Aşkın kitabını bassam yeniden

Güncelleme Tarihi:

Aşkın kitabını bassam yeniden
Oluşturulma Tarihi: Aralık 09, 2001 01:47

Eğer aşkın rehavetine kapılıp muhallebi gibi olmuşsanız bu kitapları akide şekeri niyetine okuyabilirsiniz. Ama aşk acısı çekiyorsanız ya da küt diye terk edildiyseniz arkadaşlarınızın kafasını ütülemekten vazgeçin. Önce yüzünüzü yıkayın, elinize bir bardak sıcak limonlu çay alın ve kalın bir battaniyenin altına girerek Hıçkırık'ı ya da Küçük Hanımefendi'yi okumaya başlayın.

Tecrübeyle sabittir, çok çok iyi geliyor. Hele de kanallardan birinde eski bir Türk filmine rastlarsanız kendinizi bebek kadar masum, Hülya Koçyiğit kadar zarif hissediyorsunuz.

Aşka Davet dizisinin editörü Selim İleri

Feminist arkadaşların kurduğu kadın kütüphanesinde tek bir Kerime Nadir kitabı var mı acaba?

Bundan 10-15 yıl önce ‘‘Düşünceli Duyarlılık’’ adlı kitabımda aşk romanları üzerine olumlu bir yazı yazmıştım. Doğan Kitapçılık yöneticileri bu tarz bir dizi yayımlamaya karar verince akıllarına bu yazı, dolayısıyla ben gelmişim. Bu kitaplar genellikle genç kız romanı, piyasa kitabı diye küçümsenmiş şimdiye kadar; ben bu kitapların insanlara kitap okuma zevki kazandırdığını söylemiştim. Her ikisinin de ciddiye alınması gereken romancı üslupları var, Nadir'in kitaplarında yazarlığının coşkunlaştığı bölümler de bulunuyor.

Edebiyat tarihinin bu iki yazara özellikle de Kerime Nadir'e çok büyük haksızlık yaptığı kanısındayım. Kerime Nadir hiç de yabana atılacak bir romancı değil, mesela 1942'de yazılmış ‘‘Gelinlik Kız’’ adındaki roman iddia ediyorum Türk edebiyatındaki ilk ve çok önemli bir feminist roman. Bir genç kadının tek başına ayakta kalma mücadelesini 60 yıl önce yazmış Nadir. Romanın kahramanı genç kız bir ressam ve kendini kıran erkek egemen toplumda sanatla ayakta duruyor. Bence 1942 yılı için çok şaşırtıcı bir kitap. Acaba feminist arkadaşların kurduğu kadın kütüphanesinde tek bir Kerime Nadir kitabına rastlamak mümkün mü? Doğan Kitap'ın bu kitapları yayımlayarak bir kadirşinaslık gösterdiğini de düşünüyorum. Kakavan olmayan gerçek bir entelektüelin bütün bir kitlenin ilgilendiği popüler şeylere karşı bu kadar merhametsiz olması için hiçbir sebep yok.

Ben Hıçkırık'ı ilk okuduğum zaman 13-14 yaşındaydım, sonra bir-iki kez daha göz atmışımdır. Şimdi 52 yaşındayım ve kitabı tekrar okurken bazı yerlerinde tekrar gözlerimden yaşlar aktı. Bu yüzden edebiyat tarihinde bu kadar dışlanmalarını ilginç buluyorum. Hıçkırık birkaç yüz bin satmış ki Türkiye'nin o zamanki nüfusunu düşünün. Edebiyat tarihi, bu kadar çok satmasının sebepleriyle bile merak edip ilgilenmemiş. O dönem aşkın birinci düzlemde ele alındığı romanlar en baştan küçümsenmiş. Mesela Halide Edip Hanım'ın da aşk romanı sayılabilecek ‘‘Handan’’, ‘‘Kalp Ağrısı’’ gibi kitapları var. Onları aslında bu kitaplardan daha kötü olan Vurun Kahpeye'nin gerisinde sayarlar. Edebiyat tarihçileri Kerime Nadir ve Berkand'ın ruh çözümlemeleri yapacak edebi kudrette olmadığını söylüyor. Bence özellikle Kerime Nadir'de son derece başarılı ruh çözümlemeleri var.

