdeki ‘hidayet öyküleri’ kıvamı vardı.***Oldum olası ‘hidayet öyküleri’ne karşı geliştirilen aşırı olumlu ya da olumsuz tepkilerden hiç hoşlanmamış biri olarak ‘misyoner dergisi’nde karşıma çıkan bu hikayeden hiç hoşlanmadım.Yanlış anlaşılmasın, mesele Haluk’un Proteston mezhebine intisap etmesi filan değil.Ben örneğin ‘Dünyaca ünlü pop şarkıcısı Cat Stevens hidayete erdi ve adını Yusuf İslam olarak değiştirdi’ tarzındaki haber karşısında da kendimi sarsılmış hissetmemişimdir.Hatta bu türden gelişmeler karşısında başta Türkiye olmak üzere tüm İslam dünyasının sarsılmasını hafiften bozularak, biraz da utanarak izlerim.Çünkü en fazla ‘Allah kabul etsin, kendisi için hayırlı olsun’ filan denilerek geçilmesi gereken bu tarz olayların abartılmasının temelinde bir kompleksin yattığının farkındayım.Sanki Batı karşısındaki iki yüz yıllık mağlubiyetimizin öcü, ‘İhtida eden ünlü Batılılar’ eliyle alınıyor.Bu yaklaşım tarzını pek zavallıca bulurum.İslam’ı seçen ünlü Batılı’nın, bu seçimi yaptığı andan itibaren, Müslümanlar eliyle ‘evliya’ mertebesine çıkarılmasına bu nedenle hep itiraz ettim.Ama kompleks o kadar derinlere işlemiş ki, her itiraz ettiğimde karşıma güçlü bir direnç çıktı.***Oysa din seçmek, din değiştirmek çok bireysel bir iştir. Bundan bir toplumsal mesaj çıkmaz.Hele ‘Bak işte filanca da bizim dinimizi seçti, çünkü en mükemmel din bizimki’ gibi bir yaklaşım, baştan aşağı sakattır.Çünkü bu yaklaşım hem inandığımız dine karşı bir güvensizlik içinde olduğumuzu gösterir, hem de önemli biri bizim dinimizi bırakıp başka bir dine geçtiğinde söyleyecek bir şey bulamayız.Hangi din söz konusu olursa olsun, eğer kendimizi ‘kompleksiz bir dindar’ olarak tanımlıyorsak olaya bakışımız şöyle olmalıdır:‘Ünlü birinin bizim dinimizi seçmesiyle dinimiz şereflenmez. Şereflenen o seçimi yapan kişidir.’
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!