Hiçbir kadınla temasınız olmayacak dense ne çalışan bir adam kalır ne tıraş olan, ne de yıkanan...

Güncelleme Tarihi:

Hiçbir kadınla temasınız olmayacak dense ne çalışan bir adam kalır ne tıraş olan, ne de yıkanan...
Oluşturulma Tarihi: Nisan 13, 2003 00:00

Bu röportajı ne kadar eğlenerek, keyif alarak yaptığımı tahmin bile edemezsiniz. Ne kadar uzun zamandır onunla röportaj yapmak istediğimi de. Yıllardır peşindeydim. Sorularımı sorduğum kişi, bizim mesleğin duayenlerinden biri: Ercan Arıklı.

Medya dünyasının çok yakından tanıdığı bir patron kendisi. Haftalık adında haftalık yeni bir haber dergisi çıkarıyor olmasaydı (önümüzdeki perşembe) eminim beni yine reddedecekti. Sanırım yeni çıkaracağı derginin hatırına bu röportajı kabul etti. Ben de gazeteciliğe onun yanında başlamış biri olarak, kendimi sansürlemeden Allah ne verdiyse sordum. Biz ondan öyle öğrendik!

Kendinizi ne kadar cazip bir erkek olarak görüyorsunuz?

- Yanımda çok çok hoş bir kadını taşıyabilecek kadar cazip buluyorum kendimi...

Türkiye'nin hatta dünyanın pek çok şöhretli kadınıyla birlikte oldunuz. Bir kısmıyla evlendiniz bile. Ama sizin bir Richard Gere olduğunuz söylenemez! Bu işin sırrı ne?

- Sır filan yok. Mesele flört ettiğin kadını mutlu etmek. Ve her kadın farklı bir kişilik, tek yani, eşi benzeri yok, bunu bilmek. Ona göre davranmak. Ben maçoyum diyenler var. Sen maçoysan, bütün bulacağın kadınlar da maçodan hazzeden tek tip kadın olacak! Halbuki sen davranışlarında esnek olursan, sana bir cennet vaat ediliyor. Bir de ben duygularımı göstermekten çekinmem. Çevre varmış, o varmış, bu varmış, aldırmam. Yakışır, yakışmaz bakmam.

Loft'ta cırt diye sevgilinizle öpüştüğünüz oluyor yani!

- Umumi yerlerde dikkat ediyorum. Ama mesele öpüşmek istediğini zarif bir biçimde belli etmek. O anda öpmek gerekmiyor yani!

Siz bu kadın meselesini çözdünüz mü?

- Kadını çözmek diye bir şey yoktur ki. Çözülmez. Milyonlarca kadın var. Milyonlarca mesele var. Hangi sersem bu soruya evet diyebilir!

Hálá şaşırtıyor yani kadınlar sizi...

- Elbette. Ama tecrübe dediğin şey, burada devreye giriyor. Duraksadığın süre kısalıyor. Kendini hemen duruma adapte ediyorsun.

Kadınlara dair ‘‘50'mden sonra şunları şunları keşfettim. Hıyarlık etmişim. Daha önce fark edemedim...’’ dediğiniz şeyler var mı?

- Her kadın ‘‘unique.’’ Tek yani. Şu bitkileri görüyorsun, hepsi güya çiçek ama 50 bin tane çiçek var yeryüzünde. Birine çok su vereceksin, birine az su vereceksin, birini güneşe çıkaracaksın, diğerini gölgede tutacaksın. Kadın da öyle. Yani bütün kadınlara gidebilecek genel kurallar yok. Evet hepsine su vereceksin ama süresi farklı, miktarı farklı. Kadın çok başka bir yaratık yani...

Erkekler daha mı prototip?

- Erkeği çözümlemek, kadını çözümlemekten 10 defa kolay. Bu kadar değişik tepki veremiyorlar. Çok kısa bir sürede erkeğin bir davranışından neredeyse bütüne gidebilirsin: ‘‘Burada bunu bunu yapan, orada şunu şunu yapar.’’ Bir kadında, nerde? Kendi küçük kafanda oluşturduğun şablona uymaları mümkün değil. Onları eşsiz yapan da bu. Zaten yaşamamızın nedeni kadınlar.

Belki de sadece sizin için öyledir!

- Yok, yok bütün erkekler için öyle. Tek fark ben bunu cesaret edip söyleyebiliyorum. Yeryüzündeki bütün erkeklerin amacı, kendilerini kadınlara beğendirmektir. İşteki başarı, bütün o hırslar, para kazanmalar, geliyor kadına endeksleniyor. Erkeklere 4 yıllığına hiçbir kadınla temasınız olamayacak dense, ben sana söyleyeyim, ne çalışan bir tane adam kalır, ne tıraş olan, ne de yıkanan...

Peki sizce iyi bir evliliğin formülü nedir?

- Valla, üç kere evlenip ayrılmış bir adama bu sorulur mu bilmiyorum. Bu işi götürenlere saygısızlık sanki!

