Amaç caz değildi özgürlük arayışım beni buraya getirdi

Güncelleme Tarihi:

Amaç caz değildi özgürlük arayışım beni buraya getirdi
Oluşturulma Tarihi: Şubat 04, 2006 00:00

Son 10 yılda yurtdışındaki Mozart Piyano Yarışması, Prokofiyef Yorum Yarışması gibi zorlu klasik virtüözite sınavlarını başarıyla geçen Gülden Gökşen, bir yandan konservatuvarda doktora yapıyor, diğer yandan piyano dersi veriyor. Bestelerini birkaç yıldır resitallerden sonra bis’te çalıyordu. Gitarcı Nurkan Renda düzenledi, birlikte Güldencaz albümünü hazırladılar.

Baştan sona enerjik, iyimser, rengarenk bestelerle dolu albümü için "Bu bir piyanist albümü değil, takım çalışması. Yine de kişiliğimi yansıtıyor" diyor.

Sizde şeytan tüyü mü var? Muvaffak Falay, Tuna Ötenel gibi ustaları öğrenciliğinde gizlice caz çaldığı için süründüren, hatta okuldan atan akademisyenler, hálá caz çalmanın yasak olduğu bir kurumda sizi nasıl bağrına basıyor, ders vermenize izin veriyor?

- Caz özgür bir müzik. Klasik ise katı kurallar içinde, mükemmeliyeti arıyor. Öğrencinin eğitim bitmeden caz çalması, kafasını karıştırabileceği için endişe yaratıyor. Bir gün caz çalarken hocam sınıfa girmiş, beni öyle bir terslemişti ki korkudan yıllarca evde bile caz dinleyemedim. Kendimi okula ispatlayana kadar cazla uğraşmadım: Yarışmalar kazandım, hatta jüri üyesi bile oldum. Birçok orkestrayla konser verdim. Okulda ders vermeye başladığımdan bu yana kurallara, ritüellere saygı gösteriyorum. Asilik yapmıyorum. Albümü hazırlarken müdürümüze dinlettim, izin aldım. Destek bile gördüm.

MSÜ Devlet Konservatuvarı ve hocanız Hülya Tarcan, piyanoda Rus ekolüne yakınlığıyla tanınıyor. Sizi sorduğum bir akademisyen "Bırak yahu, o Şostakoviç takıntılı kızı" dedi, aslı var mı?

- Hocam Fransa’da eğitim görmüş, bu ekole yakındır. Ben Rus ekolüne hayranım. Yüksek lisans tezimde Rusya’da post romantizmi inceledim. Prokofiyef yarışmasını kazandım, ama hiç Şostakoviç çalmadım. (Gülüyor) Evet, Rus ekolü takıntılıyım.

HİPERAKTİFİM, ŞİKAYETÇİYİM

Caza yönelmeniz, hayatınıza yaratıcılığı bileyecek bir pencere açma ihtiyacından mı doğdu, yoksa akademisyenliğin dar kalıplarından arkanıza bakmadan kaçma projesinin ilk adımı mıydı?


- Yorumculuk artık yetmiyordu. Sanatçılık yaratıcılıktan geçer, üretkenliğimi bana doyum verecek şekilde kullanamıyordum. Önceleri bestelerimi resitallerden sonra, bis’te çalmaya başladım. Albüm kaydetmek isteğimde, piyasada yüzlerce yorumu bulunan eserleri bir kez daha çalmak yerine, bestelerimi çalmaya karar verdim. Amaç caz değildi, özgürlük arayışım ve içimdeki müzik beni bu noktaya getirdi. Klasikle bağım sürüyor.

Açık Radyo’daki röportajınızda iki cümleniz dikkatimi çekti: "Çok milliyetçiyim" ve "Caz piyanisti değilim." Vurgulamaya gerek duyacak kadar milliyetçi olup nasıl caz çalınır; caz albümü yapıp, caz piyanisti olmadığını söylemekten ne anlamak gerekir?

- Caz piyanistliği köklü bir caz repertuvarı gerektirir. Henüz emekliyorum. Aşkın Ersunan, Tuna Ötenel gibi müzikçiler varken, tek albümle caz piyanistliğimi ilan etmek terbiyesizlik olur. Milliyetçilikten kastım siyaset, şovenizm değil. Geçmişi merak ediyorum, Türklüğümle gurur duyuyorum. Albüme makamlar, Anadolu’dan renkler bu nedenle girdi.

"Güldencaz" baştan sona enerjik, coşkulu ve iyimserlik aşılıyor. Sorunları dert etmeyen, hiperaktif, iflah olmaz bir iyimser misiniz; yoksa prodüksiyon gereği hüznü gelecek albüme mi sakladınız?

- Mutlu olmayı beceririm, hayata çok bağlıyım. Gözlerimin içinin güldüğü söylenir. Piyano çalarken çok eğlenirim. Evet, günlük hayatta da yerimde duramam, çok hızlı konuşurum. Hayat çok kısa çünkü. Hiperaktifliğim artık beni yoracak dereceye geldi. Bununla birlikte umutsuzluğa düştüğüm zamanlar da olur. Albümde hiçbir duyguyu saklamadım. Ege’de Yakamoz gibi çok duygusal parçalar da var.

