Devlet bizi dağdan indirmeyecekti

Güncelleme Tarihi:

Devlet bizi dağdan indirmeyecekti
Oluşturulma Tarihi: Şubat 10, 2002 01:45

Susurluk skandalı ile ünlü olan ve Yargıtay onadığı için yakında 20 aylığına hapse girmesi beklenen özel timci Ayhan Çarkın, ilk kez konuştu.

Karşımda bir Özel Tim'ci duruyor. Ayhan Çarkın. 62 doğumlu. Genç, kısa boylu, daha ziyade futbolcuya benzeyen biri. Sistem, mistem, Susurluk, Musurluk konuşuyoruz tamam da, aklım hep başka sorularda. O benim bilmediğim, aklımın almadığı, beynimin ermediği bir şeyi biliyor: Öldürmek. Birine bu konuda soru sorulamaz mı? Mesleğini ölmemek için bertaraf etmek diye tanımlayan birine, nasıl yani denemez mi? Neticede birinin cebinde silah var, onu çıkartıyor ve birine ateş ediyor. Evet, onun da ölme ihtimali var ama karşısındaki ölüyor. Bir, beş, elli, yüz... Burada önemli olan ne tür çıkar için olursa olsun, öldürme eylemi ve psikolojisi. Bir insan başka bir insanı öldürürken aklından neler geçer? Tabii ki dayanamadım, Susurluk sorularını sıraladıktan sonra, bunları da sordum. Bu da farklı bir röportaj oldu. Aşağıda okuyacaklarınız işte bu merakımın sonucudur. Ama merak her zaman iyi bir şey değildir biliyorsunuz...

Emri aldınız. Birisi yok edilecek. Silinecek. Defterden, hayattan! İtiraz etmek geçmiyor mu içinizden?

- İtiraz etmedim. Etmek de geçmedi aklımdan...

İşi yerine getirene, aldığınız emri tamamlayana kadar kendinizle hiç mi hesaplaşmıyorsunuz? Bu canı Allah verdi, benim onu almaya hakkım var mı diye hiç kendinizi sorgulamıyor musunuz?

- Hep sorguladım. Hala da her gün sorguluyorum. Çok adam öldürdüm mü? Evet, çok öldürdüm. Görevimdi, işimdi. Gözümü kırptım mı? Hayır, kırpmadım.

Nasıl oluyor bu?

- Oluyor. Eşit şartlardayız. Ya o ölecek, ya ben öleceğim.

Bir insanı yok etme fikrine karşı geliştirdiğiniz savunma mekanizması nedir? Nasıl düşünüyorsunuz da kendinizi haklı çıkarıyorsunuz?

- Sen ateş ediyorsun, o da sana ediyor. Vurulan o oluyor... Bir sürü de polis öldü o çatışmalarda. Ben ölmedim diye suçlu muyum? Ölseydim ne olacaktı? Suçlu yerine kahraman mı ilan edilecektim?

İşin uygulanacağı gün... Hangi ruh hali içinde oluyorsunuz? Kendiliğinden bir şey gelişse de, bu iş olmasa diyor musunuz? Yoksa bir an önce başlasın, bitsin diye mi düşünüyorsunuz?

- Öyle günler geldi ki, Allahım bitsin dedim, benim canımı al bitsin. Yaşadığım için kendimden nefret ettim. Öyle bezdim. Ben artık ölüyüm dedim. Sınav gibiydi, o kadar zorlu operasyonlardı... Aylarca dağlardan inmedik.

KARIM MI? O DELİRDİ

İş anı geldiğinde bedeninizin, ruhunuzun, aklınızın gösterdiği tepkiler neler? Nasıl bir sinirlilik hali? Ya da başka özel bir şey?

- Ne işim var benim burada diyorsun. O gün sokağa çıkarken eve dönemeyecekmişsin gibi bir his yaşıyorsun. Gidip de dönmeyenler çok. Acaba bu sefer ben de onlardan biri mi olacağım? Herkese, her şeye son kez bakıyorsun. Kader mi? Kader, diyemem. İnsan kaderini kendi yönlendirir. Ama ne oldu? Bu hadiseler ailemize yansıdı. Karım delirdi. Benden çok o delirdi. Paranoyak oldu. Nasıl olmasın? Korkuyor, bekliyor, dönecek mi dönmeyecek mi, ölecek mi, ölmeyecek mi? Bırak diyordu, bırak bu görevi. Bırakılmaz ki. Ya ben, ya görevin dedi. Görevi seçtim.

