Gecelerin acılı türkücüsü aslında memur kütüphaneci

Güncelleme Tarihi:

Gecelerin acılı türkücüsü aslında memur kütüphaneci
Oluşturulma Tarihi: Nisan 05, 2003 02:09

47 yıllık yaşam hikayesinde yoksulluk, acı, kırık bir aşk hikayesi, kız kaçırma, kan davası dahil her şey var. ‘‘Beni besleyen de yaşamım. Acısız sanatçı olmaz’’ diyor Hasan Karadaş. Daha ilkokul yıllarında, Yılmaz Güney'in Pire Nuri adlı filmini seyretmek için naylon ayakkabılarını satıp bilet aldığı günlerde, sinema oyuncusu olmaya karar vermiş.

Türkücülükte meşhur olup, sinemaya kapağı atmayı hedeflemiş. Bu yolda yürümeyi sürdürüyor: ‘‘Röportaj teklifinizi bu nedenle kabul ettim zaten’’ diyor.

Öğretmen Lokali'nin şef garsonu, üzerine istek türkü karalanan peçeteyi sahneye uzatıyor. Hasan Karadaş (47) o sırada bir buçuk saat sürecek programın ortalarında. Elinde mikrofon, ‘‘Berivan’’ı isteyen masaya yöneliyor. Ekolu mikrofonda sesi yankılanıyor: ‘‘İsteğinizi yerine getirmezsem buradan çıkamam!’’

Kolay değil, istekte bulunan gündüz mesai saatlerindeki müdürü. Saygıyla masadakilerin önünde eğilirken kaş göz işaretiyle başla talimatı veriyor orgçuya. Şimdi sesi kasetlerindekinden bile daha yanık: ‘‘Dağ başında bir gül gibi boynu bükük kalan yarim, dikenleri acımadan yüreğime eken yarim....’’

Türküsünü söylerken, masadan masaya dolaşıyor. Sıra hareketli parçalara gelince salondakilerle halay çekiyor. Aralarından biri, az önce istekte bulunan Milli Eğitim Şube Müdürü Ömer Gül... Sahnede yine bir saygı fırtınası esiyor.

TAM ZAMANLI MEMUR

Hasan Karadaş, bir koltuğa birkaç karpuz sığdıranlardan. Tam zamanlı memur. Yarım zamanlı türkücü. Resim yapıyor, şiir yazıyor, filmlerde oynuyor, kaset çıkarıyor. Gündüz lacivert takım elbise ve kravatıyla İstanbul, Osmangazi Lisesi'nin güleç yüzlü kütüphanecisi. Okulda morali bozuk olan ona gelip, ‘‘Patlat bir türkü Hasan Ağabey’’ diyor.

Geceleri ise janjanlı beyaz ceketi, papyon ve mikrofonuyla bambaşka biri. Öğretmenevi ve varoş müzikollerinin aranan türkücüsü. Gülmeyi, güldürmeyi bilen şovmen. Hayali, geciken şöhreti er geç yakalamak. Geride bir kalp krizi bırakmış. Saçlarındaki aklar, kömür siyahı saç boyasıyla yok edilmiş. Yine de umudunu koruyor. Bir gün sahne ve sinemanın aranan yıldızı olmaya kararlı.

KAHVEDE PARLADI

Karadaş Elazığ doğumlu. Çocukluğu boyunca dokuz kardeşiyle birlikte Malatya, Elazığ, Adana arasında şehir şehir dolaşmasının nedeni kan davası. Kapıcılık, boyacılık derken, ‘‘ünlü olmak’’ için soluğu İstanbul'da aldı. Bulaşıkçılık, lahmacunculuk yaparken uğradığı Artistler Kahvesi'nde Yeşilçam çevresiyle tanıştı. Bir gün Serdar Gökhan ‘‘Git buralardan, perişan olma. Evine dön’’ dedi. O sıralar onu dinlemedi.

Sonraları Adana'ya döndü, boyacılık yaptı. Bursa'ya gitti inşaatlarda çalıştı. Hayranı olduğu Tatlıses gibi inşaatlarda avaz avaz türkü söyledi. Ama keşfedilemedi.

Yılmadı, Bursa'nın Aşıklar Kahvehanesi'nde denedi şansını. Kahvenin kıdemli türkücülüğünden düğün salonlarına, yazlık çay bahçelerine geçiş yaptı.

Asker dönüşü bir kez daha karşılaştı acı gerçekle. Gündüz boyacılık, akşam türkücülükle geçinmek zordu. Akşam lisesini bitirip Milli Eğitim Müdürlüğü'ne başvurdu, memur oldu. Bu arada ‘‘nasıl olsa yoksula kız vermezler’’ deyip sevdiği kızı kaçırdı. İki çocuğu oldu. Oğlu şimdi 21 yaşında, kızı ise 19.

KASET KARŞILIĞI BOYA

Bursa Kapalı Spor Salonu'nda Edip Akbayram gibi zamanın ünlü sanatçılarıyla 5 bin kişiye verdiği konser, türkücü kariyerinin patlama noktasıydı. Bursa artık ona dar geliyordu. Tayinini İstanbul'a istedi.

İstanbul'daki müzikhollere girmek zor işti. Çaldığı her kapıda aynı soruyla karşılaştı: Masan var mı? Masanın müşteri anlamına geldiğini anlaması için biraz süre geçmesi gerekiyordu.

Beyoğlu ve Sabancı Öğretmenevlerinde, varoşlardaki gazinolarda program yapmaya başladı. İlk fırsatta Elazığ'ın türkülerinden oluşan ilk kasedi Çayda Çıra için stüdyoya girdi:

‘‘Stüdyo kiralayacak param yoktu, ben de stüdyoyu bedava boyadım. İlk kasedim çok sükse yaptı. Kendi türkülerimi seslendirdiğim ikinci kasedim Benim Dünyamı Yıktın Erzincanlı Kız'ı stüdyo parasını verip kaydettim. Araya by pass ameliyatı girmeseydi üçüncüsü çoktan çıkmış olacaktı...’’

BAŞIMA SİLAH DAYADILAR

Bir gün bir düğün salonunda program yapıyoruz. Herkes oyun havasıyla oynuyor. Adam, bana ‘‘Müziği keser misin’’ dedi. Ben de ‘‘Kesin lan, abim ortalığı dağıtır’’ dedim. Adam o anda silahı çekip kafama dayayarak, ‘‘Yapamamam mı’’ dedi. Şaştım kaldım. Adam, sarhoş. Ben de ‘‘Dur abi, müziği de keser, salonu da boşaltırız’’ dedim. Kasap havası çaldım. Adam mutlu oldu.

ESKİ DÜĞÜNLER BİR BAŞKAYDI

Eski düğünlerde insanlar daha saygılıydı, sanatçıyı dinlerlerdi. Toplum, şimdi sevincini de, saygısını da yitirmiş durumda. Eskiden düğünlerde yöresel havalar çalar, yemekler yapılırdı. Şimdi, bir düğün salonunda bir pasta, bir kola ikram ediliyor. Müzik ortamı her şeyden yoksun. İnsanlar kıyafetlerine eski özeni göstermiyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!