Dostluk- Filia Ekspresi birinci peronda harekete hazırdır

Güncelleme Tarihi:

Dostluk- Filia Ekspresi birinci peronda harekete hazırdır
Oluşturulma Tarihi: Aralık 07, 2005 17:25

Selanik’e gitmek için iki yol var: Biri havadan Atina’ya uçmak, oradan da yarım saatlik uçak ya da üç saatlik tren yolculuğuyla kente ulaşmak. İkincisi ise Esenler Otogarı’na gidip bir otobüse binmek. Havayolunun meşakkatlerini herkes biliyor.

Uçak kalkmadan en az bir saat önce havaalanında bulunacaksınız. Bagajlarınızı verip pasaport işlemlerini
/images/100/0x0/55ea7691f018fbb8f8819a27
yaptıracaksınız. Atina’ya indiğinizde tekrar gümrükten geçip pasaportunuzu damgalatacaksınız. Sorulan sorulara tek tek ve sabırla cevap vereceksiniz. Kuyruklarda bekleyip ter dökecek, öfkeleneceksiniz. Avrupa Birliği’ne en karşı olanınız bile, ‘Bizi bir an önce şu AB denilen çarkın içine alsalar da şu çileden kurtulsak’ diyecek.

Otobüs yolculuğunu ise anlatmaya gerek yok: Sıra nizamında, dar alanda, ayaklarınız uyuşarak menzile ermeyi beklemek. İşte bu yüzden tren yolculuğunu çok severim. Bir istasyonda biner diğerinde inersiniz. Tuvalete gider, çayınızı, kahvenizi yudumlar, kompartımanlar arasında turalar, yeni dostlukların kapısını aralayan muhabbetler kurar, şehirler ve ülkeler arasındaki mesafeleri aşarsınız.

Bir cuma akşamı, yolculuğun başlangıcına yarım saat kala Sirkeci Garı’na vardık. Biz vardığımızda anonslar başlamıştı: ‘İstanbul’dan saat 20.00’de kalkacak olan Dostluk / Filia Ekspresi birinci peronda harekete hazırdır. Aynı anons Yunanca ve İngilizce tekrarlandı. Tam saniyesinde hareket etti katarımız. Hareketten birkaç dakika sonra vagonumuza gelen kondüktör nazik bir şekilde iyi yolculuklar diledikten sonra biletlerimizi alıp onayladı. Bizi yataklı vagonumuzun konforuyla başbaşa bıraktı.

Trene bindiğimizde bir restoranlı vagon olduğunu sanıyorduk. Çünkü, temmuz ayında sefere başladığında kamuoyuna yapılan açıklamada restoranın da bulunduğu ilan edilmişti. Biz yemekli vagondaki rakı ve uzo sohbetlerini fotoğraflayıp size farklı bir renk sunmayı umuyorduk. Fakat, birkaç seferinden sonra lokantalı vagon kaldırılmış. Bunun iki nedeni varmış: Birincisi lokanta yeterince talep görmemiş. İkinci sebep ise AB ülkelerine et ve süt ürünleri ihracatımızın sınırlandırılmış olması. Sadece sebze yemeklerine de kimse rağbet etmiyormuş.

TAVLA PARTİSİ VE KURABİYE

Habersiz olduğumuzdan tedariksiz bindik trene. Bizim dışımızda 29 yolcu daha vardı. Çoğu nevaleyi alıp binmişti. Tren rayların üstünde tıkırdarken börekler, çörekler, sandviçler masalara serilmeye başladı. Kondüktöre durumu anlattık, ‘Merak etmeyin, hallederiz’ dedi ve 15 dakika sonra trenin büfesinde hazırlanmış nefis sandviçlerle çıkageldi. Her yarım saatte bir meşrubat ve çay satışı yapıldığından kuru kuru mideye indirmek zorunda kalmadık sandviçleri.

Her oda iki yataklıydı ama Kutup, horlamasını kaydedip basına açıklayacağımdan korktuğundan olsa gerek yanımdaki odayı tutmuştu. Yan kompartımanda dört kişilik neşeli, sıcakkanlı bir grup vardı. Kutup, ‘Mis gibi bir kurabiye kokusu geldi’ deyip sağ cenahta bir keşif gezisine çıktı. Döndüğünde ‘Neşeli, sevinçli ve üstelik de tedarikliler, yanlarına şarap, bira ve fıstık bile almışlar’ dedi. Ben de yayıldığım koltuktan kalkıp neşenin merkezine doğru yöneldim.