NERİMAN NERİ OLUR

Muazzez Tahsin başka bir açıdan ilginç. Özellikle bizim otuzlu yıllardaki Batılılaşma tutkumuzu birçok yazardan daha iyi yansıtmıştır. Romanları sosyolojik açıdan incelersek ciddiye alınması gereken donelerle karşılaşıyoruz. Genç kızların isimlerini bile kısaltarak Batılı hale getiriyor. Vildan Vili, Neriman Neri oluyor. Bonjur, bonsuvar diye konuşarak Batılı bir hava veriyorlar kendilerine. Sık sık çağdaşlaşma anlamına gelen monden kelimesini kullanıyor Berkand, bir demet menekşe yerine bir demet viyolet diyor. Bütün bunlarda bir dönemin ruhunu çok iyi anlatan bir malzeme bolluğu var. Kerime Nadir ve Muazzez Tahsin Berkand tarzında yazan bugün pek yok ama o yıllarda bu türün diğer temsilcileri arasında İzzet Ekrem Benice, Esat Mahmut Karakurt, Güzide Sabri, Burhan Cahit Morkaya gibi isimler var.

FANATİK HAYRANLAR

Bu romanların çoğu İstanbul ve çevresinde geçiyor. Şimdi İstanbul nostaljisi çok moda ama bu romanlardaki mekanlardan hakiki İstanbul'u kavrayabiliyorsunuz. O zamanki gündelik hayatın tarihçesini de buluyoruz, insanlar ne giyiyorlar, ne yiyorlar öğreniyoruz. Kitaplar dönemin insanlarını çok etkiliyor, mesela Nadir'in Funda kitabını okuyup dükkanının adını Funda koyan kasaplar var. Binlerce fanatik hayranları var, platonik aşıkları da. Aşk mektupları alıyorlar, hatta uğruna intihar eden olduğunu bile yazıyor anılarında Kerime Nadir.

Kitapları ele alırken o devrin dil zevkini, tadını ve dil anlayışını korumaya çalışarak sadeleştirmeye çalıştım. Binaenaleyh, maamamfih gibi çok eski kelimelerin bugünkü karşılıklarını kullandım. Yazarların dili roman anlatımı derinliği taşıyan güzel bir dil. Kitapları seçerken belli bir kronolojik sıra izlemedik. En güzellerini seçmeye çalıştım. Kerime Nadir'in sadece 65'ten sonra yazdığı romanları okumadım, onun dışındakilerin çoğunu zaten okumuştum. Özellikle post-modern denilen birçok günümüz romanını baştan sona okuyamadığımı itiraf etmeliyim ama bu kitapları yeniden okuduğumda aynı tadı aldım, bir solukta okudum.

Kerime Nadir anılarında iki nişan olayı anlatıyor, bir-iki kalp kırıklığı yaşadıktan sonra artık evlenme arzusu duymamaya başlamış. Belki bu romancılar aşkı tatmış ve aşk mutluğunu yaşamış olsalardı hiçbir zaman bu kadar aşkı anlatma arzusu duymayacaklardı. Onlar bir ömür boyu aşkın peşine düşmüşlerdi, yazarlıklarının bu alanda başarı kazanması da onları kışkırtmıştır mutlaka. Okurla da bağ kurdukları için, yeteneklerini sonuna kadar götürmüşler.

