Bayram münasebetiyle

Güncelleme Tarihi:

Bayram münasebetiyle
Oluşturulma Tarihi: Ocak 23, 2005 00:10

Biri 40’ına yürüyen, diğeri 40’ını biraz geride bırakan iki medyacı. 40’ına yürüyeni artık bütün Türkiye tanıyor: Kadir Çöpdemir. Önce radyodan fethetti Türkiye’yi. Sonra Ekmek Teknesi’nin Kirli’si olarak bambaşka bir rolde çıktı karşımıza.

Seçim öncesi NTV’de Bilinçli Vatandaş programıyla yine dikkatleri üzerine çekti. Bu yüzden de kanal, programı Gerçeğin Ta Kendisi olarak devam ettirdi. Yaptığı sokak röportajları herkesin diline dolandı. Araya reklamlar girdi. Turkcell filmlerinde başlı başına bir karakter yarattı. Başarılı, stili olan biri kısacası. Hayatta bir duruşu, bir felsefesi var. İşini de adam gibi yapıyor.

Diğeri, Hürriyet okuyucusunun yakından tanıdığı gazeteci Sebati Karakurt. Bütün Türkiye onu tanıyor diyemeyeceğiz. Ama başarıysa, şimdiye kadar yaptıklarıyla ortada. Bu röportajı yaparken Gazeteciler Cemiyeti’nin en iyi röportaj ödülünü kazandı. Kandil Dağı haberiyle... Bir de Sebastian Carlos adı altında radyoda illegal faaliyetler yürütüyor. Fanatikleri belki onunla ilk kez bu röportajda karşılaşacak. O da araya reklam aldı. Ama gazetecilik hariç diğerlerini spor olsun diye yapıyor. Onun stili yaptığı onca ciddi işe rağmen kendini ciddiye almamak. Hayatta bir duruşu, bir felsefesi var.

Bayram münasebetiyle bu iki adam konuşsa ne iyi olur, dedik Zeki, komplekssiz, esprili, hayattan süzmüş iki erkeğin kendilerinin ne kadar çirkin olduklarını bile avaz avaz konuştukları bu sohbet, hayat üzerine bir çeşitleme oldu...

KADİR ÇÖPDEMİR

Aynaya baktığım zaman görüyorum, Rabbim beni affetsin, böyle yaratmış tabii hikmetinden sual olunmaz ama maymun gibi adamız, bi defa abi boy yok bizde


Hakkında seni çıldırtan, asla kabul edemeyeceğin bir eleştiride ya da bir yargıda bulunuldu mu hiç?

- Eskiden entelektüel kaygıları olan bir adamdım. Okuyordum, yazıyordum fakat insanların bunu görmeyip bana ‘boş adam’ muamelesi yapmaları beni sinir ediyordu. Artık 37 yaşına geldim. Artık bunların çok önemli olmadığının farkına vardım. Sen kendini biliyorsun. Şu sıralar çok yıkıcı şeylere maruz kalmıyorum. Belki de onun verdiği rahatlıkla böyle keyfe keder konuşuyorum.

Yaptığın işin birilerine benzetilmesi durumları oluyor mu mesela?

- Bu işe başladığımızda ‘Aaaa bu Michael Moore gibi’ dediler. Oysa ben Michael Moore ile pek bir ilgi kuramadım. İzliyorum filmlerini, kitaplarını falan okuduk. Sokaktaki insanın herhangi bir gündem maddesine ilişkin ilk tepkisini alıyoruz. Bilinçli seçmenle başladı, şimdi ‘Gerçeğin Ta Kendisi’ ile devam ediyorum.

Demek Michael Moore’a benzetiliyorsun ha. Bu hangi Michael!..

- Artık tanıman lazım abi. Çünkü silah tekelleriyle falan çok uğraştı. Aynı safta olmamız lazım...

Değişim-dönüşüm dönemlerin var mı? Hani Özal’ı lanetleyip sonra hakkını teslim etme durumları...

