Ayşe'nin gözlüğü

Güncelleme Tarihi:

Ayşenin gözlüğü
Oluşturulma Tarihi: Mart 29, 1998 00:00

Ayeş ARMANAşkın planör uçuşuUçak motorlarının susması uçuşun sonu demek değildir.Uçaklar, gökyüzünden birer taş gibi düşmezler.Süzülmeye devam ederler... Dev boyutlarda, çok motorlu yolcu uçakları, inişi denerken parçalanmadan yarım saat kırkbeş dakika boyunca havada süzülürler.Yolcular hiçbir şeyin farkına varmazlar.Susmuş motorlarla uçmak, motorlar çalışırken uçmaktan farklı bir his değildir. Daha sessizdir, ama yalnızca biraz sessiz...Gövdede ve kanatlarda kırılan rüzgarın sesi, motorlarınkinden daha yüksektir. Pencereden bakarken, toprak ya da deniz tehditkar bir yakınlıkta görünür er geç. Ya da gösterilen film sürerken, hosteslerle hostlar penceredeki güneşlikleri kapatırlar. Yolcular biraz daha sessiz olan bu uçuşu özellikle rahat bulurlar belki.O yaz, aşkımızın planör uçuşuydu...***Kesinlikle haklısınız...Yukarıdaki alıntılar, teknik bilgi itibariyle benim değil, Uğur Cebeci'nin alanına giriyor. Biliyorsunuz Türk basınında uçuşa dair bilgiler bana değil ona soruluyor...Bernhard Schlink'in İletişim'den çıkan Okuyucu adlı kitabını Cebeci okudu mu bilmiyorum ama herkesin okumasını şiddetle tavsiye ediyorum.Cemal Ener'in çevirisinden okuduğum şu satırlar beni çarptı!Nasıl çarpmasın?Çünkü hem ‘‘teknik bilgi’’.Hem de ‘‘hayat bilgisi’’.Ve ikisi birlikte, sonu yaklaşan bir aşkı ancak bu kadar iyi anlatabilir.***İstatistiklere göre günümüzde hiç arıza yapmadan 15 bin saat uçabilen uçak motorları mevcut.Yani tık demiyorlar...İki motorlu bir Boeing 737 düşünün, biri sustu mu, diğer motor sayesinde uçak 127 dakika havada kalabiliyor.Ve ne oluyor?Pilot diğer motorla uçağı o 127 dakika içinde mutlaka bir havalimanına sağ salim indiriyor.Demek istiyorum ki, 70, 80 tonluk bir ticari, sivil hava uçağının iki motorunun birden sustuğu, planör uçuşuna geçtiği ve yere çakıldığı, (teorik olarak mümkün olsa da), görülmemiş bulunuyor.Yani uçuş hayatımız böyle...Ama aşk hayatlarımız değil!Metinden çıkartılabilecek sonuca gelirsek:Uçağa binip yolculuk etmek ve sağ salim yere inmek, aşık olmak özellikle de o aşkı sürdürebilmekten çok daha risksiz!Çünkü er ya da geç:Her aşk, planör uçuşuna geçiyor.Dilim varmıyor yazmaya ama...Yere çakılıyor!Küçük mü, büyük mü?... ama o yıllara dair pek az şey söyleyebiliyorum. Zahmetsiz yıllardı; lise bitirme sınavları ve kararsızlıktan seçtiğim hukuk öğrenimi zor gelmedi bana; sevişmeler, ayrılmalar zor gelmedi; hiçbir şey zor gelmiyordu.Benim için her şey kolaydı; hafifti her şey.‘‘Anılarımın bohçası’’, belki de bu yüzden böylesine küçük kalmıştır.Yoksa ben mi küçük tuttum onu?***Anlaşılacağı üzere Okuyucu adlı kitaptan hayli etkilenmiş bulunuyorum.İnkar edecek halim yok!Yukarıdaki alıntılar da aynı kitaptan.Michael'in 15 yaşındayken Hanna'yla yaşamaya başladığı aşk lise son sınıfa kadar devam ediyor.Öyle böyle değil, kendisinden hayli büyük o kadınla yaşadıkları kişisel geçmişinin en ‘‘ağır hatıra’’sı olarak ‘‘anı bohçası''na giriyor.Ama bir gün kadın ortadan kayboluyor...Micheal de çaresizlikten, önce bedeninin kadının bedenine duyduğu özlemin dinmesini bekliyor (küçük ya da büyük aşklar yaşayalım farketmez, hepimiz biliriz ki, bu kolay olmuyor: Bazen bedenler bizden bağımsız davranıyor; uyurken bacaklar ve kollar yatağı yoklayıp belli bir süre hep onu, yanındaki bedeni arıyor) ve bir gün geliyor kendisini bir tren gibi hissediyor, kadını da trenle geçerken geride kalan bir kent gibi...