Peki ya çocuklar? Çocuğunuz var mı?

- İki tane. Biri ortaokulda, biri liseye gidiyor. Hiçbir iletişimimiz yok. Hálá kuramıyorum. Haklılar. Başımızda durmadın diyorlar. Doğru söylüyorlar.

Bu işlerle uğraşanların aile kurmaya hakkı var mı?

- Yok. Kesinlikle yok. Yapmış olduğum en büyük hatadır. Çok çektirdim onlara. Haliyle affetmiyorlar. Karımı sevmedim demiyorum, yanlış anlaşılmasın, ama bizim gibi insanların evlenmemesi gerekiyor. Hele çoluk çocuğa karışmak, asla. Onların hayatını kararttım. İyi bir koca, iyi bir baba, hatta iyi bir insan da olamadım... Ama çok iyi bir polis oldum! Devletin verdiği 300, 350 tane takdirnamem var benim. Cezaevinin kapısında bile bir tane verdiler.

O an geldi... Silahı çekerken şimdi ben ölebilirim gibi bir şeyler geçiyor mu aklınızdan? Yoksa ölürsem de ölürüm, yeter ki hızlı davranayım mı diyorsunuz?

- O anda akıl önemli. Ve çok soğukkanlı olmak gerekiyor. Becerilerini ve cesaretini aklınla birleştirdiğin zaman bu işten başarıyla çıkıyorsun. İstediğin kadar Rambo ol, beyin yoksa, gidersin!

O anda kalbiniz küt küt atıyor mu?

- Atmaz mı?

Peki ne oluyor, ağzınız mı kuruyor, başınız mı dönüyor, mideniz mi bulanıyor?

- Bakın şöyle bir şey söyleyeyim... Bitiyor. Herşey duruyor. Siz farklı bir boyuta geçiyorsunuz. Anlayabilmek zor.

KADINLAR DAHA CESUR

Zor tabii ben hiç adam öldürmedim!

- O yüzden anlatmak zor. Trans hali mi dersin, ne dersin, başka bir dünya. Bir yanda roket patlıyor, bir yanda arkadaşın ölüyor. Çatışmadasın. Onlardan ölüyor, bizden ölüyor, karşı karşıya geliyorsun. Anlamaz insanlar, anlatamazsın, yaşamak gerekir. Ancak ne zaman anlarsınız, denk düşer de benimle gezersiniz, yanlış anlamayın, beraber takılır, arkadaşlık yaparız, düşmanım çok, bütün örgütler bana düşman, bir gün bana bir eylem koyarlar, işte o zaman anlarsınız...

Deli miyim, beraber yürümem bile sizinle!

- Demek istediğim bir gün bana da eylem yapabilirler. Gerçi o zaman göreceğiz el mi yaman, bey mi yaman. O anlarda kafam normalden fazla, daha seri çalışıyor benim. Ne yaptığını bilen bir adam haline geliyorum. Belki de istediğim bu. Bak bunu da söylüyorum. Kendimi en iyi hissettiğim an operasyon anıdır. Bugün bile tekrar dağa çıkmak isterim...

Dağda kimse yok ki...

- Siz öyle zannedin. Herkes yerinde duruyor, kimse bir yere gitmedi. Kandırmasınlar milleti...

Bir silahı hedefteki insana doğrultmakla tetiği çekme arasındaki süreyi anlatın. Kısa ya da uzun olduğu zamanlar var mı? Neye göre değişiyor?

- En çok operasyonda bulunmuş on kişiden biriyimdir ben bu ülkede. O andaki konuma göre değişir. İtirafçılar vardı mesela, tetik düşürmedik onlara. Öldürülmediler. Niye? Çünkü teslim oldular. Elini kaldıran adamı biz öldürmedik. Ama bize silah sıkana... Olay o zaman değişiyor, iş sana yöneliyor. Müdafaaya giriyor. Elindeki mantar tabancası değil ki.

Hiç kadın öldürdünüz mü?

- Evet, kadınlar da vardı.