Günümüz insanının şiddetli bir biçimde aşka ihtiyacı var. Annem ‘‘Bizim kuşak gözgöze gelerek sevdi ama gözgöze bakamadığı insanlarla evlendi’’ der. Bugün artık gözgöze bakmak fiili kalktı, televizyonu açtığınız vakit haftada iki kez sevgili değiştiren insanları görüyorsunuz.


Kerime Nadir ve Berkand’da aşk ve cinselliğin yan yana olduğu takdirde insana mutluluk getireceği iddiası var. O kitaplardaki aşk insanların bugün daha fazla yaşamak istediği bir aşk türü. Bunu hiç olmazsa kitapta okumak iyi olacak, belki tekrar bu tür aşklar yaşanacak.


Prof. Dr. Nejat Güney Kerime Nadir’in yeğeni


Teyzem Kerime Nadir namaz kılar, içki de içerdi


Annem Vecihe Güney teyzemin tek varisi, ondan üç yaş küçük. Kitapların yeniden basılma isteğini çok olumlu karşıladı. Ben 1948 doğumluyum, teyzem hiç evlenmediği ve çocuğu olmadığı için beni ve kardeşimi çocuğu gibi büyüttü. Yirmi yaşıma kadar annem babam ve teyzemle Maçka Palas'ta yedi odalı bir evde yaşadım. Babam memurdu, imkanları kısıtlıydı bizi teyzem okuttu. 1962'de bizden ayrılıp Ataköy'de yalnız yaşamaya başladı, ölünceye kadar da orada kaldı. Annemle paylaşamadıklarımı teyzemle konuşurdum, onunla en uç sırlarımı bile paylaşırdım, hepsini normal karşılardı, tavsiyelerde bulunurdu. Birlikte yemeğe gider, arabaya atlar Bodrum'a, Marmaris'e giderdik. O hastalanıncaya kadar bu böyle devam etti. Kanser oldu, üç ay yaşar dediler bir buçuk sene ‘‘Romanımı bitereceğim, yaşamam lazım’’ diye büyük bir azimle direndi. Hakikaten de romanı bitirdi ve öldü. Teyzem filme çekilen kitapların senaryolarını özellikle kendi yazmak isterdi ve filmcilerle boğuşurdu. Filmciler romanın haklarını almak için diller döker, çiçekler yollar, sonra verdikleri sözleri unuturlardı. Teyzem buna çok üzülürdü. Benim ve kardeşimin adını teyzem koydu. Samanyolu filminin kahramının adı da Nejat biliyorsunuz.

Teyzem biraz egoistti ama romancıların falan dünyası ayrı oluyor, annesinin babasının muhalefetine rağmen onlardan gizli gizli 13-14 yaşlarında roman yazmaya başlamış. 1960'da ehliyet ve araba aldı, ‘‘Aaa arabayı kadın kullanıyor’’ diye parmakla gösterirlerdi. Hassas yapılı, kırılgan bir insandı. Fransızca bilirdi, resim yapardı, keman çalardı. Ben küçükken çok yaramazdım, odasına girer bütün kitaplığını devirirdim, o da gelir ağlaya ağlaya toplardı. Ben girmeyeyim diye odasını kilitli tutardı.

Bir romanı altı ay ya da bir yılda bitirirdi. Evde kıyamet gibi gürültü yapmamıza rağmen gece gündüz yazardı, bazen ilham geldi diyerek gecenin dördünde kalkardı. Eski Türkçe ve elle yazar, sonra onları daktiloya çekerdi, on parmak daktilo öğrenmişti. Bir tarihte parmaklarında romatoid artrit oldu, kötü bir doktor mafsallarına kortizon verince ellerini kullanamaz hale geldi. Sonunda parmakları kurtuldu ama hareketsiz kaldı, o da bir daktilo tuttu. Çok roman okurdu ama gazetelere şöyle bir göz gezdirirdi. Siyasetle, günlük yaşamla pek ilgilenmezdi, genel kültür açısında biraz zayıftı. Televizyon çıktıktan sonra da en büyük merakı televizyon oldu. Ataköy'deki ilk televizyonlu ev onunkiydi, apartmanın tepesine kocaman motorlu bir anten dikmişti. Lise son sınıfta edebiyat hocama teyzemin Kerime Nadir olduğunu söylediğimde önce alay etti, sonra resmen bana düşman oldu.