Üç odaya yerleşmiş dört kişiden Halit ve Berrak Teker çifti, daha önce Selanik’i ziyaret etmişler ama ilk kez tren yoluyla kente gidiyorlarmış. Teker çiftinin arkadaşları Sinem Güldoğan ve Ali Bodur ise ilk kez göreceklermiş Selanik’i. Bir hafta öncesinden karar verip hazırlanmış ve yola çıkmışlar. Kekleri Berrak Hanım, kurabiyeleri ise Halit Bey yapmış. Nasıl da alımlı gözüküyor, ne de güzel kokuyorlar. Kutup, yan gözle masadaki nevaleyi süzüp ‘Ben kurabiyeyi çok severim’ dedi. Grup hiç oralı olmayınca ben devreye girip, ‘Türkiye’nin en iyi fotoğrafçılarından biri olan ve kurabiyeleri çok seven bu adam yetim büyümüştür’ deyince acıyıp nihayet masaya yancı yazılmamıza ses çıkarmadılar.

Kısa bir zamanda kaynaştık. İlerleyen saatlerde yanlarında getirdikleri portatif tavlayı açıp turnuva yaptılar. Görev sırasında tavla oynamamayı prensip edinmiş olan biz de tezahürat yapmakla yetindik. Neticede kızlar erkekleri yendi. Bu galibiyette bizim desteğimizin de kuşkusuz büyük bir payı vardı. Ve tam saat 11.45’te sınıra ulaştık. Gümrük polisi gelip tek tek tüm kompartımanları gezerek pasaportları topladı ve işlemlerimiz 15 dakikada bitti. Ama sınırdaki serüven yeni başlıyordu.

VALİZDEN ÇIKAN SUDANLI

Kondüktörlerden biri polisin elinde sadece 30 pasaport bulunduğunu ve bir pasaportun eksik olduğunu fark etmiş. Polis ve Devlet Demiryolları personeli ortadan kaybolan yolcuyu aramaya koyuldu. Ben de ekibi takibe koyuldum. Bir ara kondüktör, ‘Yahu bu odada bir Sudanlı vardı, kaçıp gitmiş herhalde’ dedi. Diğer memur ise ‘Dur bir dakika, o Sudanlı, Sirkeci’deyken üçüncü vagonda bulunan Rumen kızla çok samimiydi. Rumenin odasına bir daha bakalım’ diye cevap verdi. Ekip, tekrar üçüncü vagona dönüp Rumen kızın odasına daldı. Kompartımanın dibinde bulunan büyük valiz durup dururken kımıldayınca iş çözüldü. Fermuar özenle açıldı ve içinden 1.90 boyundaki Sudanlı, sepetteki kobra gibi süzülerek çıktı.

Olay anlaşıldı: 22 yaşındaki Sami Bouazizi’nin Yunanistan vizesi yoktu. Avrupa’ya kapağı atmayı hedefleyen Sami, on binlerce Afrikalının yaptığı gibi Türkiye üzerinden Batı’ya sızmayı hedeflemişti. Sami’nin ısrarla nişanlım dediği Rumen kız ise para karşılığı ona yardımcı oluyordu. Türk polisi bizim yapabileceğimiz bir şey yok, pasaportu normal, Yunan gümrüğünü uyarmak lazım diyerek iki yolcuyu trenimize iade etti. Çelik tekerleklerin, raylardaki dansı yeniden başladı ve beş dakika sonra Yunanistan sınır kapısına ulaştık. Kondüktörler gidip gümrük memurlarına haber verdi ve bir ekip gelerek yeni bir serüvene başlamayı uman iki yolcunun düşlerine şimdilik noktayı koydu. Onları uykusuz bir gece beklerken trende kondüktörler yolcuların yataklarını hazırlıyordu. Tertemiz, sabun kokulu, beyaz çarşaflar serildi ve uyku faslına geçildi. Uyandığımızda çoktan Komodini’yi yani Gümülcine’yi, Serez’i, Drama’yı geçmiş, Rodop’a varmıştık. Gecikmeden dolayı saat 09.30’da Selanik’e ancak ulaştık.

Dolaşmaktan ayaklarımıza kara sular indi ama Selanik’te muhteşem bir iki gün geçirdik. Memlekete taksiyle dönmek niyetindeydik. Yunanistan iç hat treniyle beş saat yolculuk yaparak Gümülcine’ye gittik. Aynı zamanda turizmle de uğraşan meslektaşımız, eski bir Arnavutköylü olan Simeon Feltaridis, bizi istasyonda karşıladı. Her şeyi hazırlamıştı. Önce güzel bir otele yerleştik, yemeklerimizi yiyip memleketlerimize ilişkin meseleleri konuştuk. Masada umut, geleceğe güven ve sevgi vardı.