- Lise yıllarım, bir karışık dönem. Okumaya çok küçük yaşta başladım. Dini de seviyorum. Hayatı bir manalandırma biçimi. Ama bir taraftan da sol kitaplar okuyunca ‘Ya bu ikisinin birlikte olduğu bir şey yok mu?’ diyorum. Şimdi biraz komik de geliyor mazimiz falan ama zamanında Libya’ya, Kaddafi örneğine çok ilgi duydum. 1980 öncesi onların bir Yeşil Yürüyüş Dergisi vardı abonesiydim. Kaddafi’nin Yeşil Kitabı’nı okuyor, hatmediyordum. Zaten incecik bir kitap hemen okuyorsun ve dünyayı çözmüş gibi oluyorsun. Tabii üniversiteye gelip sol çevrelerle tanışınca İslam ile sosyalizmin bir araya gelemeyeceğini anladım. Birinden vazgeçmem gerekiyordu. Hani zaten yoksul aile çocuğuyum. Acaba dini duygularımdan mı vazgeçsem?

Hem oruçtan, namazdan bir sürü zorluktan kurtulmaca...

- Aslında yalnızca oruç tutabiliyordum.

Ne güzel di mi şoför ehliyeti almak için üç ay kursa gidiyorsun. Solcuyum ya da dindarım demek için ‘oldum’ demen yeterli.

- Ben solcu olayım, dedim. Ama tabii bu inanç kolay değil hemen söküp atamıyorsun ki. Aradan üç dört yıl geçtikten sonra ‘Ben Allah’a inanıyorum. Allah’ı seviyorum. Hayır yapamayacağım’ dedim. Bu dönüşümse eğer budur. Din benim içimde yerleşik bir duygu. Bundan vazgeçemeyeceğimi anladım. Daha liberal, sol tandanslı bakıştan çıkıp Türkiye’nin ilk burjuva partisi olan Yeni Demokrasi Hareketi’nin (Cem Boyner’in lideri olduğu hareket) kurucuları arasında yer aldım. 130 kurucudan biri de bendim. Dolayısıyla bu da bir dönüşümdü. Arada insanın hayata dokunduğu şeyler vardır. Müzik gibi. Bir dönem çok ciddi Punk dinledim. Hard rock, heavy metal dinledim. Gerçekten çok sevdim. Metallica ve Deep Purple’ı hálá zevkle dinliyorum. Ama o eski muhabbetinle dinleyebiliyor musun, dersen; değil. Ama yine de çok seviyorum. Eskiden çılgınca, büyük heyecanlarla dinlerken şimdi daha sakin ve mutedil, daha bakımlı bir erkek olmak yönünde dinliyorum. Her zaman kendime özen gösterirdim. Temiz gömlek, ütülü pantolon. Hiç öyle kendimi salmışlığım yoktur. Şimdi birkaç tık daha fazla özen gösteriyorum. Artık kol düğmeleri kullanmak gibi, kendime ait bir stilim olsun gibi. Şapkalar takmak gibi... Aslında hepsini doğal sürecinde değerlendirilirse bana makul ve mantıklı geliyor. Yaşadım ve oldu. Bunu bir savrulma gibi görmüyorum.

Bizim yazılmış senaryolarımız var, benim şimdiki sahnem eli biraz para tutsun, sokaktan geçtiğinde insanlar baksın sahnesi

Şu ana kadar hiç çakallık yapıp birilerinin ayağına çelme taktın mı? Kuyu kazdın mı?

- Tüm değerlerim adına yemin ederim kimseyle uğraşmadım. Hep kendi işime baktım. Bizim yazılmış senaryolarımız var, onları plan plan oynuyoruz. Benim şimdiki sahnem: Eli biraz para tutsun, şöyle sokaktan geçtiğinde insanlar baksın sahnesi... Ha bundan sonrasını ben gerçekten bilmiyorum. Merak etmiyor muyum? Ediyorum. Ama bilemem. Bundan üç yıl önceki sahnem biraz dramatikti. ‘Çocuğum sen evde beş parasız otur’ sahnesiydi. Daha sonra bu aksiyon sahneleri devreye girdi. Şimdi ‘Neşeli Günler’ filmi başladı. Bir şeyler yapıyoruz insanlar bizi seviyor. Ha yarın bu korku filmi haline mi gelir, bilemiyorum. Küçük yaşlardan beri imanla büyüdüğüm için, onun ayağına çelme tak, o kapıyı yüzüne vur, bunlar bana çok saçma geliyor. Hayatın senaryosunu yazan öyle bir kudret ki; yazıyı değiştirmek mümkün değil.

