Avrupa’dan aşkın halleri

Güncelleme Tarihi:

Avrupa’dan aşkın halleri
Oluşturulma Tarihi: Ekim 23, 2011 01:06

Avrupalıları bu sonbahar yakalayıp etkisi altına alan üç filmin ortak noktası aşk ve tutkular üzerine yapılmış olmaları. Bir diğer ortak nokta ise İstanbullu sinemaseverlerin bu filmlerin yönetmenlerini geçen yıllardaki İstanbul Film Festivali ve Film Ekimi’nden tanımaları. Christophe Honore, Philippe Garrel ve Pedro Almodovar’ın yeni filmlerine gelince...

Haberin Devamı

Ağlatan Deneuve İsmi Fransız sinemasıyla bütünleşmiş olan Catherine Deneuve’ün bugün gençlik günlerinde olduğu kadar meşgul olması genç Fransız yönetmenlerin Deneuve’e gösterdikleri büyük ilgi yüzünden. Neredeyse bütün filmlerini İstanbul’da seyretme olanağını bulduğumuz Christophe Honore’nin son filmi ‘Les Bien-Aimes’, Mayıs ayında Cannes Film Festivali’nin kapanış filmi olarak gösterildi ve filmin Honore’nin en olgun, en iyi filmi olduğunu söyleyebiliriz. Başrollerinde Deneuve, Deneuve’ün kızı Chiara Mastroianni, Louis Garrel ve Ludivine Sagnier’nin yer aldıkları ve Paris, Londra, Prag ve Montreal’de geçen film, 1963 yılından günümüze iki kadının gönül haritalarını çizip bir anne-kızın ilişkisini anlatıyor. Chiara Mastroianni’nin bugüne kadar yaptığı en iyi film olduğunu düşündüğüm ‘Les Bien-Aimes’de ünlü yönetmen Milos Forman’ın da küçük bir rolü var. ‘Les Bien-Aimes’ aynı zamanda son yıllarda yapılmış olan en başarılı müzikallerden biri. Flmde Deneuve ve Mastroianni kadar başarılı olduğunu söyleyebileceğim bir üçüncü şahsın ekrana hiç çıkmadığı da doğru. Alex Beaupain’i bu sayfada tanıtmaya devam edeceğim ama filmin başarılı müziklerinde Christophe Donner’in diğer filmlerinde de birlikte çalıştığı genç müzisyenin parmağı var. ‘Les Bien-Aimes’ acıklı bir hikâye olmamasına rağmen filmin sonuna doğru Catherine Deneuve’ün seslendirdiği ‘Je Ne Peux Vivre Sans T’aimer’ (Seni Sevmeden Yaşayamam) şarkısında Deneuve’ün katı yürekleri bile yumuşatan, birçok izleyiciyi duygulandıran, hatta ağlatan performansıyla ‘Les Bien-Aimes’ sezonun en çok konuşulan filmlerinden biri...
İtalyanları Şaşırtan Belluci Philippe Garrel’in dünyasıyla tanışmam 1999 yılına uzanıyor. İstanbul Film Festivali’nde gördüğüm ‘Le Vent de la Nuit’, belki de Philippe Garrel’in en iyi filmi... Sanat, aşk ve intihar konularından vazgeçmeyen Philippe Garrel’in yeni filmine gelince... ‘Un Ete Brulant’ın aslında bir aile işi olduğunu da söyleyebiliriz. Haziranda kaybettiğimiz, Fransız sinemasının önemli oyuncularından Maurice Garrel’in oğlu olan Philippe, aynı zamanda şu günlerde ‘Les Bien-Aimes’ filminde de başrol oynayan Louis Garrel’in babası. ‘Un Ete Brulant’da Maurice Garrel’in torunu Louis Garrel’le ekranı son kez paylaşmasına da tanıklık ediyoruz. Louis’yle filmin başrolünde oynayan Monica Belluci’ye gelince...
‘Un Ete Brulant’ eylül ayının başında Venedik Film Festivali’nde yarıştı ve filmi izleyen İtalyan gazetecilerin gazabına uğradı. Bu film için soyunan Belluci’ye İtalyan gazetecileri defalarca neden soyunduğunu sordular ve İtalyan gazeteleri ‘Un Ete Brulant’a ciddi eleştiriler getirdiler. Mesele Belluci’nin bir film için soyunmuş olması mı, yoksa bir Fransız filmi için soyunmuş olması mı, bilinmiyor... Filmde Yunanlıların ve İtalyanların sanat ve uygarlık yönünden duraklayıp gerilemeye başladıkları, Fransızların ise ilerlemeye devam ettikleri dile getiriliyor. Bu ayrıntı İtalyanları memnun etmemiş olsa gerek...
Monica Belluci’nin ünlü bir sinema yıldızını canlandırdığı filmde Louis Garrel’de ünlü yıldızın ressam sevgilisi rolüyle karşımıza çıkıyor. İki âşık arzu edilebilecek her şeye sahipler: para, güzellik, başarı, aşk... Onları mutsuz eden şeyse sevmeyi gerçek anlamda bilmemelerinden kaynaklanıyor...
