Doğaüstü diye birşey yok

Güncelleme Tarihi:

Doğaüstü diye birşey yok
Oluşturulma Tarihi: Eylül 26, 1997 00:00

Haberin Devamı

Kelebek'te yazdığı Yasemince yazılar ve fallarla tiryakilik yaratan Yasemin Boran

Yeniliklere açık

Yasemin Boran tatilden döner dönmez yazar sayfalarının konuğu oldu. Çocukları Efsun ve Alican'la birlikte güneyde dağ bayır dolaşırken, yanında doğaya ait olmayan belki de tek bir şey vardı; dizüstü bilgisayarı. Çünkü Yasemin Boran okurları, okurları da onun için çok önemli. Dünyayı ve kendini tanıdıkça duyduğu heyecanı aşık olmaya benzeten Yasemin Boran, okurların sorularını yanıtlarken kendini de keşfetmeye devam ediyor. Doğa aşığı, caz tutkunu, yeniliklere açık bu genç kadının tek bir hayat felsefesi var. Gözlerini ve kulaklarını dört açıp hayatın tadını çıkarmak. Çünkü yaşamayı çok seviyor.

Falcı mısınız, astrolog musunuz, büyücü müsünüz, yoksa felsefi konulara değinen bir köşe yazarı mı?

- Ben hem hepsiyim hem de hiçbirisi değilim. Bunları uzmanlık, araştırma konusu olarak tanımlayacak olursak, hepsi benim ilgi alanıma giriyor. Ben hem astroloğum, hem büyücüyüm, hem mistiğim, hem yazarım.

Yıldızlarla olan ilişkiniz ne zaman nasıl başladı?

- Şarkıcılara sorarlar ya, şarkıcı olmaya ne zaman karar verdin diye. O da kendimi bildim bileli şarkı söylüyorum der. Benimkisi de öyle bir şey. Çok küçük yaşlardan itibaren, uzay, gökyüzü, yıldızlar, bilinmeyen... Biraz meraklı bir çocuktum herhalde. Ama astrolojiye basında profesyonel olarak Haftanın Sesi adlı magazin gazetesinde 1985'te başladım. İlk defa imzalı astroloji köşesinin de ben yaptım, diyebilirim.

Daha önce nasıl oluyordu?

- Daha önce imza filan yoktu. Astroloji zaten çok bilinen birşey değildi. Sayfa sekreterleri rastgele yazarlardı. Hatta bununla ilgili bir sürü espiri de vardır. Hazırladıkları yazıları karıştırıp karıştırıp torbadan çekerlermiş. Haftanın Sesi'nden sonra Milliyet Dergi grubundaki dergilerde, daha sonra da iki yıl boyunca Sabah Gazetesi'nde çalıştım. HBB'de ve Kanal 6'da programlar yaptım, 900'lü hattım vardı. O yıllar çok yorucu bir tempoda çalışıyordum. Gece ikiye üçe kadar çalışıyordum. Kemer'e yerleşmeye karar verdim. Bir sezon orada otel işlettim, ama olmadı geri döndüm. Ve Hürriyet'te başladım.

Şu anki tempoda günde kaç saat çalışıyorsunuz?

- Gazetedeki zamanım en az yarım gün. Bunun bir de araştırması var. Yazdığım yazılarda çok titizleniyorum, tekrara düşmek istemiyorum. Aslında yaptığım işten büyük keyif alıyorum. Bu benim yaşam biçimim. İlk amacım para kazanmak değil. İnsanlara yeni birşeyler sunarken ben de öğreniyorum. Kendimi aşmaya çalışıyorum. Kendimle birlikte öğrendiklerimi insanlara aktarmaya çalışıyorum. Bu nedenle gelen telefonlardan ve mektuplardan da müthiş keyif alıyorum.

YA RED YA MUCİZE

Günde kaç yüzbin tane mektup geliyor?

- İnanılmaz diyebilirim. Onlara cevap verememenin sıkıntısını duyuyorum.

Neler yazıyor mektuplarda?

- En çok, karamsarlığa kapıldıkları bir anda tesadüfen yazıyı okuyup müthiş moral bulduklarını yazıyorlar. Bir de soru soruyorlar. Ben sadece astroloji ve doğa üstü konularla değil, insanın kendisiyle de ilgileniyorum. İnsan denilince bilinen, görünen ve görünmeyen bütün doğanın tümü ile bir bütün insan. İnsanın bilinen taraflarını da işliyorum ben. Öncelikle kendimi çözmeye çalıştığım için etrafımdaki insanları da çözümlemeye çalışıyorum, ama işin esası şu. Senelerdir yaptığım inceleme ve araştırmaların sonucunda şu noktayı gördüm. Doğaüstü diye birşey yok. Sadece bizim bilgilerimizin dışında başka bilgiler var. Biz mevcut bilgilerimizle bunu yakalayamadığımız için doğaüstü diyoruz. Ya reddediyoruz ya da mucize diye tanımlıyoruz.