Hiç doğru dürüst aşk ilişkisi yaşamadı, biraz da huysuz bir yapısı vardı. Erkeklerin bir kadından beklediği, hele ki o dönemde, ev kadını olmak, iyi yemek pişirmek gibi şeyleri yapacak bir insan değildi. Bir erkekle yaşaması mümkün değildi. Kimsenin boyunduruğu altında yaşayacak bir kadın değildi. Başkası için kendi alışkanlıklarından, keyfinden feragat etmezdi.

Yaşasaydı belki bugünkü yaşam stili de ona yabancı gelmeyecekti. Tutucu değildi, yenilikleri izlerdi, hayata kolay adapte olurdu. Sırasında namaz da kılar, içki de içerdi. Nedense hep Muazzez Tahsin'le karıştırırdı onu insanlar.


Hiç evlenmeyen Kerime Nadir yeğeni Nejat Güney'i oğlu gibi büyütmüş. Nejat Güney okuyup doktor olmuş ve çok sevdiği teyzesini gururlandırmış (üstte).


MUTLU SON HEP YATAK ODASININ KAPISINDA


Muazzez Tahsin'i hep Maçka'daki Taşlık Gazinosu'na giderken uzaktan uzağa görürdüm, beyaz dantel bluzlar giyen son derece şık bir hanımdı. Tam bir burjuva, romanlarında da öyle. Mesela rakıyı ancak aşağı sınıflar içiyor, esas kahramanlar şampanya filan içiyor. Selanikli köklü bir ailenin kızı, babası Hasan Tahsin Bey avukat. Bankada çevirmen olarak çalışmış, savaş sırasında Halide Edip'in çağrısı üzerine Beyrut'taki okullarda öğretmenlik yapmış. Kerime Nadir daha alaturka ama o biraz da cumhuriyetin Batılılaşma projesinin sözcüsü gibi, bütün romanlarında zarafet o kadar fazla korunuyor ki. Mutlu sonlar hep yatak odasının kapısında gerçekleşiyor. Kerime Nadir'de daha cesur sahneler var.


MUAZZEZ TAHSİN BERKAND KÜLLLİYATI


Aşk Fırtınası, Aşk ve İntikam, Aşkla Oynanmaz, Aşk Tılsımı, Ateşli Kalp, Bahar Çiçeği, Bir Genç Kızın Romanı, Bir Rüya Gibi, Bir Gün Sabah Olacak mı?, Bulutlar Dağılınca, Bülbül Yuvası, Büyük Yalan, Çamlar Altında, Çiçeksiz Bahçe, Dağların Esrarı, Garip Bir İzdivaç, Gençlik Rüzgarı, Gönül Yolu, İhtiyarlamayan Kadın (Jezabel), İki Kalp Arasında, Işık Yağmuru, Kalbin Sesi, Kezban, Kırılan Ümitler, Kızım ve Aşkım, Kıvılcım ve Ateş, Küçük Hanımefendi, Lale, Mağrur Kadın, Mualla, Nişan Yüzüğü, O... ve Kızı..., Saadet Güneşi, Sabah Yıldızı, Sarmaşık Gülleri, Sen ve Ben, Sevgilim ve Gururum, Sevmek Korkusu, Sonsuz Gece, Uğur Böceği, Uzayan Yıllar, Yılların Ardından


