Katiyen halkçı değilim

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Tüm edebiyatta sadece iki ana konu vardır.

Bir tanesinde birileri bir yerlere gider.

Diğerinde ise bir yabancı şehre gelir.

İşte bu kadar.

Bu tespiti yanılmıyorsam Tolstoy yapmıştı.

***

Tolstoy'un bu gözlemi benim neden romancı veya hikâyeci değil de köşe yazarı olduğumu açıklıyor.

Çünkü hâlâ daha bir yerlere gitme imkânına kavuşamadım.

Acayip de bunalmış durumdayım, bunu da bilin.

Ha tabii şehre durmadan yabancılar geliyor.

Hem de akın akın geliyorlar her gün.

Ancak ne yazık ki ben onları katiyen görmek istemiyorum. Uzak dursunlar benden.

İşte bu nedenlerden dolayı edebi eserler değil gazete yazıları yazıyorum.

***

Bizde köşe yazarlarının âdetidir. Maşallah hemen hepsi de dört dörtlük halkçıdırlar.

Her fırsatta halkı pek sevdiklerini yazarlar.

Gerçi çoğu yalan söylemektedir, ama olsun, kendilerini böyle kayda geçirirler.

Ben uzun yıllardır ‘‘halk’’ denilen kavramdan pek hoşlanmadım.

Gün geçtikçe bu tavrım daha da keskinleşiyor, haberiniz olsun.

Neden de benden değil, halk kavramı içinde kalan bazı insanlardan kaynaklanıyor.

Haberi mutlaka duymuşsunuzdur; birkaç gündür televizyon kanallarında çıkıyor, ama ben yine de tekarlayayım.

Kadının altı çocuğu var.

Adam bir tane daha çocuk yaptırıyor.

Kadın 45 yaşında ve sağlıksız vücuduna rağmen yedinci çocuğa hamile kalıyor.

Kadın hamile olmasına rağmen bir gün oturup dinlenemiyor.

Çünkü evde yapılması gereken işler var.

Adam ise sapına kadar Türk erkeği olduğundan bu işlere yardımcı olması düşünülemez tabii ki.

Komşuları anlatıyor, kadıncağız o haliyle her gün eve ağır bidonlarla su taşımak zorunda kalıyormuş.

Sonra olanlar oluyor. Kadıncağız bir gün evde kendinden geçiyor.

Hastaneye yetiştirilirken ölüyor.

Adam, doktorlara hamileydi haberini geç söylediği için doktorlar ilk önce çocuğu fark edemiyorlar.

Sonra söylenince çocuk alınıyor.

Çocuk yaşamaktadır.

Ancak doktoru, bebeğin geri zekâlı olmasının yüksek ihtimal olduğunu söylüyor.

Bunca olana bitene rağmen bir damla gözyaşı dökmeyen adam hâlâ daha bebeğini görmemekte ısrarlıdır.

Televizyoncular adama ‘‘Neden hâlâ bebeğini görmedin’’ diye soruyorlar.

O da keskin bir ifadeyle ‘‘Göreceğiz tabii. BEBEK EĞER BENİMSE TABİİ Kİ GÖRECEĞİM. İlk önce cenaze mi alayım da’’ diye konuşuyor.

Adam, ona yedi çocuk vermiş kadının arkasından ‘‘Bebek benimse eğer’’ demektedir.

O kadının, çocuklarının annesinin şerefini bir anda ayaklar altına alabilmektedir.

Şimdi arkadaşlar.

Halkçı olamam, çünkü olduğum takdirde bu adamı da bir şekilde anlamam, açıklamam gerekecek.

Halbuki ben bu tür insanlardan tiksiniyorum ve bunların sayısı da maalesef sanıldığı kadar az değil memlekette.

***

Ben eminim ki bu tür insanların davranışlarını açıklayıp haklı göstermeye çalışacak teoriler vardır etrafta.

Örneğin, adamın bu şekilde davranmasına emperyalizm neden olmuş olabilir.

Veya acımasız kapitalizm ve bunu sonucundaki zor hayat koşulları bu sonuca yol açmıştır, kimbilir.

Veya belki de polis baskısı vardır adamcağızın üzerinde.

Marksistler ve sosyal demokratlar mutlaka, ama mutlaka bu adamı haklı çıkaracak birtakım gerekçeler ortaya atarlar. İşte bu nedenlerden dolayı Marksist de değilim artık. Allah'a şükür zaten sosyal demokrat hiçbir zaman olmadım.

***

Hayvanlar âleminde içgüdüler vardır.

Kısa vadeli de olsa çocuk sevgisi, çocuğunu taşıyan dişiye erkeğin sahip çıkacak şekilde davranması, bu içgüdülerin başında gelir.

Teorik olarak insanlar, ait oldukları hayvanlar âleminin bu içgüdülerini doğal olarak devralmışlardır.

Tabii insanlar bu içgüdülerin üstüne bir de insan olmalarından kaynaklanan ek güzel davranış biçimleri inşa etmişlerdir.

Kadını insandan saymayan, bebeğine ‘‘Yedi taneden bir tanesi ölse ne çıkar’’ diye bakabilen insanların teorik açıklaması yoktur.

Onları öyle yapan toplum değildir. Açlık değildir, hayat şartları değildir.

Çünkü biz de hayvanız ve içgüdülerimiz en ağır şartlarda bile öyle davranmamızı engellemelidir.

Hayvan bile olamayan bazı insanların bulunduğu bir toplumda halkçılık gibi herkesi kavramak zorunda olan bir kavrama inanabilmek teorik açıdan mümkün değildir.

***

Bu nedenle gün geçtikçe radikal bir pesimist oldum.

Bu toplumun meselesinin derin devlet, devlet baskısı, iktidarlar, emperyalizm filan olduğuna katiyen inanmıyorum artık.

Böyle olsa meseleleri halletmek çok daha kolaydı.

Mesele daha derin.

İnsanımızdan, karakterinden kaynaklanıyor olay.

Şunu artık kabul edelim. Yaygın bir karakter deformasyonu var memleketin insanlarında.

Ve bu karakter deformasyonu nedeniyle toplum gün geçtikçe çürümekte.

Ve dahası düzgün olan, hayatı normal olarak yaşamaya çalışan insanların sayısı da gün geçtikçe azalıyor.

Toplumun yüzde 20'sinden fazla olduğunu zannetmiyorum bu insanların.

Onlar kendi memleketlerinde yarı açık cezaevindeymiş gibi yaşamak zorundalar, çünkü etrafları çevrilmiş.

Dolayısıyla kim iktidara gelirse gelsin Türkiye'nin çağdaşlığı yakalaması mümkün olamayacak.

Çünkü toplumun büyük çoğunluğunu psikolojik tedaviden geçirtip biraz olsun normalleştirecek doktor gücü maalesef yaratılamıyor.













Yazarın Tüm Yazıları