Çok borcumuz var

Güncelleme Tarihi:

Çok borcumuz var
Oluşturulma Tarihi: Şubat 25, 2012 00:00

Emin Alper’in adını 62. Uluslararası Berlin Film Festivali’nde aldığı iki ödülle duyduk. Doğduğu Ermenek’te çektiği ‘Tepenin Ardı’ filmiyle önce genç sinemacılara ve yenilikçi yapıtlara ayrılan Forum bölümünün en prestijli ödülü Caligari’yi kaptı. Ardından ‘En İyi İlk Film’ mansiyonu kazandı. Ama 400 bin liraya mal olan filmin hâlâ borcunu ödüyor. Ayağının tozuyla Berlin’den dönen Alper’le konuştuk.

Haberin Devamı

Karaman Ermenek’te doğdu Emin Alper (37). Babası avukat, annesi öğretmen. Ailesi, eğitimine çok önem verdiğinden ilkokulu bitirmeden Konya’ya taşındılar. Konya Anadolu Lisesi’ni kazandı. Ama o kadar çalışkandı ki, burası yetmedi ve Ankara Fen Lisesi’ne geçti. Önce inşaat mühendisliğini seçti ama sevmeyince Boğaziçi’nde iktisat okudu. Ardından Modern Türkiye Tarihi  yüksek lisans ve doktorasını bitirdi, İTÜ’de ‘modernite oluşumu’ dersi vermeye başladı.
Aklında hep sanat olduğunu söylüyor Alper: “Büyüdüğüm ortamda çalışkan öğrencilerin gidebileceği tek rota vardı, o da benim izlediğim. Ama roman okumayı çok sever, tiyatroyla ilgilenirdim. TRT’deki pazar film kuşağını dört gözle beklerdim. Fen lisesindeyken hata yaptığımı düşündüm. Yoğun ders programından hiçbir şeye vakit kalmıyordu. Tek yapabileceğim müzik grubuna katılmaktı, gitar çalmayı bile öğrendim. Yeteneğim olmadığını fark edince devam etmedim. Üniversitede kültür-sanat faaliyetleriyle de yakından ilgilenmek vardı aklımda. Boğaziçi’ni seçmemin önemli sebeplerinden biri buydu. 92’de girer girmez tiyatro grubuna katıldım, kendimi bulduğumu hissettim.”
Emin Alper senaryo denemeleri yazıyor ve öykü taslakları hazırlıyordu. Aklı hep sinemadaydı, okulun sinema kulübüne geçti. ‘Görüntü’ dergisini çıkarmaya başladılar birkaç arkadaş. Teçhizat olmadığından pratik yapamıyorlardı. Bu yüzden kendilerini araştırma ve arşive verdiler. Eisenstein, Visconti, Fassbinder, Bergman ve Tarkovski gibi isimlerin filmlerini tartışıyorlardı. Türkiye’dense Atıf Yılmaz, Yılmaz Güney ve Engin Ayça dikkatlerini çekiyordu. 90’ların sonunda Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan çıktığında hemen sinema kulübüne davet ettiler. 

Haberin Devamı

/images/100/0x0/55eb0dd3f018fbb8f8a809ca

SEYFİ TEOMAN ELİMDEN TUTTU

Emin Alper, ödül aldığı ‘Tepenin Ardı’nın taslak hali olan ilk senaryosunu 23 yaşında yazdı. Zeki Demirkubuz güzel ama ağır bir eleştiri yapınca biraz daha pişmesi için dosyayı rafa kaldırdı. “Bir türlü işin pratiğine açılamadım” diyor: “Elimden tutan Seyfi Teoman oldu. Boğaziçi’ndeki Mithat Alam Film Merkezi kurulmak üzereydi ben mezun olurken. Merkezin başkanı ve Bulut Film’in ortaklarından Yamaç Okur yaşıtım, onun vasıtasıyla benden birkaç sınıf küçük Seyfi’yle tanıştık. Seyfi’nin yurtdışında eğitim aldıktan sonra çektiği kısa filmi ‘Apartman’da oynadım. 2005’te ilk kısa filmim ‘Mektup’u TRT ile çektim, genç yetenekler için bir programları vardı. Senaryonuzu beğenirlerse ekibi yollayıp çekiyorlardı. Ardından ikinci kısa filmim ‘Rıfat’ı çektik Mithat Alam Film Merkezi’nin yardımıyla. Seyfi, piyasadaki arkadaşlarından temin etmişti malzemeleri.”
Yüksek lisans ve doktorasını bitiren Emin Alper, ikinci senaryosunu Bulut Film’i kuran Yamaç Okur’a götürdü. İstanbul’da geçen politik gerilim hikâyesinin bütçesi büyüktü. Kültür Bakanlığı desteği için küçük bütçeli bir filme ihtiyaç vardı. Aklına, ilk yazdığı senaryo geldi, üç ay çalışıp iyileştirdikten sonra bakanlığa sunuldu. Onay gelince çalışmalara başlandı. Her şey son dakikada yetişse de sonuç beklediklerinden çok daha fazlası oldu. İki ödül birden geldi: 62. Uluslararası Berlin Film Festivali’nde genç sinemacılara ve yenilikçi yapıtlara ayrılan Forum bölümünün en prestijli ödülü sayılan Caligari Ödülü ve En İyi İlk Film dalında mansiyon kazandı.