O KOT PANTOLONLU KÜSTAH BENDİM


1980'de bu yazarlardan aldığı zevki inkar eden nankör bir dönemimdeyken bir sinema dergisinde Kerime Nadir aleyhine küstah bir yazı yazmıştım, sonra o yazıyı unuttum. Bu arada Kerime Nadir ölümünden bir-iki yıl önce yazarlık mücadelesini anlattığı ‘‘Romancının Dünyası’’ diye bir kitap yazdı. Kitabı okurken birden adıma rastladım, benim o yazıma çok alınmış, ‘‘O kot pantolonlu çocuk ‘Her Gece Bodrum' diye içinden çıkılmaz bir roman yazmış bu mudur roman?’’ diye beni eleştiriyor. Çok çok üzüldüm, binbir güçlükle telefon numarasını buldum ve aradım. ‘‘Sizi bu kadar üzdüğüm için özür dilerim. Yetişme yıllarımda sizin kitaplarınızla büyüdüm tadı hala damağımda’’ dedim. Ağlamaya başladı. Bir yazı yazarak sizden özür dileyeceğim dedim ve Gösteri Dergisi’ne bir yazı yazdım. O yazıdan sonra arayıp teşekkür etti, sürekli telefonlaştık, ama bir türlü buluşamadık.


KERİME NADİR KÜLLİYATI


Hıçkırık, Günah Bende mi?, Samanyolu, Funda, Sonbahar, Gelinlik Kız, Suçlu, Yeşil Işıklar, Kalp Yarası, Seven Ne Yapmaz!, Gönül Hırsızı, Solan Ümit, Aşka Tövbe, Uykusuz Geceler, Balayı, O Gün Gelecek mi?, Ormandan Yapraklar, Aşk Rüyası, Posta Güvercini, Ruh Gurbetinde, Pervane, Son Hıçkırık, Esir Kuş, Kırık Hayat, Dehşet Gecesi, Aşk Bekliyor, Gümüşselvi, Boş Yuva, Bir Aşkın Romanı, Saadet Tacı, Suya Düşen Hayal, Aşk Hasreti, Sisli Hatıralar, Güller ve Dikenler, Zambaklar Açarken, Karar Gecesi, Dert Bende, Kaderin Sırrı, Romancının Dünyası.


TÜRK SİNEMASI BU ROMANLARDAN BESLENDİ, SAYISIZ FİLM ÇEKİLDİ


Kerime Nadir de Muazzez Tahsin de romanlarının filme çekilirken ruhunu kaybetmesinden şikayetçi ama onların kitapları Türk sineması için eşsiz bir kaynak oluyor, o kitaplardan çekilen filmler hasılat rekoru kırıyor. Her ikisinin de sinemaya uyarlanmayan çok az eseri var. Bazı kitaplar defalarca filme çekiliyor. Hatta Kerime Nadir'in Saadet Tacı kitabı tam altı kez farklı yönetmenler tarafından sinemaya uyarlanmış. Kerime Nadir'in kitaplarından sinemaya uyarlananlar arasında en ünlüleri Hıçkırık, Samanyolu, Funda, Gelinlik Kız, Seven Ne Yapmaz ve Kırık Hayat. Muazzez Tahsin'inkiler arasındaysa Küçük Hanımefendi ve Kezban en çok akılda kalanlar. Nejat Saydam'ın yönettiği 1961 yapımı Küçük Hanımefendi filminin başrolünü Belgin Doruk ve Ayhan Işık paylaşıyor. 1959 yapımı Nevzat Pesen'in yönettiği Samanyolu filminde Belgin Doruk bu kez Göksel Arsoy ile bir çift oluyor. Bu filmin 1967 ylında tekrarı çekiliyor. Atıf Yılmaz 1953 yılında başrollerini Muzaffer Tema ve Nedret Güvenç'in oynadığı ‘‘Hıçkırık’’ filmini çekiyor. Bu filmin asıl büyük üne kavuşan 1965 yapımı ikincisiniyse Orhan Aksoy yönetiyor, başrolleri Hülya Koçyiğit ve Ediz Hun paylaşıyor. Aynı film 1971'de tekrar çekiliyor, filmin baş karakteri Nalan'ı yine Hülya Koçyiğit canlandırıyor ama bu kez filmin erkeği Kenan rolünde Kartal Tibet var. Yönetmen Orhan Aksoy'un ilkini 1963 yılında çektiği Kezban filminde Hülya Koçyiğit ve İzzet Günay bir çift oluyor. İkili devam filmlerinde de oynuyor; Kezban Paris'te (1971), Kezban Roma'da (1970).


