Bu yaştan sonra kulağımı deldirdim

Güncelleme Tarihi:

Bu yaştan sonra kulağımı deldirdim
Oluşturulma Tarihi: Ocak 19, 2002 02:06

Bu röportaj oyun seyredildikten sonra yapıldı arkadaşlar! Medyayla birlikte ben de o oyuna seyirci yollamaya karar verdim. Çok eğlenceliydi. Gidin yani. Zaten kapalı gişe oynuyor. Bu röportaj yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıktıyı anlamak için yapılmıştır. O kadar.

Son oyununuz ‘‘Yarışma’’da, tuzağa düşen kim? a) Şebnem Özinal b) Oyun c) Medya d) Seyirciler e) Siz

- Vallahi, hem hepsi hem hiçbiri! İşler öyle karmakarışık hale geldi ki, artık neyin ne olduğunu ben de bilemiyorum...

Baştan başlayalım öyleyse, ne yani şimdi siz medyayı tuzağa mı düşürdünüz?

- Bir bakıma evet! Neden mi? Çünkü medya, tiyatroyla ilgilenmiyor. Mankenler, şarkıcılar ve onların özel hayatları daha cazip geliyor. Yeter ki işin içinde dedikodu olsun! Sonra da, ‘‘N'apalım, insanlar bunu istiyor!’’ diyor. İşte oynadığımız oyun da medyanın bu içler acısı halini ve kadını kullanış biçimini eleştiriyor.

Bu oyunu seçerken niyetiniz neydi?

- Tepkimizi koymak istedik. Oyunun, bu haliyle medyanın ilgisini çekeceğinden de adımız gibi emindik! Hatta, ‘‘Göreceksiniz, gazetelerde ve televizyonlarda uzuuun uzun bizim oyundan söz edilecek’’ dedim. Bal gibi biliyordum, bize seyirci yollayacaklarını! Onlar bize izleyici yolluyor, peki biz ne yapıyoruz? Gelenlere medya hakkındaki düşüncelerimizi anlatıyoruz! Bu arada, oynadığım türdeki kişilerden intikam alma duygum da var. Öfkemi boşaltmış oluyorum bir yerde...

Siz bu oyunun orijinalini gördünüz mü? Yoksa sadece okudunuz mu?

- Bir sanat dergisinde önce küçük bir eleştiri okudum: ‘‘Medyayı iyi tanıyan animatör, sunucu, Paris'te çok büyük bir başarı kazandı’’ diye yazıyordu. Adam, Fransızların Mehmet Ali Erbil'i. İlk oyunuymuş. Önce teksti getirttim, sonra gittim seyrettim. ‘‘İşte, aradığım oyun bu!’’ dedim.

Hınzır hınzır gülümsediniz yani!

- Sorulur mu? Elbette. İnanılmaz eğlendim. Seyircinin de benim gibi hissedeceğinden emindim. Önce motamot çeviri yapıldı, sonra Umur Bugay, ki o da Türk medyasını çok iyi bilir, daha bizden bir biçimde söylemeye çalıştı...

Bazen bir ressam resim yapar, eleştirmenler de 30 bin tane anlam yükler. Ama adam aslında sadece bir resim yapmıştır! Bu sadece bir oyun muydu, yoksa ‘‘oyunun oyunu’’ mu?

- Sadece bir oyun. Basit, düz bir oyun. Hatta sığ! Tartışmayı, bu oyunun bizim tiyatro tarafından oynanması yarattı. Her kafadan başka bir ses çıktı...

Sonuçta olup bitene sizin tepkiniz ne oldu?

- Önce hoşuma gitti. En azından seyirci gelecek dedim! Bu yaştan sonra kulağımı bile bu oyun için deldirtmiştim. İnsanları şaşırtmak istiyordum. Zıt bir şey yapmak istiyordum. Ben bunu da yapabilirim duygusu! Bugüne kadar yapmadıysam başka şeylere saygım yüzünden duygusu...

Ne o? Artık o saygıyı içinizde taşımıyor musunuz?

- Olur mu? Bu oyun, bundan sonra da, hep böyle oyunlar oynayacağım anlamına gelmiyor ki! Bir seferlikti. Ve gördüğünüz gibi iş sonunda içinden çıkılamaz bir hale geldi.

Sizce medya işini mi yapıyor yoksa ‘‘iblislik’’ mi yapıyor?