Erkek ile kadın arasında fark oluyor mu?

- Yok fark etmiyor. Elinde silah var çünkü. Ama kadınlar erkeklerden daha cesur...

Tetiği daha kolay çekebilmek için geliştirilmiş özel bir teknik var mı? ‘‘Adi aşağılık herif’’ diye bağırarak öfkeyi yükseltmek gibi...

- Kendini dolduruşa getireceksin tabii. Ve en önemlisi şartlandıracaksın. Bunlar adam öldürmüşler, katliam yapmışlar, köy basmışlar, memleketi bölüp parçalamak istemişler. İnkar da etmiyorlar zaten. Harita çizmişler, biz buraya istiyoruz demişler. Hamile kadının karnında bomba patlatmışlar, bebeklerin kafalarına kurşun sıkmışlar. Sonra da benden merhamet mi bekleyecekler? Hiçbir şey bana onları orada öldürmekten daha çok mutluluk veremez. Gözümü kırpmadan öldürürüm...

RAMBO DE TETİKÇİ DEME

Hangi tetikçi için inanılmaz profesyonel denir?

- Bana tetitçi diye hitap etmenizden rahatsızım. İnsan doğası bu işte, gözlerinin içine baka baka, bak böyle yapma dersin, bunu buradan alıp buraya koyma, başına bir şey gelir yoksa, o da inadına gider yapar, siz de onu yapıyorsunuz şimdi. Başınıza bir şey gelecek derken yanlış anlamayın, sadece beni rahatsız ediyorsunuz.

Peki o zaman şöyle sorayım: Hangi tetik düşüren için inanılmaz profesyonel denir?

- Rambo de ama tetikçi deme...

Hangi Rambo için inanılmaz profesyonel denir?

- Beynini kullanan Rambo için. Ben öyleyim mesela. Dağda, bayırda yürümesini bileceksin, oturup, kalkmasını bileceksin. Üstelik benim hayatım sırf dağ da değil...

Tetik düşüren biri olarak tanındıktan sonra...

- Nereden çıkardınız bunu? Referandum mu yaptınız? Taktınız bu meseleye...

Hiç çıkar sağlamadığınıza inanmamızı nasıl beklersiniz?

- İnanacaksınız. İnanmak zorundasınız. Cezayı verenler de bizim suçsuz olduğumuzu çok iyi biliyor. Sami Hoştan, Ali Fevzi Bir, Yaşar Öz, Haluk Kırcı devlet görevlisi mi? Devlet görevlisi altı polisiz. Şimdi devletin silahlı çetesi olduk. Bizi içeri tıkınca Susurluk meselesi kapanacak öyle mi? Soymuşum, gaspetmişim. Ne soyduğum adamlar ne de gaspettiklerim ortada. Bir Topal cinayetiyle yargılandım, ondan da beraat ettim...

İyi ama siz de hiç isim vermiyorsunuz...

- Ne vereyim. Mehmet Ağar mı diyeyim. Dokunulmazlığı var, kalktığı zaman o da yargılanacak. Ona da, Sedat Bucak'a da yapmadığınızı bırakmadınız. Bucak'ın ailesinden 179 insan öldü. Niye hiç yazılmadı?

Biz şimdi bu cezayı aldık. Bu toplumda rüşvet bitti, yolsuzluk bitti, hortumlama bitti, gasp bitti, kapkaç bitti, tecavüz bitti, bu toplum tertemiz oldu... Öyle mi? Valla herkesin gözü aydın olsun! Artık ülkemizi mis gibi günler bekliyor... Değil mi? Ben bu cezayı yatarım. Bir sene yattım, 6 sene daha yatarım. Hatta, ömrüm varsa, 60 sene yatarım. Ama bu cezayı bu şekilde haketmedik.