O zaman şükredip kadere inanacağız...

- Her şeyi kader belirliyor ama şunları sen belirliyorsun. Hayatı yaşarken rolleri kaparken itliği, çakallığı sen belirliyorsun. Hayat, bu tercihi sana bırakıyor. Ben çakallaşmama seçeneğini tercih ettim. Bak çakallaşmadan 37 yaşına geldim. Nasıl bir sezgi bilmiyorum ama ben 18 yaşındayken babamı kaybettim. Sanki aynı yaşa gelince ben de yolcuymuşum gibi geliyor.

Sen de Teoman oldun hemen.

- 50’li yaşlarda gidici olmaktan çok korkuyorum. İşte böyle düşününce niçin senin gibi çakallaşmadığımı anlarsın.

İyi peki çakallaşmayalım. O zaman bizim de şöhretimiz ve paramız olacak mı? Çalış diyorsan neye ve nasıl çalışalım onu da söyle?

- 92’de radyoya başladığımda bana ‘Sen ne biçim konuşuyorsun’ demişlerdi. ‘Sen yapamazsın’ demişlerdi. TRT Türkçesi’yle konuşan birini örnek gösterip, onun gibi konuşmamı istiyorlardı. Şimdi o arkadaş yok. Ne iş yaptığını da bilmiyorum. Farklı olmak önemli. Samimiyetsiz samimiyet topuna girmedim. Neysem oyum dedim. İşsizsem işsizim, yapamıyorsam, beceremiyorsam bunları itiraf edebilirim.

İLİŞKİLER VAZİYETİ

Dünyadaki tüm kadınlar sana hizmet için sırada bekliyorlar fikrine kapılmayacaksın

Kadın-erkek ilişkilerine geçelim...

- Tek eşlilik benim için daha makul.

Nasıl yani!

- Konsantrasyon bozulmaz. İşin raconuna daha uygunmuş gibi görünür. Kadın erkek ilişkilerinde üç tane ölçüm var. 1) Kadın ve erkek salonda mutluysa, birbirlerine anlatacak bir şeyler bulabiliyorlarsa, 2) Çarşıda mutluysalar. Sosyal hayata girdiklerinde birbirlerini rahatsız edecek hal ve hareketleri yoksa, 3) Yatak odasında da işi iyi bir şekilde çözmüşlerse, mutlularsa tamamdır. Mevzu sacayağı gibidir. Bu üç şey de iyiyse kıçın başın daha niye oynuyor diye sorarlar adama...

Ama dünyada bir sürü manita var. Yani sadakat yüzünden diğer olaylara veda mı edeceğiz?

- Bahsettiğim sacayakları yerindeyse şansını fazla zorlama. Dünyadaki tüm kadınlar, (eğer konu kadınsa, tüm erkekler) sana hizmet etmek için sırada bekliyorlar fikrine kapılmayacaksın. Böyle bir şey yok. Kendini üçbin tane cariyesi olan Osmanlı padişahı gibi hissetmemelisin. Sadakat önemli. Güven önemli. Yaşadığımız insana da güvenmezsek kime güveneceğiz?

Aşkın güveni gerektirecek nesi olur anlamadım gitti. Aşk ve güven!..

- Esas ilişkinden çalmadan yedek ilişkiye veremezsin. 10 kaplan gücündeyim, bütün enerjimi ve gücümü herkese eşit uzaklıkta ve ağırlıkta dağıtırım diyemezsin. Asıl hak edenden çalmadan başkasına veremezsin.

Bir ilişkiyi üçüncü sahısların bitirttiğine inanmam. Bitmiş ilişkiye üçüncü şahıslar girer.