Siz her şeyi denediniz de. Ayrı ülkeler, ayrı evler. Hani belki süzdüğünüz, bildiğiniz bir şeyler vardır herkes faydalanır....

- Rahatlıkla evlilik kurumunu mutlu sürdürebilmenin mümkün olmadığını söyleyebilirim. İnsan karakterine daha ters düşen bir kurum yok çünkü. Ya taraflardan biri sersem filan olacak, ya da her iki taraf da çok kanaatkar ve çok azla mutlu olan insanlar filan. Onun dışında imkansız.

EVLİLİLİK GENETİK YAPIMIZA TERS

Mutlu evli yoktur yani!

- Vardır da. Üç yıl! Bir yaşam boyu süren mutlu bir evlilik olamaz. Genetik yapımıza ters. Kıskançlığı kontrol altına alamıyorsun, şiddeti alamıyorsun, neymiş genlerimizde varmış, peki nasıl oluyor da evlilik gibi bir müesseseyi fevkalade yürütüyorsun? Hayal. İllüzyon. Bir aldatmaca. Ya yasalarla evliliği revize edeceksin ya da bir seçenek daha var, birtakım şeyleri sorgulamadan yaşayacaksın. Bunun illa da birbirini rezil edercesine olması gerekmiyor. Üzmeden de belli özgürlükler çevçevesinde evlilik yürütülebilir. Ben ayrı evlerde yaşadım ayrı ülkelerde de. Daha ideal bir konum olamazdı. 15 gün İsviçre, 15 gün Türkiye. Ama bir süre sonra gitmiyor, yürümüyor...

Peki ne oluyor?

- Evlilik denilen şey yaşamın gerçeklerine ters düşüyor.

İyi de dünyada bilmem kaç milyar insan evli...

- Çevrendeki 15 yıllık evli çiftlerin hayatına bak. Dışarıdan iyi görünüyor değil mi, içine girince göreceksin ki, maalesef öyle değil. Mesele mutlu bir şekilde yürütmek. Yoksa evli kalmak adına bir beraberliği zorla sürdürmek değil... Yine de evliliği götürenler var ama onlar azınlıkta.

63 yaşındasınız ve yeni projelere giriyorsunuz...

- Ya öyle. 14, 15 yaşındayken hepimizin babası 52, 53 yaşındaydı. Biz onlara ‘‘Bugün yarın gidici bunlar!’’ diye bakardık, kendimizi hazırlardık. 50, o zamanlar yaşlı geliyordu bana. Bugün 63 yaşımda yeni projelere giriyorum. Hatta sırada ne var diyorum. Hayaller kuruyorum...

Elde etmeye çalıştığınız, sizin olsun diye uğraştığınız ya da rekabet edip yarıştığınız bir şeyler var yani!

- Maalesef! Her bakımdan içimde kalan çok şey var!

Peki bundan sonrası için hayattan beklentileriniz?

- Tek bir beklentim var. Ötekileri çözümledim gibi geliyor. Kendi elimde olmayan, beni süründürecek hastalıklar. Onlar olmasın yeter. Onun dışındaki her şeyi atlatırım gibi geliyor. Sevdiklerime bazen diyorum ki, ‘‘Size miras bırakacağım, Alzheimer filan olursam, adam tutun ve beni vurdurun...’’

FELAKET İNSANIN BAŞINA GELEBİLİYOR

Geçmişte son derece trajik şeyler yaşadınız, buna rağmen her şeye göğüs gerdiniz. Bunu nasıl becerdiniz?
Nasıl üstesinden geldiniz...

- İnsanın inanılmaz bir direnç gücü var. Ama çok acı olaylarla karşı karşıya kalmadan bunun bilincinde olamıyor. Nelere göğüs gerebileceğini tahmin bile edemiyor. Denir ki mesela, ‘‘O, şöyle şöyle yaparsa kendimi öldürürüm.’’ Kişi, başına gelmediği için bunu samimi olarak söyler. Ama başına geldiğinde o, bütün vücut ve ruh mekanizması devreye giriyor. Çünkü insan müthiş bir makine. Şuna benziyor, birine 100 metreyi kaç saniyede koşacağını sorarsan, vereceği bir cevap var değil mi, ama arkasından bir tank geliyorsa, o süre değişir. Hayatta insanın başına pek çok felaket gelebiliyor ama vücut ona direnme gücü veriyor. Muhakkak ki unutmuyorsun, iz bırakmaması da mümkün değil, bırakıyor ama o acıyla yaşamasını öğreniyorsun. Kontrol altında tutabiliyorsun.

İçinize bastırıyorsunuz yani?

- Hayır, kontrol altında tutmakla, gizlemek, saklamak, bastırmak aynı şeyler değil. Farkındasın. Bütün olan biteni biliyorsun. Unutmuyorsun. Ama dengede tutabiliyorsun. O ruhsal mekanizma sana o gücü veriyor. Biraz da yapı meselesi. Koyvermemek gerekiyor. Ben vermem. Ah vah şunlar şunlar oldu demem.