Belluci’nin İtalyan gazetecilere verdiği cevapta yönetmenine çok güvendiği ve ortamın doğru bir ortam olması yüzünden soyunduğunu, pişman olmadığını söyledi. Filmin hemen başlarında Monica Belluci’nin bir yatağa uzanmış olması ve çıplak görünmesi dünyanın en doğal manzaralarından biri olarak ekrana taşınmış. Resim sanatının baş eserlerini andıran bu sahnede Belluci’nin güzelliğinin yapay olmadığı gözlenirken sahne açık, müstehcen bir sahne değil ve izleyiciler rahatsız olmuyorlar. Paris-Roma ekseninde geçen bir aşk hikayesini konu alan ‘Un Ete Brulant’, Philippe Garrel’in en önemli filmi olmasa da göz dolduran oyuncularıyla bu sonbahar Fransa ve İtalya’da seyredilen ve tartışılan bir film oldu.
Banderas Kanınızı Donduracak... Pedro Almodovar’ın mayıs ayında Cannes Film Festivali’nde yarışan 18. filmi ‘La Piel Que Habito’ yönetmenin ilk gerilim filmi. Almodovar filmlerinde görmeye alışık olduğumuz Antonio Banderas’la Marisa Paredes’in başrollerini Elena Anaya’yla paylaştıkları film, bu yıl dünyanın dört bir yanında sinema seyircilerinde şok etkisi yaratan ve yılın en çok tartışılan filmi. Woody Allen’ın son filmi ‘Paris’te Gece Yarısı’ mayıs ayında Cannes Fim Festivali’nde gösterildiği zaman Türk basınında film hakkındaki ilk yazıyı bu sayfada okumuş olabilirsiniz. Bugünlerde ülkemizde vizyona giren filmde Woody Allen’ın seyircilere sürpriz olarak kalmasını istediği bütün ayrıntıları, Allen’ın bütün ricalarına rağmen Türkiye’de bazı sinema yazarları film tanıtım yazılarında açığa vurduklarına da tanık olmuşunuzdur. Ama mayıs ayında sinema sanatına ve Türk seyircilerine saygımdan bu sürprizleri yazmadığım gibi bugün de Almodovar’ın filmindeki sürprizleri yine seyircilere saklamayı uygun görüyorum. O yüzden ancak Almodovar’ın filminde kız evlat-tecavüz-öç almak ve estetik cerrahi üzerine yoğunlaştığını söyleyebilirim. Tuzaklarla dolu filmde herşey olması gerektiği yerde, her iş olması gerektiği gibi yapılmış. Filmin sonunu herkes kendi anlayışına göre yorumlayacaktır. Bir estetik cerrahı canlandıran Banderas, uzun yıllardır ilk defa zorlu bir rolle ekrana çıkıyor ve gerek rolüne hakimiyetiyle, gerekse kan donduran inandırıcılığıyla   ciddi bir oyuncu olduğunu yıllar sonra bu filmle kanıtlıyor. ‘La Piel Que Habito’da Marisa Paredes her zaman olduğu gibi benzersiz, Elena Anaya ise filmin her sahnesinde olabildiğince dürüst ve genç oyuncu filmin anahtarını en sonuna kadar saklamasını biliyor... Sınırları olmayan bir dünyayı anlatan Pedro Almodovar, Shelley’nin Frankenstein’ından ve Hitchcock, Bergman, Franju, Cassavetes’le Bunuel’in sinemalarından beslendiği yeni filminde farklı atmosferi ve tartışılacak finaliyle sinemaseverlere akıllardan kolay kolay çıkmayacak bir film sunuyor.

Haberin Devamı

NEDEN ÇARPIYORDU KALBİM?

Haberin Devamı

‘Les Bien-Aimes’ filminin kahramanlarından biri olduğunu söylediğim 1974 doğumlu Alex Beaupain hüzünlü aşk şarkıları yapan bir müzisyen. Yönetmen Christophe Honore’nin yedi filminin müziklerini yapan ve Honore’nin ‘Les Chansons D’Amour’ filminin müziğiyle 2008 yılında bir Cesar ödülü kazanan Alex, aynı zamanda bugüne kadar üç solo albüme de imza attı. Nisan 2011’de çıkan son albümü ‘Pourquoi Battait Mon Coeur’ (Kalbim Neden Çarpıyordu) adını taşıyor ve albümle aynı ismi taşıyan şarkıyla Catherine Deneuve’ün ‘Les Bien-Aimes’ filminin sonunda seslendirdiği ‘Je Ne Peux Vivre Sans T’Aimer’ sadece Alex Beaupain’in değil, aynı zamanda Fransızların ‘Chanson’ müziği türünde son yıllarda yapılan en iyi şarkılardan ikisi...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!