Gümülcine’den her sabah saat 05.00’te tam beş taksi yola çıkıp İstanbul’a gidiyormuş. Yedi-sekiz taksi de Keşan’a. İstanbul’a giden taksiler üç ya da dört kişiyle kalkıyor ve yolcu başına 40 Euro alıyorlar. Keşan ise kişi başı 20-25 Euro. Gümülcineli Türkler ve Yunanlıların işlettiği bu taksilerin tamamı dizel Mercedes’lerden oluşuyor. Bu yolculuk nasıl oluyor da bu kadar ucuza geliyor diye düşünmeyin, çünkü Yunanistan’da petrol Türkiye’dekinin yarı fiyatına. Depoyu doldurup yola çıkıyorlar, yanlarına da bir bidon yedek mazot aldılar mı iş tamamlanıyor.

Ertesi sabah İstanbul’a gidecek taksilerin hepsi dolu olduğundan Keşan’a giden bir taksiye binmeye karar verdik. Simeon, bize iki telefon görüşmesiyle bir araç ayarladı ve vedalaşıp evine döndü. Sabah tam 05.00’te taksi bizi otelin kapısından aldı. Son dakikada devreye girdiğinden, Kutup ve benden başka yolcusu yoktu. Gümülcine ile İpsala sınır kapısı 90 kilometre. Avrupa Birliği’nin desteğiyle yapılan yeni otobanda saatte ortalama 150 kilometre hız yapan Yunanlı sürücümüz 35 dakika içinde bizi sınıra ulaştırdı. Gümrükte bir adı Hasan İbrahim olan Gümülcineli Türk’le karşılaştık. İstanbul’a gidiyormuş. Benzin parasına katkımız olsun diye adam başı 25 Euro verip taksiciye elveda diyerek İstanbul’a doğru yola çıktık.

Gümrükte muhabbet, alışveriş, pasaport işlemleri derken yaklaşık bir saat oyalandık. Bu sırada İstanbul’a yolcu taşıyan tam üç taksiyle karşılaştık. Ve İpsala’dan gaza basıp tam 10.00’da İstanbul’da gazetenin önüne ulaştık. Dört saat içinde iki sınır kapısı ve üç kenti aşarak işimizin başına döndük.

Temmuzdan beri sürüyor

Dostluk / Filia Ekspresi bir Süleyman Karaman projesi. Başından Hızlı Tren faciası gibi bir talihsizlik geçen Devlet Demiryolları Genel Müdürü Süleyman Karaman, önemli projelere ve değişime imza atmak için çırpınıyor. Kim ne derse desin, demiryolunun tarihini ve talihini değiştirmek için çaba sarf ediyor. Göreve geldiğinde ilk ele aldığı projelerden biri oldu Dostluk Ekspresi. Aslında Yunan tarafı böylesi cesaret isteyen bir projeye hazır değildi. Atlayıp gitti Atina’ya ve öte yakanın demiryolu müdürünü ikna etti. Sonra da çıkıp Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’a projesini anlattı. Muadili de Atina’da aynı girişimde bulundu. Bakanlar bir araya geldi, imzalar atıldı, oldu bitti. 1912’den bu yana ihmal edilen raylar elden geçirildi, yeni vagonlar alındı, istasyonlar boyandı. Tren ilk seferini 8 Temmuz 2005’te yaptı. Aynı anda Selanik ve İstanbul’dan yola çıkan Türk ve Yunan bayraklarıyla süslenmiş iki tren sınırda buluştu. Rengarenk balonlar ve beyaz güvercinler uçuştu havalarda. Ve, barışa giden yolculuk başladı.

ÇOK UCUZA ÇİLİNGİR SOFRASI

Selanik, çok hareketli bir şehir. Gecesi ayrı, gündüzü ayrı güzel. Sahil şeridinin işlevlendirilmesi ve yerel yönetim anlayışı konularında İstanbul Belediyesi’nin Selanik’ten ders alması gerekli. Tüm sahil bisiklet ve yürüyüş parkurlarıyla kuşatılmış. Belediye kentin civarındaki devlete ait yeşil alanları ve ormanları halkın kullanımına açmış, buralarda piknik alanları yaratmış. Böylece, hiç kimsenin ulu orta çimenlere yayılıp mangal yapmasına izin verilmiyor.

