Cemil Sonses diye birini icat ettik, Unkapanı’ndan arayıp kasedini sordular

Güncelleme Tarihi:

Cemil Sonses diye birini icat ettik, Unkapanı’ndan arayıp kasedini sordular
Oluşturulma Tarihi: Nisan 25, 2004 00:29

Eşini aldattığı için terk edilen bir adam stüdyo konuğudur. Karısıyla barışmak istemektedir. Programın bir de uzman konuğu vardır; Prof. Dr. Oskay Bos. Oskay Bos, adamın samimi davranmadığını, şıpsevdi olduğunu söyler...

Terk edilen adam profesörün bu sözlerine çok sinirlenir. Tartışmaya başlarlar. Yarım saat sonra bir kadın programa telefon ile bağlanır. Arayan Oskay Bos’un eşi Döndü Bos’tur. Döndü Hanım canlı yayında kocasına ‘Orada ahkam keseceğine önce kendine bak. Benimle hiç ilgilenmiyorsun. ‘Köylüyüm’ diye beni hor görüyorsun. Millete ders vereceğine aynaya bak’ diye bağırır. Oskay Bos neye uğradığını şaşırmıştır. Az önce profesöre çok sinirlenen programın ana konuğuysa bu gelişme üzerine ‘Artık sus! Senin de ne olduğunu gördük!’ der. Ve koca profesör stüdyoda ağlamaya başlar. Eşi telefonda ağzına geleni söyler. O da ‘Tamam Döndü’cüğüm burası yeri değil’ gibi sözlerle karısını sakinleştirmeye çalışır. Bu sırada asıl konuğun karısı barışmak için stüdyoya gelir. Az önce eşiyle barışmak için can atan adam bu kez ‘Karım ben görmeyeli çirkinleşmiş. Dört yılda çok kilo almış. Artık barışmak istemiyorum’ diyerek herkesi şaşkına çevirir. ‘Olmaz böyle şey!’ demeyin. Her pazar Kanal 7’de yayınlanan, İbrahim Sadri’nin hazırlayıp sunduğu Eşref Saati programında bunların hepsi oluyordu. 10 haftadır yeni formatıyla yayınlanan bu program sayesinde İbrahim Sadri (41) ikinci keşfedilme dönemini yaşıyor. Bir zamanların ‘kaybeden’ şairi şimdilerde Türkiye’nin en ilginç şovmeni olmak istediğini söylüyor. Şiir kaseti çıkardığı zamanlar İbrahim Sadri için ‘İslami kesimin Nazım Hikmet’i’ diyenler bugünlerde onu Okan Bayülgen’e benzetiyor. Geçtiğimiz hafta içinde Kanal 7’den ATV’ye transfer olan İbranim Sadri, artık ‘Eşref Saati’ni her cuma akşamı ‘Televizyon Milleti’ adıyla yeni kanalında yapacak.

Bu Eşref Saati isimli televizyon programınızda bizimle dalga mı geçiyorsunuz?

- Hep birlikte eğleniyoruz desek.

Tamam eğleniyoruz da orada yaşananlar gerçek mi?

- Hayır, tümüyle kurgu. İzleyici programı izlerken kuşku duysun istedik. Onlara, televizyonda gördüğünüz her şeye kuşkuyla bakın, diyoruz. Zaten program biterken şöyle bir altyazı çıkıyor: Televizyonda gördüğünüz her şeye inanmayın. En güzel yalanlar gerçeklerle söylenir.

Böyle bir program yapmak nereden aklınıza geldi?

- Belli bir izleyicisi olan, şiir ve sohbet ağırlıklı programlar yapıyordum. Bu kez çok izlenen bir şey yapmak istedim. İzlenen bir şey yapmak için oturduk hangi programlar daha çok izleniyor onları takip ettik.

Hangi programlar izleniyormuş?

- Kavga edilen, tartışılan, insanların birbirine su fırlattığı, birbirlerinin boğazına sarıldığı, kafalarına poşet takılıp çıkartılan, içinde gerginlik ve şiddet unsurları barındıran, çok ağlanılan, dramatik hayat hikayelerinin öne çıktığı programlar izleniyor. Dedik ki böyle bir şey yapamayız. Ama izlendiğine göre bunların üzerine gidelim. Ve genel anlamda bir televizyon parodisi yapalım. 10 haftadır tahmin ettiğimizden daha fazla tepki aldık.

