Fotoğrafçılık çapkın mesleği

Güncelleme Tarihi:

Fotoğrafçılık çapkın mesleği
Oluşturulma Tarihi: Şubat 22, 1998 00:00

Haberin Devamı

Ara Güler'le fotoğrafın sanat olup olmadığını konuşmadık. Yitip gittiği söylenen İstanbul'u da. Hatta fotoğraf dışında konuşalım derken ipin ucunu kaçırdık, Pamukbank Fotoğraf Galerisi'nde 28 Mart'a kadar açık olan ‘‘Ara Güler Klasikleri’’ sergisinden bile söz etmedik. Albüm sayfasının gereği olarak çocukluğunu, gençliğini, fotoğraf dışındaki Ara'yı anlattı. O kadar güzel anlattı ki, ‘‘çok aksidir, fena fırçalar, Allah yardımcın olsun’’ telkinleriyle gittiğim ofisinden çıkarken ağzım keyiften fiyonk biçimini almıştı. ‘‘Allahaşkına söyleyin’’ dedim, ‘‘sizin nereniz aksi?’’ O da bana sordu: ‘‘Tabii ya, bana aksi diyorlar, aksi miyim ben?’’ Aksi değilsiniz. Gençsiniz, güzelsiniz, matraksınız. O kadar ki, insanın ömrüne ömür katarsınız. Gerçi şu ana kadar benim gibi düşünene rastlamadım, ama farketmez. Ben sağda solda aksi olmadığınızı anlatıp duruyorum.

Birbirimizle yarışır gibi içtiğimiz sigaraların bilmiyorum kaçıncısını söndürürken, gözüm Ara Güler'in oturduğu masanın arkasındaki yazıya takıldı. Beyaz bir metal levhanın üzerinde kırmızı harflerle ‘‘no smoking (sigara içilmez)’’ yazıyordu. ‘‘Aaa, yasak mı burada sigara içmek’’ diye sordum. Gülerek cevap verdi: ‘‘Hayat ne biliyor musun? Orada no smoking yazacak, sen de önüne geçip sigara içeceksin. Yazmasa da içersin tabii, ama en iyisi böyle yazarken içmek.’’ Bu şahane felsefeden sonra röportajı toparlamak kolay olmadı, sohbet daha çok şamatayla sürdü. Neyse ki, çocukluğunu, gençliğini, sinema tutkusunu, ilk çektiği fotoğrafı, fotoğrafını çekmek istediği kişileri daha önce anlatmıştı.

Damdaki çocuk

1928 yılında Taksim'de doğar Ara Güler. Babası Beyoğlu'ndaki Hacopuna Pasajı'nda eczacılık yapan Dacat Güler, annesi ev hanımı Verjin Güler'dir. Kışları Beyoğlu'nda, yazları Suadiye'deki sayfiye evlerinde güzel bir çocukluk geçirir. Kısa pantolondan kurtuluşuna denk gelen yıllardan birinin başında, yani bir yılbaşında, babası oğluna 35 milimetre bir sinema makinesi hediye eder: ‘‘O zaman sesli sinema çıkmıştı, sessiz filmler battal olmuştu. Babam onları az bir parayla alıp eve getirirdi. Ben de cumartesi pazar günleri arkadaşlarıma oynatırdım.’’

Çocukluğu sinemayla, sinemacı olma hayalleriyle geçer. Yazları film stüdyolarında; montajda, senkronda çalışır, kameramanlık yapar. Sonraları yönetmen olan Orhan Aksoy'la birlikte imtihanlara girerek, belediyenin verdiği sinema operatörü ehliyetini alır. Ancak sinema macerası bir yangınla son bulur: ‘‘18 yaşındaydım, Doğan Film Stüdyosu'nda çalışıyordum. Bir gün stüdyo aniden tutuştu, büyük yangın çıktı. O zaman filmler şimdiki gibi değildi, birden tutuşuverirdi ortalık. Ben o panikle dama kaçtım. İtfaiyenin damdan kurtardığı son adam ben oldum. Ondan sonra babam bir daha stüdyoya göndermedi. Sinema işi böyle bitti’’

Sinema biter, ama fotoğraf başlar. Liseden sonra İktisat Fakültesi'ne aynı günlerde de, yazı işleri müdürlerinden biri babasının arkadaşı olduğu için Yeni İstanbul Gazetesine girer, fotomuhabiri olarak çalışmaya başlar: ‘‘İlk çektiğim fotoğrafı da hatırlıyorum. O zaman Ticaniler denen gerici bir grup vardı. Atatürk'ün Gümüşsuyu'ndaki heykelini kırmışlardı. Basında ilk çıkan fotoğrafım o oldu.’’

1954'te, askerden döndükten sonra dönemin en meşhur dergisi Hayat'a girer. 1956 yılında dergi haftalık olur. Güler derginin fotoğraf müdürlüğünü yapmaya başlar. Aynı yıl Time, Paris Match, Stern gibi dergilerin muhabiriliğini yapmaya başlar.