- Korumacı bir erkeğim. Eğer imkanlarım el veriyorsa ona doğru dürüst bir hayat yaşatmaktan tut da maddi dünyaya ilişkin isteklerini karşılamaya kadar her şeyi yapmak isterim. Yemek, içmek gezmek... Tek beklentim nedir? Huzur.

SEBATİ KARAKURT

Ben vücudumu sevmem o yüzden de kendime yatırım yapmam, sonuçta çirkin bir adamım, yaptığım masraf ölü yatırım muamelesi görür


Ben kendi vücudumu sevmem o yüzden de kendime yatırım yapmam. Sonuçta çirkin bir adamım. Yaptığım masraf ölü yatırım muamelesi görür.

- Yok be abi, senin de bir tarzın var. Çok ekmeğini yemişsindir. Yani ben de aynaya baktığım zaman görüyorum tabii, Rabbim beni affetsin, böyle yaratmış tabii hikmetinden sual olunmaz ama maymun gibi adamız. Çirkin buluyorum kendimi. Bi defa abi boy yok bizde.

N’apalım? Nasıl idare edeceğiz bu durumu?

- Bu çirkinliği telafi etmek için ne yapıyoruz? Baldan tatlı bir muhabbetimiz var. Esprinin dibine vuruyoruz. Tabii kaliteli esprinin. Eğer hayat içerisinde para kazanabiliyorsak tamamdır. İyi nerede varsa, uygulama alanı olarak orayı seçiyoruz. İyi yemek, iyi içki, iyi kahve, iyi pastane iyi bilmem ne... Dolayısıyla, ‘Eyvah, bu maymun mu denk geldi bana’ diye bir söz vardır ya. İşte bu çirkinliğin yarattığı ilk tahribatı gidermek için, o entelektüel derinlik, kaliteli adam duruşu, falan gibi şeylerle durumu absorbe ediyoruz.

Kısaca şeytanlamak diyelim. Sen yakışıklı erkeklerin nasıl ekarte edildiğini biliyor musun?

- Yok abi tamam seninki bir sanattır tebrik ediyorum. Ben samimi ve doğal bir adamım. Hayatta doğru dürüst tercihlerim var. Ve bunları masaya yatırdığın zaman çirkinliğin yarattığı tahribat, adam maymun falan ama bal gibi çocuk. Saatlerce konuşsun ben dinleyeyim. Ay canım benim be, iki de espri patlatıp, doğru dürüst yerde yenen yemekler falan filan netice ne oluyor.

Yalnız o yan masadaki yakışıklıyı da harcamak lazım...

- Ha öyle bir rekabetle karşı karşıya kalmadım. Eğer kalırsam IQ’ma da EQ’ma da güveniyorum. Ha o zaman senin tabirinle o topa da girilebilir. Yakışıklı arkadaşlar bizi maruz görsünler. Benim de yakışıklı arkadaşlarım var. Adam duruyor, millet ona bakıyor. Ekstra bir çaba göstermesi gerekmediği için senin süzdüğün şeyleri o süzme gereği duymuyor. Tabii bu arada senin göbeğin büyüyor, başın büyüyor, kıçın büyüyor. Odur, budur diye kendini yıprattıkça...

Dürüst, sempatik, hoş bir adam olarak mı bilinmek istersin, aşağılık, zalim ve çekici adam olarak mı?

- Ama zaten bizim gibiler için karizmatik ve çekici deniliyor.

Denmez yaa. O laflar yalandan...

- Zaman modernite, yani iktidarın zamanı. Bir iktidar olursan, bu iktidar olmayı illa ‘Aşırı kazan, büyük işlerin altından kalk, çok popüler ol, moda ol’ manasında söylemiyorum. Ne iş yaparsan yap, onun iktidarı olursan çok ilgi çekici oluyor. Bu sadece kadınlar için değil erkekler için de geçerli. Sen böyle hayatı kavramış biri olarak sular seller gibi çağladığında, biliyor, çözüyor, anlatıyorsan, düşünsene; her şeyin cevabını bulmuş adam, hayatı manalandırmış, eksik gedik yok, her şeyin tıkır tıkır gittiği bir adam olduğunda bir de işini iyi yaptığında otomatik olarak bir çekim merkezi oluyorsun.