Astroloji hayatınıza ne kadar hükmediyor? Önemli bir karar almadan yıldızlara bakıyor musunuz?

- Elbette. Önemli bir konu hakkında karar verirken, yeni bir girişimde bulunurken ya da kendimi çok kötü hissedersem o günün astrolojik incelemesini yapıyorum ve işlerimi daha doğru günlere erteliyorum.

İlişkilerinizin sonunu yıldızlara soruyor musunuz?

- Hayır. O zaman yaşayamam ki. Ben yaşamayı seviyorum. Yaşam sürprizleriyle, heyecanlarıyla herşeyiyle çok güzel. Elbette ki öngörüyorum, tam bir bırakmışlık haliyle yaşamıyorum. Kendimi rüzgarın önünde savrulan bir yaprak gibi hissetmiyorum, rüzgarı hissediyorum.

Yıldızların sizi yanılttığı oldu mu hiç?

- Hiç yanılmadım. Zaten şu andaki ismimi, insanların benim tahminlerimi tutarlı ve ciddi bulmalarını buna borçluyum. Çünkü ben iş olarak yaparken de çok ciddiye alıp inceliyorum. Bilmediğim konu hakkında asla konuşmuyorum. Biraz da sanıyorum ruhumu katıyorum.

YAŞAM DA ÖLÜM DE ELİNİZDE

Bir zamanlar reklam filmi çekiyormuşsunuz. Bu nasıl oldu?

- Eşimden ayrıldığım sıralarda babam da iflas etmişti. Paraya ihtiyacım vardı ve hiçbir yerden hiçbir desteğim yoktu. Asla fal bakarak ve astrolojik yorumlar yaparak para kazanmayı düşünmüyordum. Bir arkadaşımın babası film prodüktörüydü. Onun yanında işe başladım. Film setlerine filan gidip geliyordum. Sonra Remzi Jöntürk'ün asistanı oldum. Gayet de güzel çalıştım. İki sene asistanlık yaptıktan sonra yönetmen olacağım diye tutturdum. Bir senaryo yazdım ve kendim yönetmek istedim. Herkes sen yönetmen olamazsın dedi. Fakat kafaya takmıştım, bir şirket kurdum. Şirket tek kişilikti. Herşeyi bendim. Müzik Magazin'in reklam filmini çektim. Bana yönetmenlik yaptırmayanlara da gösterdim. Sonuçta yönetmen oldum.

Sonra...

- Bu arada Haftanın Sesi'ne yazı yazıyordum, asistanlık yapıyordum. Korkunç bir tempoda çalışıyordum. Sabah yedide kalkıp, sabah üçte yatıyordum. Vücudum bu tempoyu kaldırmadı, hastalandım, ölüyordum. O sırada herşeyi yaptığımı düşünüyordum, herşeyi anladığımı düşünüyordum. Tamam dedim buraya kadarmış. Hastaneye de yatmadım. Şirketi kapattım, evimi kapattım, kitaplarımı alıp annemin evine gittim.

Ölmeye mi gittiniz?

- Evet. Yapacağım dediğim herşeyi yapmıştım. Kendimi etraftakilere ve kendime kanıtlamıştım. Ya da o zamanlar bana öyle geliyordu. Ölümü kabullendim. Evdekiler bir süre sonra çok hasta olduğumun farkına vardılar. Eve gelen iğneci, bunun hastaneye yatması lazım yoksa ölecek dedi. Vücudum ilaç kabul etmiyordu. Sonra kendimi gördüm vizyon olarak, ölümümü gördüm. Hiç hoşuma gitmedi ölüm şekli. O dakika yaşamaya karar verdim.

Nasıl yani? Ne gördünüz?

- Kendimi ölürken gördüm. Bir hastanedeydim. Ölüyordum. Hiç hoşuma gitmedi. Sisli bir ortamdı. Acı, uykusuzluk hiçbirşey hissetmiyordum. Yaşamaya karar verdiğim anda içimde enerjimi düzenlemeye yönelik bir arzu uyandı. Akabinde de iyileşmeye başladım. Bu benim için ciddi bir uyanıştı, dönüm noktasıydı. O sırada insanın kendi bedenine ve hayatına hükmedebilecek güce sahip olduğunu öğrendim. İsterseniz hiçbir aracı kullanmadan bedeninizi yok edebilirsiniz. İsterseniz yaşarsınız. Hayata pratik olarak yeniden başlamam bir sene aldı. Sonra Sabah'ta çalışmaya başladım. Bir yandan da Akajans'ın yöneticiliğini yapıyordum. Doktorlar hastalığın tekrar edebileceğini söylediler, ama ben zihinsel faaliyetlerimde bir karışıklık yoksa, moralim düzgünse hasta olmayacağımı biliyordum. Kendimi iyileştirebiliyordum.

