Eğlence için kariyer yakarım

Güncelleme Tarihi:

Eğlence için kariyer yakarım
Oluşturulma Tarihi: Ocak 25, 1998 00:00

Ayşe ARMAN 38 yaşında. Robert Lisesini ve Boğaziçi Üniversitesini (Psikoloji Bölümü) bitirdi. Beyaz tenli. Bir çocuk sahibi. Evli. Halen annelik görevlerini ifa etmekte. İdeali altılı ganyan bayiliği. Kendi deyimiyle tembel biri. Kitapları: Haberci Çocuk Cinayetleri, Refakatçi, Mutfak Kazaları, Hiç Bunları Kendine Dert Etmeye Değer mi? Halen Radikal Gazetesi'nde köşe yazıyor ve herkesi kendisinden bolca söz ettiriyor.Uzakdoğu'da dolaştın, Tokyo'da ve New York'ta yaşadın. ‘‘İnsan New York'ta yapınca her yerde yapar’’ derler ya. Peki sen yaptın mı New York'ta? - New York'ta yaptığım hiçbir şey yok! Bazen kendimi başarısızlığın doruklarında görüyorum. Bir başarısızlık şahikasıyım ben. New York'ta bir eve kapandım. Üstümde beş kat eşofman, bütün gün sinemaya gidiyor, oto biyografi okuyor ya da uyuyordum. Kapağı New York'a atma sebebi neydi?- Çünkü acayip sıkılmıştım. Yani reklamcılıktan. Başarıyla transfer olmuş filan değilim! Fenalık geldi içime. Evimi kapadım. Kaçtım. Ben zaten bir dolu kez yaptım bunu. Önce televizyonumu satıyordum, evimi kiraya veriyor ve gidiyordum...Peki ya Uzakdoğu?- Oraya da öyle gittim. İlk üniversiteyi bitirince tüydüm. Master yapacaktım ya da iş bulup bir baltaya sap olacaktım. Yapamayacağımı anlayınca, annem bir sene Hindistan'a gitmişti, odur benim ilham perim, ben de onun izinden yürüyeyim dedim. Bir otobüse atlayıp Hindistan'a gittim. Lale Pudding Shop diye bir yer vardır ya efsane, orada board'da bir ilan görmüştüm. Almanların hipi otobüsüyle 14 günde Yeni Delhi'ye ulaştım. Epey zaman Asya'da dolaştım. Annem para vermeyi reddetmişti, babam da. Anneannemden aldım. İnanılmaz az parayla, fakir koşullarda oralarda dolandım durdum. Döndüm sonra tekrar gittim. Japonya'ya ve sonra Amerika'ya. Bunlar kaçış yerleri. Yoksa ne seyahat etmeyi severim ne bir şey...Neden kaçış?- Düzenli bir hayata geçmek istemedim. Reklamcılıktan, iş hayatından kaçış. Bir türlü adapte olamadım. Ben burada Robert Lisesi'ni bitirip sonra Boğaziçi'ne gittim. Sanki bir tepeden diğerine. Çok klostrofobik bir yer İstanbul. Herkesi tanıyorsun. Mesela sinemaya gidince bir tanıdığa rastlıyorsun bu benim çok moralimi bozuyordu. Hiçbir şeyi yaparken bir amacım yoktu. Yani ‘‘Hindistan'a gideyim de Budizmin derinliklerinde eriyeyim’’ demiyordum ya da ‘‘Gideyim hiç olmazsa hikaye biriktiririm’’. O an acayip sıkıldığım için aklıma Hindistan geliyordu. Mesela ben yazar olacağımı da düşünmedim. Her şey bana tesadüfi geliyor. Yani, amaçla, emekle tırnaklarımla hazırlanmıyor. Dışardan bir oyuncuyum gibi. Amaç gütmedim. Gütseydim Hindistan diye beş on kitap yazardım. Oysa, bir satır not bile tutmadım.Peki Hindistan nasıl etkiliyor insanı? Hidayete erdin mi?- Yok be, hidayet peşinde değildim. Sprituel insanlar okuyor ediyor, ben bu konuda hiçbir kitap filan okumadım. Orada tekkelerde kalıyordum ama sadece ucuz konut diye. Yani dini duyguları da kötüye kullanıyordum. Maceraperest filan da değilim. Bende korku nosyonu yok. Hani ‘‘Zoraki turist’’ diye bir film vardı. Benim durumum oydu. Ama şimdi Kadıköy'e geçeceğim zaman paniğe kapılıyorum, ‘‘Allahım nasıl karşıya geçeceğim’’ diye. Göz doktorum orada da. Sadece buralardan bunalmıştım.Yani zaman zaman oluyor bu sana...- Artık değil. 30 yaşına kadar! Peki ya evlilik?- Bir kaç sene birlikte yaşadıktan sonra evlendik. Evlenme günümü filan bilmiyorum. Çocuğum olacağı için evlendim.Rolünü çalıyorum: Şimdi hasta sensin, psikanaliz divanına yat ve çocukluğunu anlat. Anne, baba figürü ve çocuk figürü...- Annem, ben ve anneannem üçümüz biraradaydık. Ben hep şöyle diyorum: Elektra kompleksimi annemle yaşadım ben. Annemle çok yoğun bir ilişkim vardı. Annemdi meselem. Annemdi ailem.Baba figürü peki? Pazartesi Dergisi'ne yazdığın yazılardan bir tanesinde (Babasız Kızlar Balosu) babalı büyüyen kız çocuklarını anlatıyordun da...