Ahmet Rasim’de kendimi buldum!

Güncelleme Tarihi:

Ahmet Rasim’de kendimi buldum
Oluşturulma Tarihi: Şubat 13, 2005 00:00

İlk hayat tarzı yazarımız Ahmet Rasim, 80 yıl önce hayatın her alanına öyle bodoslama, öyle salakça dalmıştır ki, ‘kurulu düzenleri’ne çomak sokulduğunu gören İstanbul kurnazları, hemen o meşhur dayanışmacı direnişlerini devreye sokmuşlardır!Zavallı Ahmet Rasim, bu direniş karşısında neye uğradığını şaşırmış ve ince göndermelerle dolu şu feryadı kaleme almak zorunda kalmıştır:‘Direktörlere haber verin, ben artık şehir mektupçuluğundan istifa edeceğim. Çünkü uğradığım şeylere tahammül edecek takatim kalmadı. Rumeli şimendiferleri ‘aleyhimizde yazdın’ diye bilet vermiyorlar. Anadolu kumpanyası inşa edeceği rıhtımdan herkesi meccanen (ücretsiz) geçirecek, benden resim (vergi) alacakmış. Karşı tramvaycıları beni görür görmez ‘dolmuştur’ levhasını asıyor. Tünel kabul etmiyor, köprü memurları dik dik bakıyorlar. Şirket-i Hayriye vapurlarında yanılıp da bir kahve içsem ziyade para alıyorlar. Sembolistler selam vermiyorlar. Şairler somurtmuş hicviye yapıyorlar. Tokatlıyan’da dayak havfıyla (korkusuyla) oturamıyorum. Gazete muharrirleri ‘direktörlerle aramızı bozdun yanımıza gelme herif!’ diye sitemler ediyorlar. Muhabirler kulakta kurşun kalem, cepte kağıt ufacık şaşalasam yazacaklar! Bütün direktörler ittifak etmişler, matbaadan çıkarsam (gazeteden ayrılırsam) almayacaklar. Dostlarım gece yatısına çağırmıyor. Külhanbeyleri yolda rastgelince mani okuyorlar, alınsam marizleyecekler! Galatasaray hamamında üstümü iyice örtmüyorlar. Şehir mektubu yazacağım diye sürüm sürüm sürünüyorum. İnsaf edin! Ben bu kadar şeye nasıl tahammül edeyim? Yok efendim yok! Ben artık şehir mektupçuluğu etmeyeceğim. Direktöre haber verin. Bir hafta daha yazarım. Artık daha yazmam!’.* * *Bu satırları okuduğumda ‘Tamam’ dedim, ‘Son günlerde içine girdiğim halet-i ruhiye tam da bu!’.80 yıl önce Ahmet Rasim’in kaleminden dökülen feryatla, 80 yıl sonra Ahmet Hakan’ın kaleminden dökülen şu feryat arasındaki benzerlik, bu topraklarda bazı şeylerin kolay kolay değişmeyeceğinin bir başka delilidir:‘Genel Yayın Yönetmeni’ne haber verin, ben artık köşe yazarlığından istifa edeceğim. Çünkü uğradığım şeylere tahammül edecek takatim kalmadı. Ne zaman Safran’a gitsem, ‘topluluk içinde gösterilmek’ gibi acayip gıcık olduğum bir muameleye tabi oluyorum. Ziya Şark Sofrası’na da dönemem, zira yüzüm yok. Gittiğim kafelerde karşılaştığım sinemacılar, yüzüme dik dik bakıyorlar, fırsatını bulsalar üzerime eski Yeşilçam filmlerinin figüranlarını salacaklar. Sinemada gişe görevlisi kız, beni görünce ‘Yerimiz kalmamıştır’ levhasını burnuma dayıyor. Eski dostum muharrire hanım, bana ‘çatmak’ için ele geçirdiği hiç bir fırsatı kaçırmıyor. Mehmet Ali Erbil’le buluşmamızı sağlayarak beni gerilimden gerilime gark eden Kelebekçiler, şimdi de Yılmaz Erdoğan’la bir buluşma planlıyorlar, bu işten nasıl sıyıracağımı bilemiyorum. Gazete köşelerinden üzerime gelenlere cevap vermesem, ‘Korktu, kaçtı’ diyorlar. Cevap versem, adım ‘polemik canavarı’na çıkıyor. ‘Vurun abi! Başınıza bir şey gelmez’ imajı verdiğim için, ‘Hayat güzeldir’ İclal bile, bana çakarak hayatın güzelliklerini gösteriyor. Cihangir’deki Leyla’da bana kasten ‘köpüksüz kahve’ servisi yapılıyor. Kendilerine ‘ilerici’ diyenler, sokakta beni gördüklerinde ‘Laikliğin erdemlerine dair’ vaazlar veriyorlar. Kendilerine ‘Gerici’ denilenler ise, benim dönek olup olmadığım konusunda bahse giriyorlar. Doktorlar bende ‘Anlaşılıyorum ama yanlış anlaşıyorum’ sendromunun patlak verdiğini söylüyorlar. Ben bu kadar şeye nasıl tahammül edeyim? Genel Yayın Yönetmeni’ne haber verin. Bir süre daha yazarım. Artık daha yazmam!’.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!