Aptallık AIDS'den bile bulaşıcı

Güncelleme Tarihi:

Aptallık AIDSden bile bulaşıcı
Oluşturulma Tarihi: Kasım 23, 2002 00:00

Ben de Adanalıyım ama Yaşar Kemal gibi düşünmüyorum. Zülfü Livaneli'nin Mutluluk romanını ‘‘bir Shakespeare trajedisi’’ yoğunluğunda bulmuyorum.Sıradan bir okur olarak ne buldun diye soruyorsanız, sormayın, çünkü onu da bilmiyorum. Bir tek şey söyleyebilirim. Ben okuduğum şeyi çok sevdim. İşte bunu biliyorum. Kendime yakın buldum. Yalın buldum. Okurken önüme gelen sorunları, meseleleri, olayları kendi kafamda tartıştım, kendime göre yargılarda bulundum. Kitabın içine girdim. Bazen İrfan'a hak verdim, bazen Meryem'le özdeşleştim. Sonradan öğrendim ki, Livaneli de kendini en çok Meryem'le özdeşleştiriyor, çok sevindim.*İkibuçuk yılda yazmış Mutluluk'u. Günde aşağı yukarı 4 saat ayırmış. Antalya Falez Otel'de ve Bodrum'da yazmış. Bugüne kadar yazdığı romanların en iyisi olduğunu düşünüyor. Ama asıl kararı da okurların vereceğini söylüyor. Benim ilave edebileceğim bir tek şey var, bu roman sinematografik. Çok rahatlıkla sinemaya aktarılabilir. Bu arada bir de öldürücü detaylar var. Cümlelerin altını çizmekten parmaklarım yoruldu. Kendisi de itiraf ediyor zaten, detay hastasıyım ben diyor. Hem meraklıymış, hem hafızası iyiymiş. Yazarlık hali olarak anlattığı bir şey çok hoşuma gitti, bilinçle bilinçaltı arası bir durum, yani ‘‘altered states’’. Yarı uyku hali diye tanımlıyor. Hoş, cazip ve yaratıcı bir an o an. Aklına ne geliyorsa o anda geliyor. Hemen not alıyor. Kitap devam ediyor. Zaten sanat denilen şeyin akılla bilinçle yapılamayacağını söylüyor.HAMİŞ: Yanda röportajdan arta kalanlar ve kitaptan alıntılar yer alıyor.DUYARLILIK VE DUYGUSALLIKArabeski samimi bulmuyorum ben. Yaralı bir adamın haykırışı değil, yaralanmış taklidi yapan bir adamın sahte çığlığı. Rebetika ya da Blues gibi bir samimiyet ölçüsü yok arabeskte. Duyarlılık ve duygusallık arasında çok büyük bir fark var. Duyarlılık bir hassasiyettir. Ama Türkiye'de duyarlılık fena ve sahte bir duygusallıkla karıştırıldı. Arabeskte Ortadoğu'ya özgü bir kaypaklık, bir kandırmaca, bir yalan var.EVİL KELİMESİ EVE'DEN GELİYORKelime kökleriyle çok ilgiliyim. Etimolojik kökleri nereden geliyor diye çok düşünürüm, araştırırım. Özel merak alanım. Mesela İngilizce ‘‘Evil’’ kelimesi ‘‘Eve’’den geliyor, Havva yani, kadın yani, dişi yani...İNSAN İNSANIN ZEHİRİNİ ALIRİnsan insanın zehirini alır. Bunu Özlem Sanberk'in ablası söylermiş. Ondan duydum, kitaba da koydum. İnsanın dertlerini ancak bir başka insan giderebilir. Mutluluk ancak bir başka insanla yaşanabilir.HERKES BİRBİRİNE DÜŞMANİnsanlar bu ülkede birbirinden nefret ediyor. Askerler sivillerden. Siviller askerlerden. Havacılar karacılardan. Karacılar denizcilerden. Mülkiyeliler hukukçulardan. Türkiye'de Ortadoğu aşiret güvensizliğine benzer bir şey yaşıyoruz. Herkes bu ülkede birbirinin kanına ekmek doğruyor. Bana da önce devlet düşmanlık etti. İlk gençlik çağlarımda. Arkasından Avrupa'ya gittim, oradaki insanların Türkiye'ye düşmanlık ettiğini gördüm. Sonra buraya geldim, tanındım, bu sefer müzik çevrelerinde düşmanlarım oldu. Sonra film yaptım, sinema çevresinde düşmanlarım oldu. Derken siyasi düşmanlarım, son olarak da medyada