- Psikoloji olsun, torba dolsun diye yazmıştım onu. Tamam babalı büyüyen kız çocuklarına sıkı geçirmiştim orada! Hani vardır ya ‘‘Dady Dady’’ Marily Monroe tripleri. Ben öyle bir şey yaşamadım. Ama var bir babam. Ben 11 yaşındayken annemle ayrıldılar. Öyle vahim bir babasızlık durumu söz konusu değil.Annemle ilişkim dengesizdiPeki necidir annen, ne yapar?- Kimselerin annesine benzemez benim annem. Bazı insanların annesini televizyonda görünce ‘‘Ay şimdi ben onları anlıyorum ve affediyorum!’’ gibi oluyorum. O kadar inanılmaz ve korkunç geliyor ki anneleri! Annemin bir dolu alternatif arkadaşları vardı kendisi de öyleydi, bir kere çok entelektüeldir. Şukufe Teyze gibi kadınlar görmedim etrafımda, şimdi görünce ya saçma sapan bir şekilde korkunç beğeniyorum ya da onları Merih'den gelmişler gibi hissediyorum. Annemle ilişkim çok dengesizdi. Hem arkadaş gibiydik, hem kardeş, hem sevgili ama birden döner annelerin en acımasızı olurdu. Bir kere korkunç kavga ediyorduk, hala da ederiz. Ben annemin hayatının merkeziydim. İşi yoktu evde otururdu.Babanla görüşüyor musun?- Hayır.Peki sen çocukluğunu nasıl hatırlıyorsun?- Düzgün bir çocukluk yaşadım. 60'ların düzgün evleri olur ya. Annem tipik bir ev kadınıydı, ama mesela beni Sinematek'in filmlerine götürürdü. O çok kitap okurdu, bana da çok okuttu. Ben hiç şiir okumadım mesela. Ama çok şiir bilirim. Çünkü annem durduk yerde üç satır Atilla İlhan'dan Cemal Süreyya'dan patlatırdı. İlkokulda eve dönerdim evin içinde Burhan Uygur, bütün ressamlar şunlar bunlar, bizim evde bir ara kabile gibi yaşanırdı...Annen gurur duyuyor mu şimdi yaptığın şeylerden?- Ne yapsam beğenmez! Gerçi şiirlerimin, kitaplarımın iyi olduğunu düşünüyor. Ama mesela gazete yazısı yazmaya başlayınca çok ama çok bozuldu. Onun için bu bir düşüş. Bir tarafıyla ağır entel ama bir yandan da çok tutarsız ve çocuksu. Woody Allen filmlerindeki kadınlar gibi. Anneannem ben ve annem biz geçimsiz kadınlar kabilesi gibi bir şeydik. Yazılardaki ironinin kaynağı ne?- Nereden bileyim, normal hayatımda da böyleyim. Benim saçma bir kafam var, durmadan orasından burasından ayrıntılarla uğraşıyorum. Manyak bir kelebek koleksiyoncusu düşün, adam nasıl kelebeklerin etrafında koşmadan duramıyor benim de öyle. Bu da şahane bir durum değil.İnsanlardan ayrı uçlara savrulduğun oluyor mu bu yüzden? Kendini kötü hissettiğin, yanlız hissettiğin?- Ben zaten hep kendimi yalnız hissettim. Tek çocuktum. Annemin konkenci arkadaşlarının çocukları olsa belki arkadaşlarım olurdu. Hazırlık 1'de Panait İstrati'leri Jack London'ları okursan zaten yalnızsındır. Boyalı Kuş'u 11 yaşında okudum. İlkokul sonunda Suç ve Ceza'yı okudum. Hem de dünyanın en normal şeyiymiş gibi.Şimdi dönüp aileni suçladığın oluyor mu, sizin yüzünüzden ben böyleyim diye?- Yok canım.Peki ya kendi çocuğun için böyle bir yaşam öngörür müsün?- Çocuğum için çok daha normal bir anne olmaya çalışıyorum. Onu sıradan bir hayata doğru itmeye çalışıyorum. Ama diyor ki annem, ‘‘Sen sakın çocuğunu Kral TV'yle yetiştiren anne pozuna girme. Bu da palavra. Şimdi yaşı küçük olduğu için. Göreceksin, ileride sen de aynı şeyi yapacaksın’’.Kendimi aptal buluyorumBaşkalarıyla mı daha çok alay ediyorsun, kendinle mi?- Kendimi çok çok eleştiriyorum. Her şeyimi. Kendimi aptal ve başarısız buluyorum. Ama sözel zekam var. Kavrama hızım kuvvetli. Mesela fıkra dinleyemem, ikinci satırında neredeyse sonunu tahmin edebiliyorum. Film seyrederken de öyle. Ama bir yandan da hayatın pratik kısmıyla ilgili o kadar sakatlıklarım ve salaklıklarım var ki! Mesela yemeğe misafir geleceğinde bana felç iniyor. Melek'in oyun oynayacağı bir çocukla annesi geldi geçenlerde, sonradan o kadar kötü oldum ki! Sosis az olmuş. Makarna korkunç. Tatlıyı çıkarmayı bile unutmuşum, onlar gidince gördüm. Oysa ben de iyi bir ev kadını olmak isterdim.Bir yere ait hissediyor musun kendini?- Hayır hissetmiyorum. Ama ait olduğum bir kimlik de var. Ben ve arkadaşlarım biraz son Oğuz Atay kuşağıyız gibi.Ufff amma iddialı bir şey...- Yok. Tutunama
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!