Haberin Devamı

AVUKAT BEYİN OĞLU GELMİŞ

Çekeceğimiz yer belliydi; yazarken de hep aklımda olan, doğduğum Ermenek’in Balkusan Köyü’ne yakın bir yerde çektik. Yörük ve aile çatışma hikâyesi bana çok tanıdık. Babam avukat olduğundan, bu konularda çok iş gelirdi. Çiftlik sahipleriyle otlak bulmaya çalışan yörükler arasında çok dava olurdu. Babamın yörük müvekkilleri vardı, onların evinde yaylada kalırdık.  Yapımcılarla mekân ve yerel cast çalışması yaptık. Halkla da çok iyi anlaştık. “Avukat beyin oğlu film çekiyor” diye hep yardımcı oldular. Çok zordu benim için. Daha gitmeden heyecan başlamıştı. Köyde dolaşıp notlar aldım. Zaman azdı, her şey çok planlı olmalıydı. Beş hafta günde üç saat uyudum. Kısa filmlerde altı-yedi kişiydik ekipte, burada 30 kişi bana bakıyordu. Seyfi Teoman’ın deneyimlerinden yararlandım, hep yanımdaydı. Terminolojiye hâkim değildim. İlk gün örneğin ışıkçıyla kameraman aralarında bir şey konuştuğunda Fransızca gibi geliyordu. Seyfi’ye soruyordum çaktırmadan.

Haberin Devamı

POLİTİK FİLMLER YAPIYORUM

İki ailenin bir günü anlatılıyor filmde. Yayla evinde toprak sahibi bir dede, ziyarete gelen oğlu ve torunları var. Bir de dedenin yanında çalışan dört kişilik aile. Tartışılan ana konu, aile içindeki çatışmalarla yüzleşememe. Bunları saklama gayretinden, otoriter dedenin öfkesini yönelttiği bir düşman yaratma sürecinden bahsediliyor. Düşman, aile içinden değil, tepenin ardındaki yörükler. Dolayısıyla bu düşmanlık, bir anlamda aile içindeki çatışmaların örtülmesine zemin hazırlıyor. Ve  dedenin işaret ettiği düşmana yönelerek hem kendi kusurlarını örtüyorlar hem de birbirlerininkini...
Gündelik hayatımızda çok rastladığımız bir durum bu. Özellikle de makro anlamda Türkiye siyasetine hayli gönderme yapıyor. Türkiye siyaseti özellikle 90’lardan beri böyle. Kendi iç meselelerimizle yüzleşip uzlaşmak yerine sorunu dışarıda arayarak meselelerin üzerini örtme refleksi var. Filmde de temel olarak bunu eleştiriyoruz. Politik filmler yapmaya çalışıyorum. Diğer senaryolarım da öyle. Doğrudan teması öyle değil ama gönderme yaptığı zemin politik. Sanat filmlerinin senaryosu sade, görselliği ön plandadır. Benim senaryolarım romana benzer. Entrikalı ve çok karakterli.

Haberin Devamı

“Senaryo nasıl bir oyunculuk gerektirirse ona göre seçerim oyuncuları. Oyuncu üzerine senaryo yazacağımı sanmıyorum. Ama Engin Günaydın’ın tasarladığım senaryolardan birine çok yakışacağını düşünüyorum”

SON DAKİKA BAŞVURDUK

Çekimler 30 Ağustos’ta bitti. Kaba kurgu bitmek üzereyken son başvuru günü Berlin’e yolladık. Ümidimizi kaybetmişken çağırdılar. Festivale bir hafta kala son halini gönderdik. Her şey son dakikada oldu. 10 Şubat’ta ilk gösterim yapıldı. Ödül almayı beklemiyorduk, katıldığımız için bile sevinçliydik. Festivalin dergilerinde olumlu eleştiriler çıktı. Ders vermem gerektiği için İstanbul’a döndüm, iki gün sonra Seyfi’den “Acil ara” mesajı geldi ve ödülü aldığımızı öğrendim. Hemen geri döndüm. Cuma akşamı ödülü aldık, cumartesi günü Altın Ayı’nın ödül töreninde en iyi ilk film açıklanacaktı. Birkaç saat önce “Güzel giyinin sizi iyi bir yere oturttuk” denince “Yoksa bir ödül daha mı?” diye düşündük. Biraz baskı yapınca “İyi bir şey ama çok da ümitlenmeyin” mesajı verildi ve mansiyon alacağımızı anladım.

Haberin Devamı

VİZYONA GİRSİN Kİ YENİSİNE BAŞLAYALIM

Yeni filmin çekimlerine başlamayı çok istiyorum. Ama Kültür Bakanlığı’ndaki dosyayı kapatmadan yeni destek alamıyoruz. Yani filmin vizyona girmesi şart. Bu yüzden en az bir yıl finansman sorunlarıyla uğraşacağız. Ödül aldık ama hâlâ filmin borçlarını ödüyoruz. Belki bu ödül finansman bulmak için yardımcı olur.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!