Kantinlerde cips yasağı 'caydırıcı'ya dönüştürüldü

İSTANBUL'da bir okul müdürü anlatıyor:

"Piyasadaki bazı cipslerin 'çıra gibi' yandığı haberlerinin yer almasından sonra Milli Eğitim Bakanlığı, Kantin Yönetmeliği'nin 26. maddesinde bir değişiklik yaparak sağlık açısından 'asitli içeceklerin, patates ve cips gibi kızartmaların satışının yasaklandığını' duyurmuştu.

Haberin Devamı

Ve kantinlerden bu ürünlerin satışı kaldırılmıştı.

Dün öğreniyoruz ki; bakanlık yeni bir genelge yayınlayarak bu cümlenin 'sehven' (yanlışlıkla) yazıldığını bildirdi ve bunun yerine bu ürünlerin yenmesinin "caydırılması"nı istedi.

O zaman MEB'e sormak gerekiyor, doğru bir şekilde alınan yasak kararından neden vazgeçildi?

Yoksa, Türkiye'de cips üreten (bir markanın reklamında Cem Yılmaz oynamıştı) yabancı markaların baskıları karşısında mı böyle bir değişiklik yapmak zorunda kaldı?

Banka personeli köle mi?

ANKARA'dan bir grup banka personeli yazıyor:

"Ülkemizdeki bankalar, aralarındaki rekabet nedeniyle personeli köle gibi çalıştırmaktalar. Günlük normal mesailerini birkaç saat fazla yapan personele, hafta sonlarında da bankamatik kartı sattırılmaktadır. Çalışma Bakanlığı yetkilileri, bu şekildeki anormal bir çalışmayı denetlemezler mi?

Birçok personel, bankaların ağır çalışma koşullarına dayanamayarak, tazminatlarından da vazgeçip istifa yolunu seçiyorlar.

Personeliniziz biz, köleniz değiliz. Dinlenme hakkımız olduğunu biliniz!"

GÜNÜN SÖZÜ

"Alevi kesimden kim hangi partiden aday olursa olsun saygı duyarız. Ancak Avrupa kapılarında azınlığız diye Türkiye'yi şikâyet edenlerin ve Almanya'da 'Biz İslam'ın dışındayız' diyenlerin şimdi de parti kapılarında adaylık için dolaşmalarını doğru bulmuyoruz. Aslında bu kişiler Türk toplumunu temsil etmiyorlar. Biz kamplaşma istemiyoruz."

(Cem Vakfı Avrupa Koordinatörü Alişan Hızlı)

Biliyor musunuz

"EGEMENLİK kayıtsız şartsız erkeklerindir, zihniyeti devam mı edecektir? Ülkemizin adının AnaDOLU, Meclisimizin BABA dolu olarak mı kalacaktır?" diye soran Marmara Grubu Vakfı AB ve İnsan Hakları Platformu Başkanı Müjgan Suver'in İstanbul'dan; avukat Nimet Karabulut'un 1. bölgeden; AB ekonomik ve sosyal uyum politikaları gibi çalışmalar konusunda uzman, Endüstri Müh. Didem Engin'in (30) İstanbul 2. bölgeden; Cavidan Demirağ'ın Mersin'den 'kontenjan'dan; CHP'nin kadınların yanında engellilere de kontenjan vermesini gerektiğini belirten gazeteci Sinan Karahan'ın İstanbul 2. bölgeden; İstanbul Diş Hekimleri Odası Başkan Vekili Gökmen Öğüt'ün İstanbul 1. bölgeden; Kalebodur firmasından Erol Sazcı'nın Çanakkale'den; eski DMO Genel Müdürü, Mali Müşavir Cihat Çetinkaya'nın Ankara'dan CHP aday adayı olduklarını... 19 ve 20. dönem DYP milletvekili Veli Andaç Durak'ın DP Adana'dan;, ODTÜ Elektronik Mühendisliği, Bilgisayar ve İşletme Bölümü'nden Prof. Mehmet Erdaş'ın MHP İstanbul 1. bölgeden; AVRUPA Türk Kültür Dernekleri Birliği (ATB) Genel Başkanı Recep Yıldırım'ın BBP'den; Mali Müşavir Yaşar Kızılkum'un AKP 2. ve 3. bölgeden adaylık başvurusu yaptığını... ŞİŞLİ Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'ün çevresine 22 Temmuz seçimlerine kadar 'siyasi çalışmaları'nı durdurduğunu söylediğini...

Hüsamettin Özkan TBMM'ye girmeli

HEM sağda, hem de solda bu iktidara karşı bir birlikteliğin sağlanması gerektiği düşünüyorum. Bu nedenle geçmiş dönemde görev yapmış Hüsamettin Özkan'ın bu dönemde de birliğin içerisinde görev almasını sağlamak gerekir. Çünkü koalisyonlarda böyle bir kişiye ihtiyaç duyulacağı kanaatindeyim. CHP'de birlikteliğe davet edilen kişilerden daha faydalı olacağını düşünüyorum. Ayrıca haksız şekilde gönderildiği Yüce Divan'da aklanmış bir kişinin bunun hesabını sorması gerektiğine de inanıyorum.