- Vallahi, ‘‘iblislik’’ medyanın işi zaten!

Peki ne yapsın medya? Önlerine bir fotoğraf geliyor, koskoca Genco Erkal'ın kucağında yarı çıplak bir kadın...

- O fotoğrafların yayınlanmasına itirazım yok ki. Ama medyanın Genco Erkal'ı ‘‘koskoca’’ bulduğu da doğru değil! Kaç sene sonra insanlar benimle ilk defa ilgileniyor. Ve bu oyun sayesinde!

Bütün suç medyanın mı yani!

- Öyle demiyorum. Şebnem'in o fotoğrafı yayınlanıncaya kadar herşey eğlenceliydi. Bu bir muziplikti. Bir taş atayım, bakalım ne olacak dedim.

Sizin iddianıza göre medya, ürününü sattırmak için bir sürü numara çekiyor diyorsunuz fakat siz de oyununuzu daha çok insana izlettirmek için numara çekiyorsunuz. Fark nerede?

- Ben bunu bir amaçla yapıyorum. Medyayı eleştirmek için. Peki onlar ne yapıyor? En ahlakçı hallere bürünüp, ‘‘Ne ayıp sahnede bir sevişmedikleri kaldı!’’ diye başlık atıyor. Aslında biz de medyanın bu tavırlarını anlatıyoruz oyunumuzda.

Siz de aynı silahları kullanıp seyirci çekmiyor musunuz? Yani masum değiliz hiçbirimiz durumları...?

- Ee o açıdan bakarsanız, doğru tabii! Ama kendiliğinden böyle gelişti, işin içine başkalarının bakış açısı karışınca bambaşka bir hale dönüştü.

İş sonunda ‘‘Reklamın iyisi kötüsü olmaz’’a mı geliyor? Tiyatronuzun girişinde bile bütün gazetelerin bu konudaki haberleri yer alıyor!

- İnkar edemem, tabii ki, medyanın bize çok faydası oldu.

Oyun da şahane gidiyor. Hep bu kadar dolu mu?

- Evet iyi gidiyor. Gerçi şimdi telefon açıp, ‘‘Affedersiniz sizin tiyatronuz neredeydi?’’ diye soran bir seyirci kitlesi var. Ama olsun, gelsinler tabii.

Bu kadar büyük ilgi görünce, keşke daha önce de böyle oyunlar oynasaydım diye pişmanlık yaşadınız mı?

- Ne alakası var! Medyanın ilgisini çekmek için böyle davranmak gerekir diye düşünen bir kafam yok, Allahtan! Her seferinde güzel ve parlak bir kadın oyuncuyu ortaya çıkarırım diye düşünmüyorum. Aksine, uzun bir süre daha böyle bir oyun oynamaya niyetim yok!


Amcam, babama Kürt hamallar arasında geçen bir olayı anlatıyor. Annem de dinliyor. O sırada da bana hamile! Amcam, son derece heyecanlı bir biçimde ‘‘O güzel gözlü Genco adındaki delikanlıyı vurdular!’’ diyor. ‘‘Kanlar içinde yere düştü, kan davasıymış’’. Annem de içinden geliyor, birden şöyle diyor: ‘‘Oğlumuz olursa adını Genco koyalım!’’


Evet solcuyum. İflah olmak zorunda mıyım? O ideali hiçbir zaman kaybetmeyeceğim. Tabii bu, güne ayak uyduramadığım anlamına da gelmiyor. Şablonlara uymuyorum ben. İflah olmaz solcu olarak tanımlanan biri opera sevmez, kimbilir belki her gün benim gibi yüzmez de, hele küpe hiç takmaz! Kızının velayetini alıp kendisi de büyütmez. Ben bunları da yapıyorum. Her solcu, o tarif edilen solcu değildir ki. Nazım hakkında yazılan son kitap onu ‘‘romantik komünist’’ diye tanımlıyor. Ben de kendimi öyle görüyorum...