HÜLYA KOÇYİĞİT EN SEVDİĞİM KEZBAN’DIR


Benim gençliğimde genç kızların elinde ortaokul sıralarından itibaren bu kitaplar olurdu. Romanların filme çekilmesi sırasında oyuncu olarak beni uygun gördüler ve ben de filmlerdeki karakterle çok özdeşleştim. Filmler çok büyük hasılat yaptı, benim büyük kitlelere ulaşmam ve star kimliği kazanmam bu filmler sayesinde oldu. Benim bu filmler arasında en beğendiğim mizahi bir yanı da olan Kezban ve onun devam filmleri. O zaman benim de sinemadaki acemilik dönemlerimdi. O film halkın çok hoşuna gitti. Hıçkırık’ta filminde oynadığım zaman insanlar kara sevda yüzünden verem olup ölüyorlardı. Filmin o kadar çok etkisi altına girmiştim ki, kendimi gerçekten veremli zannetmeye başlamıştım. (Samanyolu, Hıçkırık, Kezban, Kadın Severse ve Funda filmlerinin başrollerinde oynadı).


Nihal Yeğinobalı Yazar ve çevirmen


Bu kadınlar aşkı meşrulaştırdılar

Kerime Nadir ve Muazzez Tahsin gibi romancı ablalarımız Türkiye'de pek tanınmayan ve geleneğinde pek yeri olmayan bir janrı sevdirdiler. Bu edebiyat için büyük bir kazançtır. Önlerinde bir örnek yok, bu da onları naif yapıyor. Bu bir ilk adım ve basamak olarak çok değerli, eğer onlar olmasaydı onlardan sonrakiler de olamazdı. Cumhuriyet Çocuğu'nda da yazdığım gibi bizde Türk aydını kendini gökten zembille inmiş sanıyor ve geçmişini çok rahatlıkla yok sayıyor. Bu kitapların yazıldığı zaman havada aşk ve erotizm kokusu vardı. Tangoların zamanıydı. Bu genç kadınlar havada bu kadar aşk varken oturdular, bu aşk romanlarını yazdılar ve güzel bir döngü yarattılar. Aşkı ve sevgiyi meşrulaştırdılar. Onları okuyanlar da bu yüzden kendi duygularına daha sadık kaldı. Kitsch olmamalarınıysa içten olmalarına ve yazdıklarına inanmalarına bağlıyorum. Moda olanları değil doğru bildiklerini yazdılar, o dönemin ruhunu özümsemiş olmalarından kaynaklanıyor bu.


Ülkü Erakalın Aşk filmleri yönetmeni


O yıllar masal gibiydi

Muazzez Tahsin'in kitabı Mualla'yı iki kez filme çektim. İlkinde Türkan Şoray, Ediz Hun, Suzan Avcı ve Kenan Pars oynuyordu. İkincisini de 40 yıl sonra TRT için çektim. Mualla fakir bir kızla zengin bir yazarın evlenmesini anlatıyordu ve fakir kız sosyeteye galip geliyordu. Bu filmlerin tutma sebebi sonunda hep fakir olanların kazanmasıydı bence. Halk bunu çok seviyordu, kendini buluyordu. Bence eski filmlerin tılsımı burada. Muazzez Tahsin ve Kerime Nadir bu ruhu çok iyi anlamışlar. O filmleri çektiğim için asla pişman değilim, o yıllar artık bir masal gibi geliyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!