Tabii ki Susurluk'un iç yüzünü ortaya çıkartacak araştırmacı gazeteci ben değilim. Ama hangi gazeteci böyle bir röportaj fırsatını elinin tersiyle iter? Ben de itemedim. Hiç tereddüt etmedim mi? Etmez miyim? Ettim ama kös kös arşive indim. Susurluk'a dair ne varsa, sular seller gibi içtim. Bir işe yaradı mı? Tabii hayır, kafam daha da karıştı! Söz konusu insanlar hapse girince Susurluk davası bitecek miydi? Kafamda bu sorular işin uzmanlarını aradım: Sedat Ergin, Enis Berberoğlu, Yalçın Bayer, Soner Yalçın ve İsmet Berkan. Onlardan bilgiler aldım. Ve ya Allah deyip röportaja gittim. Susurluk davasından devlet içinde çete kurmaktan yargılanıp hüküm giyenlerden biriyle, Ayhan Çarkın'la konuştum. Ben sordum, o cevapladı. Amacım ne yargılamak ne de aklamaktı. Ve ortaya bir sonuç çıktı. Şimdi o sonucu siz elinizde tutuyorsunuz. Okuyup karar verecek olan da sizsiniz...

Siz tetikçi misiniz?

- Değilim.

Nasıl yani?

- Katil değilim. Devlet görevlisiyim. Tetikçi, kişiliğini parayla satmış insan. Biz öyle değiliz. Ama tetik düşürmedik mi? Düşürdük! Doğu'da, Güneydoğu'da, çatışmalarda, operasyonlarda... Hepsinde tetik düşürdük. Görevim buydu.

Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

- Vatan, millet, Sakarya edebiyatı yapmayacağım, herkes ülkesini sever, sağcısı da solcusu da. Ama ben de seviyorum. Beni bu ülke yetiştirdi. Bu ülkenin ürünüyüm.

Üzerinize yüklenen 91 cinayetten kaç tanesini işlediniz?

- Cinayet işlemedik. İşleseydik kaçardık. Cinayet, masum, kendini savunamayan insanları öldürmektir. Bizim Güneydoğu'da işlediklerimiz cinayet değil. Şartlar eşit. Karşı tarafta devlete hainlik yapanlar... Ve tabii biz de kendi savunma mekanizmamızı oluşturduk. Türkiye Cumhuriyeti bize bu yetkiyi veriyordu. Ama biz bunu anlatamadık...

Susurluk çetesi denilen teşkilatta tanıdığınız, emir aldığınız en üst seviyedeki insan kimdi?

- Ben böyle bir çete olduğuna inanmıyorum ki. Devletten çete olmaz. Asıl çete, bunu rapor haline getirip benim devletimde çete vardır diyenlar. Kim onlar? Siyasiler. Susurluk raporunun altına kimler imza atmışsa, onlar. Bu rapor sayesinde bütün terorist örgütler Avrupa ülkelerinden sığınma hakkı talep edecek. Diyecekler ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti denilen bir şey yok kardeşim, orada çete var. Saçma! Varsa bile, o çeteyi bu şekilde ortaya çıkartamazsın. O çete biz değiliz!

Yani diyorsunuz ki, devlet sizi kullandı... Ve şimdi satıyor. Mu?

- Devlet bizi kullanmadı. Satmadı. Bize kamyon çarptı! Ve herkes bu kamyonun altında kaldı. Ama ben gocunmuyorum. Çünkü orada bir suç göremiyorum.

NETİCEDE MEMOLİ DEĞİLİZ

Siz kurban mıydınız yani!

- Temiz toplum özlemi adına, kendi pisliklerini bizim üzerimizde yıkamak isteyen bazı insanlar var. Ben yapmış olduğum hizmetlerle gurur duyuyorum. Tamam, polislikten ihraç oldum, attılar ama umursamıyorum. Neticede Memoli değiliz! Bir buçuk aylık çocuğun cesedinin parçalarını elleriyle toplamış adamım ben. Kimse bana terörün haklılığını ispat edemez. Mavi Çarşı katliamında tencere tava çalanlar niye çıkmadı? Ya Pınarcı katliamı ya Milan Mezrası katliamı? 33 asker şehit edilirken, ekip otoları kurşunlanırken, gazeteciler ölürken bu temiz toplum havarileri neredeydiler?

Peki size göre bu davada sizinle birlikte kimler hüküm giymeliydi?