Mesela sen şu anda çok başarılı birisin, tahminen zengin de oldun. Şimdi olaylar sana doğru akmaya başladı mı?

- Bunun senle benle alakası yok ki. Bu çağın en temel argümanlarından biri başarı. Bilgi ve başarıyı bulduğunda otomatik olarak bir çekim merkezi oluyorsun. ‘Bu adam nasıl başarmış? Bu adamın nesi vardı da başardı? Ne artı hırsı, artı zekası, artı kültürü, birikimi vardı da başardı?’ soruları peydah oluyor. Ben yerim o hırsı, zekayı, kültürü. Hepsini kendin yaratıyorsun. Bu devirde bir şeyi başarmak zor. İyi TV programcısı olmak, iyi garson olmak... Başarılı olmak çok kolay değil. Çok keskin ve kırıcı rekabet var. Bir de çok kafalı insan var artık.

Sokaklarda kendi zekana sahip kaç kişi görüyorsun da kafalı insanların çokluğundan bahsediyorsun?

- Geçmişe göre insanları daha birikimli görüyorum. Bir şey öğrendim o beni çok sarstı. Bugün New York Times’ın pazar nüshasında, insanlara verilen bilgi, ortaçağda yaşayan 50 yaşındaki birinin hayatıyla aynı. Adam bir pazar günü 50 yaşındaki bir adam kadar bilgi alıyormuş.

EBELEK GÜBELEK 100 ADAM DOLAŞMAM

Zengin misin? Yaşam standartların değişti mi?

- Tabii ki iyi para kazanıyorum. Zenginliğin tarifini nasıl yapacağız bilmiyorum ama. Sevdiğim kendime ait olan bir evde yaşıyorum. Antikalarım var. Arabamı seviyorum. Mesela hafta sonu Bodrum ya da Paris’te kıçımızı gezdirelim dersen hayır demem. Gidebilirim. Öyle bir imkanım var. Ama bütün işler bir anda beni bıraksa bir süre daha hayatımı böyle idame ettirebilirim. Ondan sonra ettiremem.

Eee yani zengin misin değil misin?

- Bence zenginliğin ölçüsü şu abi. Bugün yaptığın işleri bıraksan o güne kadar senin yarattığın ekonominin seni taşıması. O ana kadar ulaştığın yaşam standardını da aşağıya çekmeden hem de. Maddi olarak da müstakil bir evde oturmalısın. Çalışmasan bile her yıl arabanı değiştirmelisin.

Yeterince kazanamadığım için makbul bir erkek olmadığımı itiraf ediyorum. Erkek para, iktidar ve başarı sahibi olmalı teorisine katılıyorum çünkü. Bunların hiçbirisine sahip olmayan biri olarak...

- Evet ben de katılıyorum bunlara sahip biri olarak hah hah haaa... Erkek para, iktidar ve başarı sahibi olmalıdır. Ama hayır... Şunu da dikkate almak lazım. Hani para kazanamıyorsa ‘erkek değildir.’ Bundan 3-4 yıl önce bir kriz sonrası işsizdim. Yani para kazanamıyordum. Şu anki erkek varlığım ve o günkü kazanamadığım erkek varlığım arasında öyle aman aman bir fark yok ki.

Şimdiki varlığım, önceki varlığıma armağan olsun da diyebilir miyiz? Parayı bulduktan sonra eski ortamlarından kopmak gerekiyor. Olmayanlarla aynı düzlemde nasıl buluşacaksın? Eski dostların ‘Parayı buldu. Başarı kazandı bizi unuttu’ gibi lüzumsuz sitemlerini duymazdan gelmenin gerekliliğine inanıyorum.