Çarşılardaki balık fiyatları İstanbul’la aynı. Bir tek palamut daha pahalı. İstanbul’da 2 YTL’ye alınan palamutun tanesi Selanik’te 12 milyona geliyor. Ama lokantalar o kadar ucuz ki şaşkınlık içinde kalıyorsunuz. Kutup’la tavernalar bölgesinde oturduk ve mükellef bir çilingir sofrası donattık. Izgara sardalya, ahtapot, domates salatası, közde patlıcan, kızarmış peynir, kalamar yedik, bir küçük de uzo içtik toplam 16 Euro ödedik. Porsiyonlar bizdekinin tam üç katı büyüklüğünde olmasına rağmen. İstanbul’da aynı masaya bunun en az üç katı ödeme yapıldığını hepimiz biliyoruz.

Selanik’e balık yemek için bile gidilir

Selanik eski Makedonya’nın en büyük liman kenti. Atatürk’ün doğduğu, Büyük İskender’in Pella’dan sonra hayatının bir dönemini geçirdiği sahil kenti. 2500 yıllık bir şehir. Selanik, zengin bir kültür değerini içinde barındırmasına rağmen bu mirası koruma konusunda titiz davranmamış. Makedonya’dan kalan eski eserlerin büyük bir bölümünün üstünde şimdi apartmanlar yükseliyor. Osmanlı eserleri ise bundan kısa bir süre öncesine kadar sistematik olarak yok edilmeye çalışılmış. Kimse de buna ses çıkarmamış.

Kültürel çevrenin korunmasına yönelik çalışmalar ancak bundan on yıl öncesinde başlamış. Aristotales Üniversitesi’nden bir aydının cesaret gösterip Yunan hükümetine yönelik bir deklarasyon yayınlamasıyla durumlar değişmiş. Avrupa Birliği de 1998’de, hükümeti ve Selanik Belediyesi’ni uyararak Makedon ve özellikle de Osmanlı eserlerine yönelik kıyımın derhal durdurulmasını istemiş.

AB, Atatürk Evi’nin kuzeyinde kalan eski Türk mahallesinin restorasyonu için belediyeye maddi destek sağlamış. Bu bölgenin onarımı bitmek üzere. Biraz Süleymaniye’yi ve Balat’ı andıran Türk mahallesi kale içinde kalıyor. Gittiğinizde mutlaka görmelisiniz. Tüm evler elden geçirilmiş, boyanmış, pırıl pırıl olmuş.

19. yüzyılda Selanik’te toplam 34 cami ve 49 mescit bulunuyordu. Bu camilerin çoğu Osmanlıların şehri fethetmesinin ardından camiye çevrilen Bizans kiliseleriydi. Ama Türkler ibadethanelerin içinde yer alan mozaiklerin tek bir parçasına bile dokunmamış, ikonaları ve tasfirleri korumuşlar. Tıpkı İstanbul’daki Ayasofya, Kariye ve Fethiye’de olduğu gibi. Ancak Yunanistan’da mübadeleden ve Müslüman ahali gönderildikten sonra, eski camilerden eser kalmamış. Ayakta kalan tek cami ve birkaç mescidin restore edilmesi için ise AB, Selanik Belediyesi’ne baskı yapıyor.

Bazı günler 20 taksi çalışıyor

Yolcularını evlerinden ya da kaldıkları otellerden alan taksiler her sabah saat 05.00’te Gümülcine’den kalkıyor. Trafiğin durumuna göre saat 09.00 - 09.30 arası Taksim civarına ulaşıyorlar. Her gün saat 11.00’de Yunanistan tarafına geçen yolcularını kapılarından alan aynı taksiler Gümülcine’ye doğru yola çıkıyor. Gümülcineli taksiciler sadece Avrupa yakasından yolcu kabul ediyor. Karşı tarafa geçmiyorlar. Diyeceksiniz ki bu adamlar her gün yolcuyu nereden buluyor. Taksi taşımacılığı dört yıl önce başlamış. Önce bir araç yola çıkmış, talep artınca taksi sayısı da artmış. Yaz sezonunda, Paskalya ve Noel’lerde bazı günler iki şehir arasında işleyen taksi sayısı 20’ye kadar çıkıyormuş. Taksi seferlerinin saatiyle ilgili bilgiyi ve rezervasyon başvurusunu yapacağınız isim ve numaralar şunlar: Hüseyin Polikar 0212 664 72 98 - 0535 225 29 28 Trampa Ahmet 0537 503 05 15 - (0030) 694 858 28 73 Simeon Feltaridis (0030) 694 633 69 23 - 253 102 72 09
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!