HINCAL ULUÇ


Kaybolup gitmişti ta ki bu oyuna kadar


Kariyerinin sonlarına yaklaşmakta bir tiyatro yapımcısı. Son yıllarını artık dolu dolu salonlarla götürmek, medyada kendisinden söz edildiğini görmek, yeniden, eskisi gibi popüler olmak istiyor. Sosyal içerikli ve hep mesajlı oyunların seyircisi iyice azalmış. Popüler bir komedi oynarsa.. Bu komedide karşısına, bu ülkenin en cesur genç kızlarından birini, mümkün olan en asgari giyimle oynatırsa.. Özellikle basının fotoğraf çektiği gece, bu genç kız sadece iç çamaşırlarını değil, kazara(!) sutyeninden fırlayan göğüs başlarını da sergilerse.. Hatta ve hatta paparazzilerin kulağına, (...) bu dekolte kızın bu defa bir lezbiyen ilişki içinde olduğu fısıldanırsa.. Plan yürüyor. İstanbul tiyatroseverlerinin yerini bile bilmedikleri tiyatronun telefonları kitleniyor (...) Genco Erkal, bu ülke tiyatrosunun yetiştirdiği en büyük oyunculardan biri.. Ama ‘‘Sosyal içerik.. Mesaj.. Devrim.. Sol.. Epik’’ baskılarının altına öyle attı ki kendisini, bu büyük oyun gücünü kendisinin de itiraf ettiği gibi ‘‘küçücük’’ bir kitlenin emrine verip kayboldu ve unutuldu (...) Korkma Genco, özürler arkasına sığınma, inanmadığın şeylere insanları inandırmaya da çalışma (...) O zaman inan daha büyürsün!..




GENCO ERKAL


Hınç al deyince Hıncal mı oluyor


Hıncal Uluç geldi, izledi oyunu. Ama o benim daha evvelki oyunlarımı görmedi ki! Kıyaslama imkanını nasıl bulmuş ki? Önyargılı, gizli gizli bir sol düşmanlığı var sanki. ‘‘Aman fırsat bulsak da şunların tepesine bir geçirsek!’’ Geçtiğimiz yıllarda da bir takım örnekler bularak, o örneklerin tökezlediği, dilinin sürçtüğü açıkları cımbızla ayıklayarak, o kişinin şahsında bütün bir solu karalamak ve geçmiş öfkeleri boşaltmak gibi bir hastalık sergilendi. Evet bu bir hastalık! Eski solcular çok değiştiler ya, başka yerlere geldiler ya, onların içinde özellikle var bu! Hınç alma gibi bir istek. Hınç al deyince, Hıncal mı oluyor? Bu arada bir baba acaba niye oğluna Hıncal diye bir isim koyuyor? Çok hastalıklı bir şey değil mi?


GENCO ERKAL


Meme resmi fotomontaj

Şebnem'in sağ memesinin oyunun önüne geçtiğini düşünmüyorum! Zaten o fotoğrafın da gerçekliğinden şüphem var. Fotomontaj olduğuna inanıyorum! Desinatörümüz Sadık Kızılağaç, Şebnem ve ben, giydiği kostüme baktık, göğsün oradan çıkmasına ve fark edilmemesine imkan yok! Bir genel provaydı, orada 20 kamera vardı, 5'i video diğerleri de fotoğraf makinası. Nasıl olur da o anı hiçbiri görüntüleyemedi! Şebnem'in karşısında oynuyorum, nasıl olur da ben görmedim! Allahaşkına mümkün mü bu? Ben ancak o fotoğrafın üzerinden oynanmamış bir negatifini görürsem, o karenin gerçek olduğuna inanırım. Biliyorsunuz herşey yapılıyor: Buruşukluklar yok ediliyor, kısa bacaklar uzatılıyor, kalçalardaki selülitler ortadan kaldırılıyor. Haliyle insanın aklına böyle bir şey yapabilecekleri de geliyor! Korkmaz mı insan?


UĞUR GÜNERİ


Fotomontajsa mesleği bırakırım

Çok ciddiyim, biri o resmin fotomontaj olduğunu kanıtlasın mesleğimi bırakırım. Bu kadar da olmaz ki. Önümüzdeki Çarşamba sırf bu ‘‘aydın parayonası’’ yaşayan arkadaşları rahatlatmak için Bülent Kaya tarafından çekilen o diayı bir daha basacağız, kenarı tırtıklı, şerit halinde. Ama sonra bir özür bekliyorum. İnsanları sahtekarlıkla suçlamak bu kadar ucuz olmamalı. 20 kamera varmış da, nasıl olur da Hafta Sonu o görüntüyü yakalamış? Bundan dört yıl önce de, Hülya Avşar Şov'da 72 kamera vardı. Ama ne oldu? Sadece o küçümsedikleri Hafta Sonu, Avşar'ın iç çamaşırı giymediğini tespit etti!
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!