Bundan sonrası başarılarla dolu fotoğraf yılları. Sayısız ödül, yapıt, ünvan, başarılı işler, ses getiren röportajlar... Röportaj yapıp fotoğraflarını çektiği ünlüler arasında, korku sineması ustası Alfred Hitchcock, ünlü ressamlar Picasso, Dali, Chagal, filozof Bertrand Russel, İndra Gandhi, ve daha bir dolu isim var. Hangisinden randevu almak zor oldu diyorum: ‘‘Randevu filan almadım. Denk geliyor be. Chagal ile röportaj yaptığımda, onun kitaplarını basan yayınevinin fotoğrafçısıydım. Otururken ben Chagal'ı çekmek istiyorum dedim. Hemen telefon ettiler, randevu aldılar. Bir kere de Amerika'ya davet edilmiştim. Gelmem, ben Amerika'yı sevmiyorum dedim. Israrlar üzerine, oradaki sanatçıları çekersem gelirim dedim. Hitchcock'u mesela o arada çektim. Yoksa onların yanına kolay gidemezsin. İngiliz Kraliçesinin yanına gitmek daha kolaydır. Çünkü kendisi değil, taht meşhurdur. Ama bunlar hakiki meşhur.’’ Bugün çekmek istediği üç kişi var: Yönetmen Steven Spielberg, fizikçi Stephen Hawking ve bilgisayarcı Bill Gates. Gates konusunda heyecanlı: ‘‘Bill Gates ne yapıyor ya farkında mısın, o suratsız adam? Dünyanın bütün birikmiş malzemesini kayda geçiyor. Bu ne demek ya!’’

Keyfine bak be yav!

Bir röportajında, ‘‘dünyada hiçbirşey hiçbir işe yaramaz. İnsanlar bir düzen kurmuşlar, Taş Devri'nden beri devam ediyor’’ diyordu. Peki o zaman neden yaşıyoruz, hiçbirşeyin anlamı yok mu deyince cevap verdi: ‘‘Yaşamın anlamı olduğunu mu zannediyorsun? Esasında var, ama yakalayamıyoruz. Senin elinde olmayan şeyler var. Birşeyi değiştirebiliyor musun dünyada, ferd olarak, fotoğrafçı olarak, sanatçı olarak? Biraz aydınlatıyorsun herifleri o kadar. De ki, Bill Gates herşeyi kaydetti disketlere. 3816'ıncı senede dünyanın yanından bir kuyruklu yıldız geçse, oradaki magnetik saha dünyadaki elektiriği çekse, bütün havaya gider. Aslında insanların büyük kısmı hiçbir işe yaramaz. Ne büyük imparatorlar vardı değil mi? Ne oldu, kim ipledi onları?’’

Uzun yıllar Redhouse Yayınevi'nden çalışan Suna Güler'le 25 yıldır evli. Çocuğu yok. 45 yaşında evlenmesine şaşırınca, daha önce bir evlilik yaptığını, resmi olarak iki kere evlendiğini söylüyor. Bu durumda sormak farz oluyor: Çapkın mısınız? Çok çapkın, müthiş çapkın: ‘‘Çapkınlığım bilinir. Zaten bizim meslek çapkın mesleğidir. Fiyakalı meslektir, doktora moktora benzemez.’’ Yazıyı yazarken, küfürleri çıkaracağıma dair söz vermiştim, ama son cümlenin orijinalini yazmak istiyorum: ‘‘Dünyaya gülersek daha iyi olur be yav. Yoksa bir sürü aksi pezevenk var. Aynı gün öleceksin be. Yaşa keyfine bak!’’

Babası eczacı Dacat Güler, annesi Verjin Güler. Ara Güler'in çocukluğu, babasının yılbaşı hediyesi olan 35 milimetre sinema makinesiyle, mahalle arkadaşlarına film oynatarak geçti. Doğan Film Stüdyosu'nda yangın çıkmasa, Ara o yangında dama çıkmasa, itfaiyenin kurtardığı son adam olmasa, bir daha stüdyoya gitmesi yasaklanmasa, belki de sinemacı olacaktı. Ara ve kuzini Mayda, Suadiye'deki yazlık evde.

İlk sergisini Amerikan Robert Kolej'de, 1954'te açtı. Kırkpınar güreşlerini izlemek için gittiği Edirne'de çektiği bu fotoğraf, Time Dergisi'nde yayınlandı, en ünlü fotoğraflarından biri oldu. Fotoğrafta Arapça Allah yazısının altında oturan iki çarşaflı kadın var. Soldan sağa: Ara Güler, doktor Şirin Devrim, eski asistanı Sedat Pakoy, Selmi Andak, Suavi Sonar.

Fotoğrafını çekip röportaj yaptığı onlarca ünlü arasında ressam Salvador Dali de var. Güler, bu fotoğrafları çekebilmek için randevu almakla uğraşmamış. Birçoğu denk geldi diyor. Mayıs 1971, Paris.

Ayaktakiler: Ara Güler ve Oğuz Akkan. Oturanlar: Fazıl Hüsnü Dağlarca, Aziz Nesin, Necati Zekeriya. Bu fotoğraf Cem Yayınevi'nin kurucusu Oğuz Akkan'ın ölümünden birkaç ay önce çekildi.

Sinema ilk göz ağrısıydı. Ancak ona sinemacı olmak değil, sinemacıların fotoğrafını çekmek düştü. Onbir defa izlediği Cannes Film Festivali'nde, şimdi Hürriyet Gazetesi'nin fotoğraf editörlerinden Oğuz Şeren ile birlikte. 1971.

1956 yılına ait bu fotoğrafın arkasına şu not düşülmüş: Ara Güler Hayat Dergisi'nde çalışırken ustası Hikmet Feridun Es ile bir röportaj mevzuu çalışırken.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!