- Sen çok radikalsin be abi. Satar mısın gerçekten. Ben zaten çok geniş çevrelerin adamı olmak istemem. Erkek biraz da yalnızdır. Yalnız olmalıdır. Yani etrafında öyle ebelek gübelek yüz tane adam... Sürüler halinde dolaşan erkekler vardır ya. Bir el ele dolaşmadıkları kalmıştır. Yemeye, içmeye hep birlikte giderler. Erkek erkeğe muhabbet olmamalı. En fazla iki üç kişi. O kişiler de; hayattan süzmüş, süzmüş en sağlam, beşere ilişkin güveni simgeleyen insanlar. Ben zaten çözmüşüm gibi yaşıyorsam hayatı, yeter bir-iki kişi yaaaa. Daha fazla yardımcı elemana ve kitaba ihtiyaç yok.

HERKESTEN CEM YILMAZ KUDRETİ BEKLEMEK YANLIŞ

Espriden midenin bulandığı anlar oluyor mu?

- Herkesten Cem Yılmaz kudreti beklemek yanlış olur. Herkes de o rolü oynamamalı. Öyle sağlam arkadaşlarım var ki, bazen yaptıkları espriye bir gün sonra gülerim. Bunu herkes yapamaz. Ama herkes oraya oynar.

Şaka...

- El şakasından nefret ederim. Bana dokunulmasın. Minik bir mesafe her zaman iyidir.


Sevgi üzerine felsefe

SK: Yanımdaki manita, radyoda seni dinleyip gülüyor, bunun bana ne faydası olabilir ki?

KÇ: Abicim sen iyice psikopata bağlamışsın kendini, bu gidişle pompalı tüfekle Taksim’de seri cinayet işlersin


Adam olmak çok mu zor?

- İnsan çok. Adam yok. Adam olmak için çabalamak gerekiyor.

Seni bitirmeyi kafaya takmış personel yok mu?

- Dünden hazır, antrenmanlı tayfa. ‘Çok iyi gidiyorsun’ diye lafa girerler. ‘N’apıyosun da iyi gidiyor’ diye gözlerinde soru işaretleriyle dolaşırlar.

Senin başarılı olmanı ben niçin isteyeyim ki! Tüm paralar, manitalar ve arabalar niçin senin olsun ...

- Ayrı yaşam alanlarındayız abi.

Ne münasebet. Yanımdaki manita, radyoda seni dinleyip gülüyor. Bunun bana ne faydası olabilir ki?

- Abicim sen iyice psikopata bağlamışsın kendini. Hani aramızda bir dostluk vardır, ne bileyim. Bu gidişle sen pompalı tüfekle Taksim’de seri cinayet işlersin.

ÊSende insanları sevelim tripleri de mi var?

- Severim tabii. İnsanlara karşı bir önyargım yoktur.

Sevmek zorunda mısın?

- Sevmek duygusunu severiz.

Ceylan yavrusuna senin deyiminle ‘muhabbet’ besleyen aslanın; sevme ve acıma duygusuyla ne hale gelebileceğini kestirebiliyorum. Sevmek duygusu doğanın dengesini allak bullak eder. Kuru kalabalıkları artırır.

- Ben buna katılmayacağım. Sevmek duygusu motive edici bir şey. Pozitif şeylerle kendini daha rahat daha mayi hissediyorsun. Sevmek insanı yükselten bir duygu. Haset, kıskançlık, cimrilik insanın kişisel gelişimine darbe vurur. Enerjini işine verirsen, şu mu zengin oldu, bu mu şöyle oldu takmazsın... Abi bunun sonu yok ki...

Anladığım kadarıyla pozisyon yapıp cebi doldurmaya başlayınca kaybedecek şeyler artıyor. Bunları etrafın sevgi ve dostluğuyla sürekli kılma endişesi beliriyor. Benim kaybedecek bir şeyim yok ki? Neden sevgi gibi sınırlayıcı bir hikayenin peşinden gideyim.

- Biz başarılı insanlar, senin gibi insanların karşısında vakit kaybetmek istemiyoruz. Senin gibi başarısız ve bitmiş adamların vakti bol olduğu için istediğini yap. Biz yürüyoruz kardeşim. Sen istediğin kadar haset et.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!