İNSANLAR İZLERKEN BİZE KIZSINLAR

Sizce neden başarılı oldunuz?

- Televizyonda ya çok iyi bir şey yapacaksınız, ya da çok kötü bir şey yapacaksınız. Biz kötü olanı tercih ettik. Kötü bir program yapıyoruz ve çok izleniyor. Kötü, arızalı, ürküten, kızılan, zaman zaman nefret edilen bir program yapıyoruz. Bunu da bilerek yapıyoruz. İnsanlar seyrederken bize kızsınlar diye yapıyoruz. Çünkü insanlar bunu izliyor. Lafa gelince herkes belgesel istiyor ama belgesel kanallarının durumları ortada.

Sizi ağırbaşlı, romantik biri diye bilirdik. Programın yeni halinde size ne oldu?

- Dediğiniz gibi herkes beni efendi biri diye tanıdı. Zaten programımızın en büyük serveti de bu. ‘İbrahim Bey nasıl böyle bir şeye alet olur’ diye düşünüyorlar. İnsanlar bunu bana yakıştıramadığı için de yaptığımız iş inandırıcı hale geliyor.

Yeni bir hayran kitleniz oluştu mu?

- Evet. Şimdi 41 yaşındayım ve ikinci keşfedilme dönemimi yaşıyorum. Açıkçası bu durum beni heyecanlandırmıyor. Çünkü keşfedilmekten yoruldum. Hani derler ya umut vaat eden genç yetenek. Artık umut falan vaat etmek istemiyorum. Mal budur.

İslami kesimin Okan Bayülgen’i mi olacaksınız?

- Hiç böyle dertlerim yok. Türkiye’nin en ilginç şovmeni olacağım.

İlginçten neyi kastediyorsunuz?

- Eşref Saati’nde her hafta başka bir adamım. İzleyici neyle karşılaşacağını bilmiyor. Acaba bu hafta bize ne yapacak diye bekliyor. İlginçten kastım bu.

Bu değişkenlik ilerleyen günlerde izleyiciyi ve sizi bir şizofreni içine sokar mı dersiniz?

- Olabilir. Ben şizofren olmam da izleyicinin kafası karışabilir. Biz de karışsın istiyoruz zaten.

Eşref Saati’nde insanların acılarını sömürenleri eleştiriyorsunuz.

- Evet. Onu da yapıyoruz.

Ama aynı zamanda bir şairsiniz ve bir röportajınızda şöyle diyorsunuz: ‘Çok entelektüel biri de sevdiğini kaybettiğinde acı çeker, sıradan bir oto tamircisi de. İnsanları acı paydasında birleştiriyorum. Kaybedenlerin şairiyim’ Eleştirdiğiniz insanlardan ne farkınız var?

- Aynı şey değil. Televizyonda bir kurgu var. Oto tamircisini çıkartıyor. Anlat oğlum nasıl acılar çektiğini anlat, diyor.

Siz de ‘Usta’ isimli şiirinizde şöyle diyorsunuz: ‘Oğlum, onüç-ondört anahtarı ver / Al usta / Oğlum, yat motorun altına / Nesi var bir bakıver / Olur usta / Oğlum, terlemişsin / Akmasın terin motora / Motor pas yapar sonra / Olur mu be usta / Ter pas yapar mı? / Gözyaşı pas yapar mı? / Oğlum ne diyorsun bak işine / Bakıyorum usta / Yalnız ellerim / Ellerim çatlamış be usta / Ellerim acı içinde / Yüreğim var ellerimde / Yüreğim yanıyor usta...

- O şiirde bir sömürü yok.

BİR TARAFIM ELEŞTİRDİĞİM KİŞİLERE BENZİYOR

Nasıl yok!

- Şiir yazarak insanlara yaşadıkları acıları paylaşmayı öneriyorum. Satın alırsınız ya da almazsınız. Sizin tercihiniz.

Televizyonu da izlersiniz ya da izlemezsiniz sizin tercihiniz...

- Aynı şey değil. Birinde para ödüyorsunuz. Televizyon izlemekle kitap satın almak aynı şey değil. Fakat düşününce eleştirinizin haklı bir yanı var. Galiba bir tarafım eleştirdiğim insanlara benziyor. Ama şiir benim için çok başka bir şey. İçimden gelerek yapıyorum, kurmuyorum. Yazınca, okuyunca çok mutlu olmuyorum. Ama hiç sizin gibi düşünmedim. Haklısınız galiba. Öyle bir tarafı da var. Varsın olsun. Ne yapayım?