- En başta Mehmet Eymür. Onun da sanık olması gerekirdi. Mahkemeye geldi. Dediler ki, Abdullah Çatlı'yı tanıyor musun? Tanıyorum. Kim olarak tanıyorsun? Abdullah Çatlı olarak. Suçlu olduğunu biliyor muydun? Biliyordum. Suçlu insanlara görev vermenin suç olduğunu biliyor muydun? Biliyordum. Görev verdin mi? Devlet sırrı söyleyemem, dedi. Devletin yüksek ve ali menfaatlari için birtakım şeyleri göz ardı etmek gerekiyormuş. Neymiş o devletin ali menfaatleri? Açıklasaydı da biz de öğrenseydik, herkes öğrenseydi. Çatlı katil miydi? İşin gerçeği neydi? Herşeyi en son, aldatılmış koca öğrenirmiş ya, mahallenin manavı, bakkalı, kasabı herkes her şeyi bilir, en son kocanın haberi olurmuş. Ben de kendimi öyle görmeye başladım.

Demek ki aldatıldığınızı düşünüyorsunuz?

- Evet. Ve sadece Eymür değil, onun etrafındaki bir yapılanmadan söz ediyorum. Korkut (Eken) Komutanım da öyle söylüyor. Herhalde bir tepişme olmuş. Hani atlar tepişir, eşekler zarar görürmüş ya, öyle bir şey...

EVET, EŞEĞİM BEN

Ben o eşeklerden biriyim mi diyorsunuz?

- Evet onu diyorum. Eşeğim yani!

Bu işlerde bir çete olmadığını söylemek de affedersiniz sersemlik değil mi?

- O zaman ispat edin. Bu çete ne yapmış? Kimin parasını gaspetmiş? Hangi bankayı hortumlamış? Var mı belgesi...

İktidar elinizdeyken kendinizi nasıl hissediyordunuz, şimdi nasıl hissediyorsunuz?

- Biz Türkiye Cumhuriyeti devletinin polisiyiz. Ne MHP ne ANAP ne DYP'nin polisiyim, devletin polisiyim ben...

Sizi hapse atan da bu devlet değil mi?

- Devlet ayrı, hükümetler ayrı. Devlet bir tane, hükümetler çok. Biri gider, biri gelir. Ama devleti töhmet altında bıraktığın zaman ciddi bir sorun yaratır.

Size yüklenen suçlar arasında çek-senet tahsilatından, arazi işine, bacağından adam uyarmaya kadar mafyanın kullandığı yöntemler de var. Bunların memleket meselesiyle ne alakası var?

- Ne alakası mı var? Yok! Ama bu zaten bir iddia. İddia ayrı, suç ayrı. Benim sabıkam bile yok. O işleri yapmış olsam, evim olur, arabam olur, param olur. Araştırsınlar mal varlığımı, hayatta hiçbir şeyim olmadığını görsünler. Benim babam hala terzi, 70 yaşında terzilik yapıyor.

Peki siz nasıl geçiniyorsunuz?

- Hurda ticareti yapıyorum. Sokaktaki çöpü bir nevi tekrar hammadde haline getirip, satıyoruz. Böyle geçiniyorum.

Siz kendinizi milliyetçi olarak tanımlıyorsunuz. Fakat ortalığa dökülen işler tamamen şahsi çıkara dayalı, mafyavari işler. Kendinizi bir kahraman gibi gördüğünüzü söylemeyeceksiniz herhalde...

- Öyle bir şey söylemiyorum. Oyum, buyum demem. Bizi tarih yargılasın... Erdek'te, Ocaklı köyüne, bir dostuma balık yemeğe gittim ve arazi mafyası oldum. Bir ay yattım ama beraat ettim. Mahallenin itine sormuşlar, iyi kaçar mısın, o da demiş ki mahallenin puştuna bağlı. O kadar çok puştlar ki afedersin!

Neden hep sizi buluyor onlar, ben de bunu anlamıyorum...

- Buluyor işte! Meyva veren ağaç taşlanır...

TOPAL'IN OĞLU ÖLDÜRÜLMEM İÇİN PARA VERDİ Mİ?

Ömer Lütfü Topal'ı öldürmüş olmayı bırakın, olayın ne olduğunu bile bilmiyorum. Bilseydim çeker giderdim. Bir daha da bu ülkeye dönmezdim, Allah belamı versin. Adamın dirisini görmedim. Ama Ömer Lütfü Topal'ın oğluna bir sorun bakalım, benim öldürülmem için yasadışı örgütlere para verdi mi, vermedi mi? İsmi Murat Topal'dır. Sorun bakalım, vermiş mi, vermemiş mi?