Üç noktadan sonrası ise...Bakınız: Yazının girişindeki alıntı.Yani tren kenti geçip gittikten sonra hissedilenler, zahmetsiz zamanlar, ‘‘hafif hatıralar’’, insanın kendi ‘‘anı bohçası’’nı bile neredeyse doldurmayanlar.Kendi adıma şunu rahat itiraf edebiliyorum, hayatta en korktuğum şey bu tür bir hafiflik işte...Anı bohçamı küçük tutacağım diye çok korkuyorum!Size de, sizinki ne alemde diye sormadan edemiyorum:Küçük mü, büyük mü?Söyleyin hadi...Hiç olmazsa kendinize!Sümüklü böcekDuşta geldi aklıma...Hayattaki amacım!Bir taraftan ayak parmaklarım küvetin deliğine değmesin diye uğraşırken (Freudyen bir anlamı olabilir, lavabo ve banyo delikleri oldum olası bana kötü gelir), bir taraftan da kendi kendimden bir yanıt bekliyordum.- Neydi benim hayattaki amacım?İkinci şampuan bitmiş, sıra kreme gelmişti ki...- İz bırakmak değil! diye bağırdım, yüksek sesle.Kedim, tuhaf tuhaf baktı...Ne çıplak olmam ne de kendi kendime konuşmam ona tuhaf geliyor. Onu şaşırtan ıslaklık. Bir türlü inanamıyor. Yağmurda ıslanmış saçlarla her eve gelişimde yüzünde aynı ifade...Sanırım onlar duş almadıkları için gözünün gördüğünü aklı almıyor.Benim de, kulağımın etrafında uçuşan ama aklımın almadığı şeyler var:- İstediğim fazla şey yok, ben sadece bir iz bırakmak istiyorum, geride kalanlar beni hatırlasın, ben olmasam bile küçük de olsa bir izim kalsın şu hayatta!Biz ‘‘sümüklü böcek’’ miyiz iz bırakmak istiyoruz?Evet tabii ki hayatta böyle bir şey var ama ‘‘iz bırakmak’’tan kastedilen nedir? Çocuk mu, kitap mı, eser mi, buluş mu, icat mı, keşif mi, ne? Yoksa tarihe geçmek mi? Türkiye tarihine mi, dünya tarihine mi...Güldürmeyin beni...İnsanın evrendeki boyutu ne kadar ki, ne kadar iz bırakabilsin! Dünya tarihi bir kaç milyar yıl, biz ne kadarlık bir süreden bahsediyoruz, kalıcı olmak babında. Beş yıl, on yıl, otuz yıl, yüz yıl...Hangi iz, hangi kalıcılık?***Üzerimden akan sularla birlikte, bırakabileceğim bütün izler ve kalıcılık hayalleri o nefret ettiğim banyo deliğinden süzülüp gidiyor.Havada sevimsiz bir soru asılı kalıyor:- İz bırakmak değilse ne peki benim hayattaki amacım?Çocuk?Yalan!Çocuğu istiyorum, ‘‘neslim devam etsin’’ diye değil, o anlamda bir iz bırakmak hiç umrumda değil. Kendimin bir benzerini yaratmak, bakın bu olabilir. Ama aslı, çocuğumun benim yalnızlığıma arkadaş olması.Bencilce diyebilirsiniz...Hatta rica ediyorum, deyiniz.Ama sonucu değiştiremezsiniz.Ben o çocuğu kendi sonumu garantiye almak için istiyorum.Gerisi onun sorunu...O da bana, benim anneme davrandığım gibi davranırsa, kendimi gelecekte huzur evinde hayal etmekten kurtulabilirim.Anladınız değil mi?Benim hayattaki amacım yaşamak.Yani, anı bohçamı doldurmak...Mertlik zamanıBu yazılar arasında fazla ‘‘dünyevi’’ olacak ama...Yazmadan edemeyeceğim.Biliyorsunuz bir de Gülay Atığ Aslıtürk var hayatımızda.Kendisiyle görüşürken bana en az erkekler kadar mert bir kadın olduğundan sözetmişti.Şimdi zamanıdır bunu göstermenin...Tutuklama kararı çıkmışken, Türkiye'ye bir an önce gelip kendisini savunması gerekiyor...Bakalım yapabilecek mi?
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!