Bu program şair duruşunuzu zedelemeyecek mi?

- Bilmiyorum. Zedeleyebilir. Ekmeğimi şiir gösterileriyle kazanan birisiyim. Zedelerse kötü olur.

Bu sektörde kazanılacağını düşünmüyorum. En sonunda mutlaka kaybedersiniz. Bunu en başında söyleyeyim ki, kaybettiğim vakit ah vah edip yataklara düşmeyeyim. Psikopat olmayayım. Bu ülkede bir anda çok ünlenip, üç yıl sonra hiç tanınmadığı için duvarlara kafa atan insanlar var. Beni tanımayan tanımasın keyifleri bilir. Ben hazırlıklıyım. Zaten üç-beş yıl daha yapıp en sonunda bir balıkçı kasabasına yerleşmeyi planlıyorum.

Hiç yaşamamış bestekárla büyüdüğünü iddia edenler çıktı

Programda sürekli hayali kahramanlar, tipler üretiyoruz. Cemil Sonses diye bir fantezi müzik sanatçısı yarattık mesela. Bir sürü sanatçının özelliklerini üzerinde toplayan bir şarkıcıydı. İki kere programımıza çıktı. Kötü şarkılar söyledi, ona kötü klipler çektik. Olabilecek kadar kötü olsun diye uğraştık. Yine de bu programlardan sonra Unkapanı’ndan yapımcılar aramaya başladı. Bu adamın kaseti var mı, sipariş geliyor diye. Hemen arkasında Taşkın Sayan diye bir adam icat ettik. Tamamen hayali. Güya bir zamanlar ünlenmiş ama bugün çok zor duruma düşmüş bir bestekár. Kulübede filan yaşıyor. İnsanlar telefon açıp ‘Bu bestekárı çok seviyorum, onun besteleriyle büyüdüm. Yardım etmek istiyorum’ dediler. Bu tepkileri hiç beklemiyorduk. Bu kadar olmamalıydı.

Alışkanlıklar ve aile bağları konusunda çok muhafazakárım. 20 yıl önceki çevremi hálá koruyorum. Üç çocuğum var. Biri lise sona gidiyor. Eşimi çok seviyorum. Bir sürü zor dönemleri birlikte atlattık. O, o zaman da beni çok seviyordu.

Yılmaz Erdoğan şiir işinden vazgeçti gibi

Ya bir gün hayranlarınız ‘Bu şopardan şiir mi dinlenir’ deyip sizi terk ederlerse?

- Yok o biraz ağır oldu. Ama ona benzer bir şey diyebilirler. Bu ülkede aynı zamanda komik ve aynı zamanda şair olan pek insan yok.

Yılmaz Erdoğan?

- O biraz şiir işinden vazgeçti gibi... Hobi gibi tutuyor sanki. Bir tane şiir kaseti yaptı arkası gelmedi. Ama benim için hangisi diye sorarsanız. Önce şiir gelir.

Beni solcu zannedenler olması hiç önemli değil hepimiz aynı yağmurda ıslanıyoruz, dönüşüyoruz

Sizin için şöyle diyorlar: ‘Sağ kesimin ‘Neden bizden bir Nazım Hikmet çıkmıyor’ dediği dönemde yapılmış optimum satranç hamlesi. Pazarlama stratejileri derslerinde mutlaka okutulması gereken bir fenomen...’

- Biraz öyle duruyorum. Ama bu beni tanımlamaya yetmez. İnsanlar beni Nazım’a benzetiyor. Ben de hiç rahatsız olmuyorum açıkçası. Ama biliyor musunuz beni solcu diye de tanıyan bir dolu insan var. Hiç önemli değil ki! Türkiye’de hepimiz aynı yağmurda ıslanıyoruz. Hep beraber dönüşüyoruz. Hep beraber değişiyoruz. Hepimiz payımıza düşeni alıyoruz.

Koyu yeşiller açığa doğru dönüyor...

- Bunu altı yıl önce söyledim. Şimdi açık yeşilim dedim. Buna sanatçı öngörüsü derler. 15 yıl önce biri size ‘Bir gün bakanlar kurulunun yüzde yetmişinin eşinin başı örtülü olacak’ dese inanır mıydınız? Hiç inandırıcı gelmiyor. Ama öyle. Dolayısıyla bu tuhaf bir döngü. Hepimiz dönüyoruz, dönüşüyoruz...
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!