İstanbul’da 50'den fazla çatışmam var

Güneydoğu'dan sonra bu işler hangi noktada koptu?

- Ben Güneydoğu'da gözümü açtım, çatışmanın içerisindeyim. İstanbul'a geldim, yine çatışmanın içerisindeydim. İstanbul'da 50'den fazla çatışmam var. Yani ölmemiz mi gerekiyordu? Vurulmamız mı gerekiyordu? Suçumuz bu mu? Biz ölmemek için eğitildik. Çatışma için eğitildik. Benim en iyi bildiğim iş operasyon. Operasyon, ölmemek için bertaraf etmektir.

Ve siz her şeyi emirle yaptım mı diyor musunuz?

- Emir komuta zinciri olmadan olmaz. Bizim görevimizde adım atamazsınız. Neticede Özel Haraketçı da olsan 657 sayılı devlet memurusun.

Kimden emir alıyordunuz?

- Benim müdürüm Hüseyin Kocadağ'dı Diyarbakır'da. Ondan emir alıyordum. İbrahim Şahin daire başkanımdı, ondan emir alıyordum. İstanbul'a geldiğimizde de dönemin emniyet müdürleri vardı. Biz en son halkayız.

Neticede mahkeme kararıyla devlet içinde çete kurmak ve tetikçi olmaktan hüküm yediniz. Bu sizde nasıl bir duygu uyandırıyor?

- İsyan ediyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu kararın altından kalkamaz. Tamam, ben kötü polisim, görevimi kötüye kullandım, kumarhanecilerle işbirliği yaptım, yolumu buldum, Abdullah Çatlı aranıyormuş, onunla da gezdim... Niye sen beni gidip Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılamıyorsun da özellikle Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne gönderiyorsun... Niye?

Sizce niye?

- Türkiye Cumhuriyeti'ni parçalamak isteyenlerin oyunlarından bir tanesi. Kendi ipimizi kendimize çektiriyorlar.

İyi polislerin kumarhanecilerin paralarıyla ne işi olur?

- Kaç para vermişler bugüne kadar...

Sizin de hurdacılıkla geçindiğinize kim inanır?

- İnanmazlarsa inanmasınlar. Gelip görsünler... Ben gocunmam.

En çok kime öfkeleniyorsunuz?

- Valla basını tebrik ediyorum. Çok iyi tetik düşürdü. Basında da öyle tetikçiler var ki... Öylesini dağda, örgüt evlerinde görmedim.

İnsanlar size vebalı gibi davrandığında ne hissediyorsunuz?

- O sizin gördüğünüz şey. Yanılırsınız...

Siz güme mi gittiniz?

- Hayır. Ben kaderimi yaşıyorum. Buraya kadarmış. Ama hayat devam ediyor. En çok üzüldüğüm şey, bu kararın DGM tarafından verilmiş olması. Görün bakın, bu kararı kullanıp Avrupa'dan sığınma hakkı talep edecekler. Tiyatro, miyatro değil. Ajitasyon ve demogoji de yapmıyorum. Ben istihbarat kursu da gördüm. Şimdi üniversite imtihanlarına girip, inşallah hukuk fakültesini kazanacağım...

Batı'da da ‘‘kirli iş’’ yapanlar var, ama onlar sizin gibi ortada, gözönünde değil. Görevlerini tamamladıktan sonra dağıtılıyorlar...

- Vallaha ben, o sözünü ettiğiniz Batı devletlerinden birinde yaşasaydım, bir malikanede oturuyor ve her ay yüz bin dolar maaş alıyor olurdum. Terörle mücadale ettik de hakkımız mı verildi?

Bütün bu hikayede kabul ettiğiniz şeyler neler?

- Abdullah Çatlı'yla dostluğumu kabul ediyorum. Bana hiçbir Allah'ın kulu o insan kötü insandı dedirtiremez. Ölmüş gitmiş adam. Katil matil beni bağlamıyor, beni benimle geçirdiği dönem ilgilendiriyor. Arkadaşlıktan öte hiçbir ilişkim olmamıştır...

91 cinayeti var diyen iki artist vardı bir gün yakalarsam ben onları sorgularım

Topal cinayetinden elde edilen paralar nereye gitti?