düşmanlarım oldu. Bizde dayanışma yerine bu var.KÖŞE YAZARLIĞI MANTIK DIŞIÇok acı veren bir şey köşe yazarlığı. Ağır ve mantık dışı bir iş. Sisifos efsanesinde Sisifos, bir cezaya çarptırılır. Bir tepenin başına kadar bir kayayı iterek çıkartmak zorundadır. Gündüz çıkarır, gece o kaya aşağıya yuvarlanır, ertesi gün tekrar çıkarır. Sonsuza kadar bunu yapacaktır. Köşe yazarlarının yaptığı iş de farklı değKİTAPTANSayfa 22-23GÖRÜNÜŞTE HİÇBİR SORUNU YOKTUVan gölü kıyısındaki tozlu kasabadan 1300 km daha batıda, iki kıta üzerine kurulmuş İstanbul şehrinde, Profesör Dr. İrfan Kurudal gibi şatafatlı bir isim ve ünvan taşıyan, kırkdört yaşındaki adam hafif bir çığlık atarak uyandı; oysa uyuyalı daha yarım saat bile olmamıştı; uyanırken bunu biliyordu. Çünkü son zamanlarda böyle istem dışı, acayip bir alışkanlık edinmişti... Görünüşte profesörün hiçbir sorunu yoktu; karısıyla arası iyiydi, üniversitede ilgi görüyordu, yorumcu olarak sık sık çıktığı televizyon programındaki sunucular ‘‘Hocam Hocam’’ diyerek ona duydukları derin saygıyı açığa vuruyorlardı... Doğrusu hiç de silik bir insan sayılmazdı... Oysa şimdi bir fare gibi korkarak yatıyor ve yanındaki karısını uyandırmaktan çekinerek kıpırdamamaya çalışıyordu... ‘‘Sen sağlıklı bir adamsın’’ diye tekrarlıyordu içinde. ‘‘Bir sorunun yok, korkman için bir sebep yok. Korma oğlum, korkma! Burası evin. Senin adın İrfan Kurudal. Yataktaki kadın karın Aysel. Akşam yemeğini kayınbiraderin Sedat ve İclal'la Four Seasons'da yediniz. Yediğin şusi harikaydı. Korkma! İki şişe Corona içtin. Diğerleri Sancere şarabı tercih ettiler. Sedat Range Rover'ıyla bıraktı sizi. Beş on dakika televizyon açıp magazin programlarına baktınız. Uzun bacaklı, iri göğüslü kızlar her zamanki gibi hoşuna gitti. Bilirsin ki Aysel kızmaz böyle şeylere, anlayışlıdır, tatlıdır. Bak korkacak bir şey yok işte!’’ Bunları düşünüyordu ama ölesiye korkuyordu. Sanki İrfan Kurudal değil de, onun gövdesinde yaşayan bambaşka biriydi. Bir kaç aydır kendi hayatını dışarıdan seyrediyor gibiydi.Sayfa 151KİRAZ BİLE BOĞAZLARINDANGEÇERKEN PEMPE PEMBE GÖRÜNEBİLİYORBir sürü hikaye dolaşıyordu ortalıkta. Bu hikayelerin en ilginci, İrfan'a arkadaşlarının anlattığı ve sadece erkeklerin bildiğine inanılan bir sırdı. Bodrum ve Türkbükü'ndeki pahalı otellerde aileleriyle birlikte denize giren iş adamlarının bulduğu bir yöntemdi. Bu otel ve tatil köylerinde insanlar sabahtan akşama kadar balık istifi gibi sahilde günüşleniyordu, akşam da diskoda eğleniyordu. Bu arada denizden bir sürat teknesi yanaşıyor ve mayolu arkadaşları işadamını körfezde bir tur atmaya çağırıyordu. Adam da karısının ve çocuklarının yanında gönül rahatlığıyla gidiyordu. Öyle ya ayakkabıları bile olmayan mayolu bir adamın, arkadaşlarıyla körfezde masum bir deniz turu atmasından daha masum ne olabilirdi ki? Ama işler hiç de öyle değildi doğrusu. Körfezdeki adanın arkasında bekleyen büyük teknede, İstanbul'dan özel olarak getirtilmiş ve bir haftalık paraları önceden ödenmiş Rus ve Ukraynalı güzel kızlar bulunuyordu. Bir arkadaşı bu kızların şeffaf tenlerini, ‘‘Kiraz bile boğazlarından geçerken pempe görünebiliyor’’ diye anlatmıştı. Şık bir anlatımdı doğrusu.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!