Kanun çalabilmek...

Yavuz GÖKMEN
Haberin Devamı

Çoçukluğumda en çok istediğim şeylerden biri kanun çalabilmekti. Bu güzelim sazı hayranlıkla izler ve parmaklara takılan mızrapların yumuşak darbeleri sonrası çıkan seslere hayran olurdum. Sanki bir çölde bir çeşme bulmuş gibi olurdunuz. İnce uzun parmaklar, uçlarına takılı mızrapları ustaca oynatır ve kanun'dan şırıl şırıl bir su akardı. O suyu kana kana içerdim.

Manisa'da eski bir Rum evinde otururduk. Evin kocaman bir demir kapısı ve kapının üzerinde örgülü bir kadın başı şeklinde gene kocaman bir tokmak vardı. Bildim bileli bu demir kapı gündüzleri ardına kadar açık durur sadece geceleri Melek Hanım kapıyı kapattıktan sonra onu zemberek anahtarlarıyla itina ile kitler ve arkasına kol demirini vururdu.

İçeride ana-oğul kitaplarımıza dalar ya da eski Phillips radyomuzdan Yunan müzikleri dinlerdik.

Melek Hanım bana arasıra Yunan işgalini anlatırdı. Her zaman aynı kelimeleri kullanarak ve gözleri uzaklara dalarak işgalden nasıl kurtulduğumuzu hikâye eder ve her anlatışı bana ayrı bir keyif verirdi.

Hep aynı şeyleri söylerdi, ama hep ayrı ayrı söylerdi.

* * *

O gün bugündür Yunanlılar'la niçin düşman olduğumuzu bir türlü anlayamam. Onlar bize çok benzerlerdi. Ülkemize gelmişler ya da gönderilmişler ve derslerini alarak gitmişlerdi. Komutanları Uşak'ta kılıcını bizim komutanımıza teslim etmişti. Giderlerken benim doğduğum bağ evini de yakmaya çalışmışlar, ama bunu yapacak vakti bulamadıkları için sadece demir kapıya kurşun atarak Hilmi Dayımın karısı Pakize Yengemi omuzundan vurmuşlardı.

Ama biz gene de onlara düşmanlık duymazdık.

Onların bize niçin düşmanlık duyduklarını hâlâ anlayamamışımdır.

Çünkü yüzleri, endamları, kişilikleri bize çok benzerdi.

Tarihte her zaman savaşlardan sonra kazanan komutanların kaybedenlere nasıl saygı duyduklarını okumayı sevmiştim. Edirne savunucusu Şükrü Paşa'nın Edirne düştükten sonra Bulgar komutanına kılıç verişini ve komutanın kılıcı almayı reddedişini tasvir eden Münif Fehim'in tablosunu hâlâ unutamam.

Biz de Yunanlılar'ı yenmiştik. Yenen yenilene, yenilen de yenene saygı duymalıydı. Bu yüzden ne olursa olsun her zaman Türk-Yunan dostluğu için çırpınacağım.

* * *

Şimdi sanki Manisa'daki eski Rum evimizin kapı komşusu Bekir Sıtkı Gündüz Beyefendi’nin çaldığı kanun'dan çıkan sesleri duyar gibiyim. Bana ilk müzik derslerini daha bacak kadar bir çocukken o vermişti. Yaşlanmış benekli ellerinin yorgun parmaklarına mızrapları takar ve kanun'un üzerinde gezinir, gezinirdi. Gözlerini kapar ve benim bildiğim bir yere giderdi. Acemaşiran taksimi bitirdikten sonra onunla ‘‘Gel ey denizin nazlı kızı’’nı terennüm ederdik.

Sonra o çalar, çalar, çalardı. Makamdan makama atlar neden sonra birinde karar kılardı. Bu makam genellikle Uşşak olurdu.

‘‘Evvel giden ahbaba selam olsun erenler’’

Sonra mahallenin bir köşesinden bir radyo sesi duyulurdu.

Radyo Rumca şarkılar çalardı.

Yazarın Tüm Yazıları