Kendinizde en sevdiğiniz özellik?

- Sinir bir kelime var ya ‘‘cool’’, ben öyleyim. Olaylara soğukkanlı yaklaşmasını bilirim. Öfkem de kontrollüdür. En büyük meziyetim budur. Paniğe kapılmak diye bir şey olmaz bende...

Hálá en sık kullandığınız kelime ‘‘yavrucuğum’’ mu?

- Bir de bebeğim. Değişmesi mümkün değil. Seviyorum da o sözcükleri...

Herkesten daha iyi yaparım dediğiniz bir şey...

- Çok emek verdiğim her şeyi çok iyi yaparım. Belki de sadece iyi yapabileceğim şeylere emek veriyorumdur, ötekileri bilinçaltı ekarte ediyor olabilir, kimbilir. Ama emek vermek önemli. Kendi mesleğimle ilgili mesela, yurtdışındaki bir yayıncıdan bile daha fazla okuduğuma eminim, çok emek verdim yani, başarılı olduysam bu yüzden. Tavlada önüne gelen herkes beni yenerdi eskiden. Çünkü emek vermezdim. Sonra yurtdışına gidince baktım ki, tavlaya başka bir oyun muamelesi yapılıyor. Tamam, şansın rolü büyük ama oyunun bir stratejisi var, ihtimal hesapları var, öğrenmek gerekiyor, öyle zarı sallamakla olmuyor. Tonla kitap okudum. Benim artık tavla oynayıp, karşımdakini yenmemem söz konusu bile değil. Kendi ligimde sadece kendimle mücadele ediyorum. Şu an oynadığım insanlar 3. ligden. Çaresizlikten oynamak zorunda kaldıklarım. Hakikaten gerçek bu. Abartmıyorum!

HİÇBİR ŞEYİN SONUNU GETİREMEDİM

Hiç yaşlanmıyorsunuz. Bunu nasıl beceriyorsunuz? Oranıza buranıza bir şey mi yaptırıyorsunuz?

- Yooo. Üstelik her şeyi yiyorum ama kararınca yiyorum. Vitamin alıyorum. Spor yapıyorum. Ama daha önemlisi ben geçmişe dönük yaşamıyorum. Ve eğlenmeye bakıyorum. Sevdiğim işleri yapmaya çalışıyorum. Bu banka olaylarından dolayı çok zor bir iki yıl geçirdim, strese girdim, yoksa daha fit görünebilirdim. Allahtan bitti o hadise...

Peki kendinizle hesaplaştığınızda, muhasebe yaptığınızda eksik olan bir şey yok mu? Açık verdiğiniz bir yer...

- Hiçbir şeyin sonunu getiremiyorum ben. Böyle bir sorunum var. Bu ilişkilerimde de böyle, iş hayatımda da. Bir yere kadar geliyorum, sonra sıkılıyorum. Süreleri değişiyor ama her şey sonunda beni sıkıyor. Bazıları bir şey yapar ve bütün amaçları onu devam ettirmektir. Bende öyle olmuyor. Oysa başladığım her şeye fevkalade iyi başlıyorum. Mesela özel ilişkilerimde, an geliyor frekans tutturamıyorum. Oysa başlarken ben hep karşımdakinden daha coşkulu oluyorum, sonra o yükselmeye başlıyor, zaman geçiyor, ne oluyorsa oluyor. Ben artık onu o yüksek frekansta çok fazla tutamıyorum. Çünkü benim hislerim düşüşe geçmiş oluyor.

ANDROPOZ MU DEDİNİZ HAYIR GİRMEDİM

Andropoza girmiş olabilir misiniz?

- Zannetmiyorum. Bilimsel olarak erkekler andropoza giriyor. Bu ne anlama geliyor? Belli hormonların, enzimlerin artık üretilememesi. Bazı fonskiyonlarının çalışmaması. Ama hormonların belli oranda hálá salgılanıyorsa girmen mümkün değil. Bu da biraz insanın kendi elinde. Ben kendime iyi bakıyorum.

Ölene kadar kadınlarla ilişkiniz olsun istiyorsunuz yani!

- Elbette. Zaten bilimsel olarak insan 120 yaşına kadar planlanmış. Bütün fonksiyonlarıyla. Buna cinsellik de dahil. Gidip de manyakça günde iki paket sigara içersen ya da alkolik olursan, bu yaş iniyor. Yoksa cinsellik hayatının sonuna kadar devam eden bir olgu...

BUGÜNKÜ AKLIM OLSAYDI KÖŞE YAZARI OLURDUM

Yayıncılık da yöneticilik de, belli sürelerde yapılacak işler. Halbuki yazarlık öyle değil. Bilincin yerinde olduğu sürece yapabilirsin. Becerebilir miydim bilmiyorum ama bugünkü aklım olsaydı, kendimi geliştirme faaliyetlerimi yöneticiliğe değil, yazarlığa verirdim. Başarılı bir yazar, başarılı bir yöneticiden çok daha fazla imkanlara sahip olabiliyor...
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!