Kayıp masumiyet bahçesi

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Dünkü Hürriyet'in dış haberler sayfasında küçücük bir haber vardı. Peynet ölmüş. Bir Fransız karikatüristi.

Çizgilerini artık eskisi kadar sık görmediğimiz için belki çoğumuz adını bile duymamışızdır.

Kimdir Peynet?

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi onu şöyle tanımlıyor:

‘‘Peynet, iki aşık çevresinde gelişen çocuksu bir karikatür dünyası kurmuştur.’’

Anahtar kelimeler: Çocuk ve aşk.

Ben bu tanımlamayı çok, ama çok yıllar önce kendi kendime yapmıştım.

Daha onun ilk karikatürünü gördüğüm anda bu tarifi yapmıştım.

Parkta yan yana oturan iki aşık ayna gibi karşıma dikilmiş, orada neredeyse kendimi görmüştüm.

* * *

On altı yaşındaydım.

İlk kız arkadaşımla İzmir'in gözde parklarından birinde buluşmuştuk.

İlk buluşmamızdı.

Peynet'nin karikatürlerinden fırlamış bir bankın üzerine yan yana oturmuştuk.

Peynet'nin tuttuğu aynada gördüğüm o iki insan sanki bizdik.

Ama sonumuz onun çizgilerindeki kadar mutlu bitmedi.

Çalıların arasından fırlayan bir park bekçisi, ‘‘Ne yapıyorsunuz siz orada’’ diye üzerimize gelince, apar topar kaçmak zorunda kalmıştık.

Zaten ilk ve son buluşmamız da bu olmuştu.

Bekçi, aşkımızı doğmadan öldürmüştü.

İşte ben o yüzden Peynet'nin karikatürlerini çok sevdim.

Ama hüzünle sevdim.

Onun aşıklarını hep, kendimin başaramadığı şeyleri başaran kahramanlar olarak gördüm.

Peynet, bana hep, hüzne dönüşen ilk kız arkadaşımı hatırlattı.

* * *

Yıllar geçti.

Peynet'den sonra başka karikatüristleri de çok sevdim.

Kiraz'ın kızlarını, onların uzun ve düzgün bacaklarını, tarif edemediğim duygularla seyrettim.

Üniversite yıllarımda Bedri Koraman'ın Milliyet'in Pazar ilavesindeki karikatürleri, çizgilerdeki kadınlarla ilişkimde yepyeni bir dönemi açtı.

Küçük hoppalıklar, tatlı fanteziler, abartılmamış cinsellikler, kafamdaki karışıklığı bir ölçüde hafifletti.

Bedri Koraman çelişkilerimi çözdü.

Beni rahatlattı.

* * *

Bütün bu hengame içinde Peynet'nin aşıkları biraz gerilere gitti.

Bizler değiştik, onlar hiç değişmedi.

Belki de o yüzden sadece Aziz Valentine'in temsilcisi olarak Sevgililer Günü'nün 24 saatine sıkışıp kaldı.

Tek günlük çizgiler haline geldi. Ama Sevgililer Günü'nün sembolü yine hep o aşıklar oldu.

Neden? Çünkü onlar hep temiz kaldılar.

Çünkü onlar hep kumrular gibi kaldılar.

Çiçeklerin açtığı mevsimden, yapraklarının döküldüğü mevsime kadar, hep hüzünlü parkların bankları üzerinde ele ele oturdular.

Nesli tükenmekte olan aşıkların bekçisi olarak hep nöbet tuttular.

Hiçbir park bekçisi onları rahatsız etmeye cüret edemedi.

* * *

Bana aşkın resmini çiz deseniz, teşebbüs dahi etmem.

İşte Peynet orada.

Bana saflığın resmini çiz deseniz, kılımı dahi kıpırdatmam.

Peynet'nin bir albümünü alır, çoğaltıp dağıtırım.

Onun desenleri bana, düşük yapmış bir aşkı hatırlatsa da seyretmeye doyamam.

Omuzların üzerinde uçuşan kanatlanmış kalpleri, birbirinden sadece bir şapkayla ayrılmış o hermafrodit yüzleri ne zaman görsem, içimden bir şeyler cız edip gider.

Giden nedir? Nereye gider?

Temiz bir aşk, üzerine toz konmamış bir sevgi mi?

Kesinlikle evet.

Nereye gider?

Eskilere, çocukluklarımıza, maziye, şahsi tarihlerin, kişisel prehistoryaların derinliklerine.

Yani kaybolmuş cennetlere...



Yazarın Tüm Yazıları