- Bak şimdi! Adamın dirisini görmedim, ölüsünden beş senedir çekiyorum.

Perpa, Tarık Ümit, Ömer Lütfi Topal. Bu üç vakada da tetikçi olarak suçlanıyorsunuz...

- Çatışma olduğu anda içindeyiz. Ben çok çatışmaya girdim. O örgüt, bu örgüt beni ilgilendirmiyor.

ÊTetikçi olmak da bu değil mi? Size bir şey söyleniyor, yapıyorsunuz.

- Sanki size bir şey söylendiğinde siz yapmıyorsunuz... Ben de yapıyorum. Burada bir örgüt var, git deniyor. Bazen yanlış istihbarat da geldiği oluyor. Ama akıllı insanlarız, neyin ne olduğunu gören insanlarız. Teslim oluyorsa oluyor, olmuyor ateş ediyorsa... Devletin de bir otoritesi olması gerekir değil mi?... Ömer Lütfi Topal'ı geçiniz. Silin kafanızdan. Beni paramparça etseniz, lime lime doğrasanız... Hodri meydan diyorum. Yakalasınlar, alsınlar, götürsünler, ne yaparlarsa yapsınlar ben bir şey bilmiyorum. Bu adam nasıl öldü, nerede öldü bilmiyorum. Tarık Ümit'in de ne olduğunu bilmiyorum. MİT'te çalışmış adamın teki. Ama ne olduğu da belli değil. Hayatımda suratlarını bile görmemişim.

Size suç isnad edenler arasında polisler de var...

- O ikisini yakalarsam Susurluk'u onlara çözdüreceğim zaten. Gözaltındayken iki tane artist vardı, 91 cinayeti var bu adamın diye saçma sapan şeyler söylediler, benim oğlumun da sünnet töreni var o arada... Bir gün onları yakalarsam, ben onları sorgularım hiç merak etmeyin...

Şu an duyduğunuz şey infial mi? Hapse gireceksek hep beraber girelim mi diyorsunuz...

- Zaten hep beraber giriyoruz. Ama Amerika'da bulunan o zatı muhteremin o zamanki istihbarat konularının amiri konumundaki ismin (Mehmet Eymür) de benimle beraber girmesini istiyorum. O neden durdurulamadı? Nasıl olur da elini kolunu sallaya sallaya Amerika'ya gitti? Neden dayağı yiyen biz oluyoruz?

İYİ POLİSTİM KAMYON ÇARPINCA KÖTÜ POLİS OLDUM

Sizi Özel Tim'e kim seçti?

- Kendi isteğimle gittim. Polis okulunda da başarılı bir öğrenciydim. İstediğim yere tayin olabilirdim ama o şartlarda Özel Tim'e girmek istedim. Bizi seçen Korkut Eken'di. O bir efsanedir. Nerede çatışma olduysa, nerede silah patladıysa, nerede şehit varsa ben onu orada gördüm yani. Bizi eğitenlerin başındadır, onların elinde yetiştik. İyi polistim ben. Özel Harekatçı iyi polistir.

Ne zaman kötü polis oldunuz?

- Kamyon çarptıktan sonra...

Sizce neden sizi Özel Tim'e seçtiler?

- Gönüllüydüm. Bizi bir kursa tabii tuttular, 1000 kişi başladık, 500 kişi zor bitirdik. Sırf fiziki eğitim de değildi. Duyguları da okşayan bir eğitimdi. Kabullenmek istemiyorum yani Korkut Eken'in başına gelenleri. İbrahim Şahin'i dağdan tanıyorum ben, nasıl biri olduğunu biliyorum. Filmlerdeki gibi değildi, filmlerde gördüğünüz sınırlar bittiği zaman başlıyordu bizim yaşadıklarımız. O filmleri yapanların hayal edemeyeceği, rüyalarında bile göremeyeceği şeyler yaşadık.

3 Kasım 1996'da Hasan Gökçe'nin kullandığı 20 RC 721 plakalı kamyon, Susurluk yakınlarında 06 AC 600 plakalı bir Mercedes'e çarptı. Mercedes'teki Hüseyin Kocadağ, Abdullah Çatlı ve Gonca Us öldü; Sedat Bucak yaralandı.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!