30 BESTE ÇEKMECEDE

Fotoğrafınızı gören Sertab Erener’le karşılaşmış gibi oluyor. Albümünüzün prodüksiyonunu, düzenlemelerini yapan Nurkan Renda, geçmişte Sertab Erener, Demir Demirkan, Nil Karaibrahimgil albümlerine önemli katkıda bulunmuştu. Reklamcı Serdar Erener sizin için plak firması kurup Güldencaz’ı yayımladı. Erener Ailesi’ne ne zaman, nasıl katıldınız?


- Nurkan Renda iyi arkadaşım. Bestelerimi dinlediğinde sevdi. Albüm ihtimalini düşünmeden, sadece eğlenmek için düzenlemelerini yaptı. Üç parçayı kaydettik. Sonra Nurkan’ın önerisiyle Serdar Erener’e danışmaya gittik. Çok sevdiğini, mutlaka sponsor bulacağını söyledi. Bulamayınca masrafları üstlendi, Alametifarika’nın sahibi arkadaşı Uğurcan Ataoğlu’ndan yayımlamasını rica etti. Sertab Erener’le bu süreçte tanıştım, iyi bir arkadaş kazandım. Evet, sokakta ona benzetip peşimden koşuyor ve imza istiyorlar ama bence onun güzelliği çok özel.

Solo piyano için yazdığınız eserler Renda’nın dinamik düzenlemesiyle, icrada otantik çalgılar dahil etkileyici bir virtüöziteyle yepyeni bir çehre kazanmış. Albüm gerçekten Güldencaz mı, yoksa Gökşen-Renda sentezi mi?

-
Piyano partileri bana ait olmakla birlikte albüm, Nurkan’la zevklerimizin, dünyalarımızın birleşmesi sonucu ortaya çıktı. Ayrıca stüdyoda tüm müzikçilere doğaçlama özgürlüğü verildi. Güldencaz’da herkes aynı zamanda solist ve eşlikçi.

Aydın Esen’in "Anadolu"ya 15 yıl önce geçtiği, Aziza Mustafa Zadeh’in 10 yıldan bu yana yürüdüğü yolda ilerliyorsunuz. Rock eğiliminiz ve onların kullanmadığı otantik çalgıların dışında, yol arkadaşlarınızla müziğe bakışınız hangi noktalarda ayrılıyor?


- Söylediğiniz gibi, kimi yerlerde rock etkisinin belirgin şekilde ortaya çıkması, ney, yaylı tambur gibi otantik çalgıların kullanılması beni farklı kılıyor. Azize gibi makamlardan beslendiğim için benzer görünebilir. Onunki piyano eksenli, benimki takım müziği. Besteyi ön plana çıkarmaya çalışıyorum.

Güldencaz repertuvarıyla ve ekibiyle konser verecek misiniz?

- İstanbul’da geçen yıl iki konser verdik. Marttan itibaren çok yoğun bir konser programı hazırlıyoruz. Programlarımız uyduğu sürece, konseri de albüm ekibiyle vereceğiz.

Son olarak yeni projeler ve hayallerinizi konuşalım.

- Doktoramı tamamlayacağım. Güldencaz kadrosuyla konserler vereceğim. Albüme olumlu tepkiler gelirse, çekmecede bekleyen 30 civarındaki besteyle yeni albümler hazırlamak istiyorum. Klasik repertuvarımı genişletmek için çalışıyorum. Bir an önce Prokofiyef’in bir ve ikinci, Rahmaninof’un üçüncü piyano konçertolarını repertuvarıma katmak istiyorum.

HAYALİ AY’DA İLK PİYANOYU ÇALMAK

Gülden Gökşen (31) müziksever bir aileden geliyor. Mali müşavir olan babası, üniversite yıllarında harçlığını çıkarmak için piyano ve davul çalarmış. Annesi, Bayan Bush’a diktiği kaftanla hatırlanan modacı Hatice Şengül. Dört yaş büyük ablası Fulden de konservatuvar mezunu kemancı. Altı yaşında piyanoya başlayan, sekizinde solfej öğrenen Gökşen, "İlkokulda piyanonun başından kalkmak istemezdim. Annem sokağa çıkıp arkadaşlarımla oynamam için piyanoyu kilitlerdi" diyor. Belediye Konservatuvarı’ndan sonra uzaybilimci olup, NASA’da çalışma fikrinden vazgeçti. "Ay’da konser veren ilk piyanist olma" hayaliyle Mimar Sinan Üniversitesi Konservatuvarı’nda
Hülya Tarcan’ın öğrencisi oldu. Okulu sınıf atlayıp, birincilikle bitirdi. Bursla gittiği Almanya ve Avusturya’da
eğitimini sürdürdü. Yurtiçi ve yurtdışında birçok konser verdi. Şimdilerde MSÜ Konservatuvarı’nda Brahms müziğini incelediği teziyle doktorasını tamamlamaya çalışıyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!