Toplumbilimciler, fala büyüye olan ilgiyi modernizm sonrası insanın kendine yabancılaşmasına, yalnızlaşmasına bağlıyorlar. Mutsuz ve umutsuz insanların sarıldığı bir can simidi olarak tanımlıyorlar. Siz ne diyorsunuz?

- Buna katılıyorum. Elbette ki birşeylerin açığa çıkması için bir takım nedenlere ihtiyaç vardır. İnsanlar yalnızlığa itiliyorlar. Bu çok doğru. modern çağın yaşam biçimi belki de bu. Halbuki insanların doğasında paylaşmak var. Çağımızın teknolojisinin sonucu olarak insan sadece almaya yönelik bir tavır içine girdi. İçindeki verme potansiyeli ise ortaya koyamıyor. O zaman bir bunalım ortaya çıkıyor. Enerjiyi biriktiriyorsunuz, boşaltmanız gerekiyor.

Bu sizin için iyi değil mi? Bu sayede astrolojiye olan ilgi artıyor.

- Ben burada sadece hizmet veriyorum. İnsanların, kendim de dahil olmak üzere kendimizi keşfetmeye ihtiyacımız var. Kendinin farkına varmalısın, nesin, nereye gidiyorsun... Sorular başlıyor. Ama cevabı yok, tıkanıyorsun, ihtiyaç başlıyor. İnsan ilişkileri zayıflıyor tabii ki. Sahip olunan şey paylaşılmadığı zaman insan eksiklik hissetmeye başlıyor, kendine yabancılaşıyor. Bunalımın sonucunda da birşeylerin ortaya çıkması lazım. Bu kez bilinmeyene doğru yöneliyorsun. Bir zamanların bilgisi şimdi bilinmeyene dönüşmüş durumda. Elbette ilgiyi artırıyor. O zamanda insanların ilgisini istismar eden şarlatanlar ortaya çıkıyor.

Şarlatanla şarlatan olmayanı nasıl ayıracağız?

- Bunu aklı, mantığı ve kafası çalışan herkes ayırabilir zaten. Onları dinlediğinizde içinizde bir eksiklik hissedersiniz. En doğruyu içiniz verir. Astroloji Amerika'da ve Fransa'da sektör haline geldiyse, Türkiye'de de gelmek üzereyse demek ki insanların böyle bir deneyim yaşaması da gerekiyormuş. Belki birileri insanları kandıracak, onlar da kanmamayı öğrenecek. Yapacak birşey yok.

Yazılarınızda çok naif bir dünya görüşü var. Merak ediyorum, nelere kızıyorsunuz?

- Çok fazla kızdığımı hatırlamıyorum. Kızgın olduğumda duygularım yoğunlaşmasına izin vermeden düşünmeye başlıyorum. Düşüncelerim duygularımı dengeliyor. Böylece sakinleşiyorum. Sadece üzüldüğüm bir şey var. Dünyanın en şuurlu varlığı olan insan, şuurunun farkında değil. Bazen en şuursuz varlıktan daha şuursuz hareket ediyor.

DUVARLARIM YOK

Çocukları burçlarını hesaplayarak mı dünyaya getirdiniz?

- Hayır. Herşeyi kendi akışına bırakmak lazım. Siz bu akışın içinde bulunduğunuz yerin farkındaysanız düzgün bir şekilde akıyorsunuz.

Çocukların bu işlere ilgisi var mı?

- Pek sayılmaz.

Tasavvuf müziği, fussion caz ve rock dinliyorsunuz. Bu farklı türler biraraya nasıl geldi?

- Ben yaşamayı çok seviyorum. Bütün bunlar da yaşamın parçası, farklı renkleri. Aslında biz rengarenk bir dünyada yaşıyoruz. Ama ne yazık ki insanlar bir tek rengi seviyor, algılıyor. Bulunduğum atmosfer içinde uyumsuzluk yoksa bulunduğum o ortamı seviyorum, kendimi bırakıyorum ve keyfini çıkarmaya çalışıyorum. Kulaklarımı açıyorum, gözlerimi serbest bırakıyorum, duvar örmeden mutlu olmaya çalışıyorum.

Yapmazsam olmaz dediğiniz alışkanlıklarınız var mı?

- Hiç öyle şeylerim yok. Özel olarak falan restorana gidip filan yemeği yemek gibi bir saplantım yok. Böyle bir bağım yok. Ben zaten bağları sevmiyorum. Özgürlüğü seviyorum. Ruhumu, duygularımı özgür bırakıyorum.

Akşamlarınızı evde mi geçirirsiniz?

- Genellikle evet. Çocuklarla annem erkenden yatıyorlar. Ben günü uzun yaşayanlardanım. Kitap okumayı seviyorum. Roman okumayı seviyorum. Science fiction, gerilim romanları okuyorum. Bir de alanımla ilgili kitaplar.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!