Haberin Devamı

Fatoş SERİN

'Sosyal demokrat' adaya bakın

GAZETECİ-yazar Nevval Sevindi ile KA-DER Başkanı Av. Seyhan Ekşioğlu'ndan geçen yıl SHP'nin düzenlediği bir panelde dinlediklerim ile bugünkü tablo karşısında hayretler içinde kalıyorum.

Haberin Devamı

"Sosyal demokratlardan biri" olarak tanımlanan Ekşioğlu, Sevindi'ye, görüşlerinin AKP'ye yakın olduğunu belirterek, "sen dincisin" imasında bulundu. Bir antropolog olarak Sevindi, kadın hareketini hem akademik hem de gazeteci gözüyle çok güzel anlattı. Nevval Hanım DP Kadıköy adayı; o zaman 'sosyal demokrat' olarak atıp tutan Seyhan Hanım ise AKP adayı... Bu konularda biraz da ilke gerekmiyor mu?

Işın Ü.

PANO

- DSP ile seçim işbirliğine giden CHP, 22 Temmuz seçimlerinin startını yarın Mersin’de veriyor. Mersin’de düzenlenecek mitingde CHP Lideri Baykal ve DSP Lideri Sezer birlikte halka seslenecek. Toplam 5 saatlik bir program hazırlanan Mersin mitinginde Edip Akbayram ve Yavuz Bingöl’ün de aralarında bulunduğu çok sayıda sanatçı birer konser verecek.

AKP'nin en büyük korkusu

gercekgündem.com yazarı ve CHP İstanbul Milletvekili adayı Gürsel Tekin, hükümette beş yılı dolduran AKP'nin en büyük korkusunun Deniz Baykal olduğunu yazdı. Tekin, "Deniz Baykal bu ülkede yolsuzluğa karşı mücadele etmenin yolsuzluğa karşı olmanın sembolüdür ve bu haliyle AKP'nin en büyük korkusudur" tespitini yaptı.

CHP'nin başarılı belediyecilerinden olan Tekin, 357 milletvekili olmasına rağmen Cumhurbaşkanı seçtiremeyen AKP'ye yüklendiği yazısında, şu noktalara da dikkat çekti: "AKP'nin üst düzey yöneticileri, bugün oy aldıkları yoksul kesimlerin yaşam tarzıyla hiçbir şekilde uyuşmuyor. Onlar, sürekli istismar ettikleri türbanın arkasına saklanarak, yolsuzlukları unutturmaya çalışıyor. Zaten korkuları da bu yüzden. Deniz Baykal'ın iktidara gelip yolsuzlukların hesabını soracağını bilmeleri, geceleri uykularını kaçırıyor."

Haberin Devamı

Deniz Feneri üzerine bir konuşma

ALMANYA'da 'Deniz Feneri' adlı derneğe yapılan baskın ve sürdürülen soruşturmadan sonra derneğin üst düzey yönetimi BEST FM'de yayımlanan 'Konuşan Türkiye'ye açıklamalarda bulundu.

Deniz Feneri Genel Müdür Yardımcısı Recep Koçak, "İsim benzerliği dışında Almanya'daki dernekle bir ilgilerinin bulunmadığını" ileri sürdü, ancak Koçak aynı derneğin Almanya’da topladığı paraları Türkiye’ye gönderdiğini de söyledi.

Koçak, Murat Edin'in sorularını yanıtladı:

- Deniz Feneri Derneği hakkında iddialar var. Almanya’da usulsüz yardım toplama, Kanal 7 televizyonunda ortak çalışma gibi... Nedir bunlara yanıtınız?"

"Deniz Feneri 1996’da Kanal 7’de bir TV programı ile başladı. 1998’de Türkiye’de Deniz Feneri Derneği kuruldu. Hukuki bir zeminde ve profesyonel bir kadro ile takip ettirilmesi için kuruldu bu dernek... İlerleyen yıllarda yurtdışındaki bağışçıların kolayca bağışlarını ulaştırabilmeleri için benzer isimde Almanya yasaları çerçevesinde müstakil bir dernek kuruldu. Almanya’daki Deniz Feneri isimli dernek; hukuki, organik ve tüzel anlamda müstakil. Yani Türkiye’deki derneğin ne şubesi ne temsilciliği ne de Avrupa merkezi."

Haberin Devamı

TANIŞIKLIK VAR

- İsmi aynı değil mi?

- İsmi aynı... Çünkü aynı TV programından yola çıktılar. İkisinin de Kanal 7 yönetimi ile tanışıklığı var. Kanal 7’nin güvenilir olarak gördüğü insanları teşvik etmesi, onların tavsiyesiyle kurulmuş dernekler. Almanya’daki soruşturma geçiriyor. Hukuki bir süreç işliyor.

- Soruşturma devam ediyor yani”

- Devam ediyor... Orası ayrı bir dernek olduğu için biz onlar hakkında konuşmak istemeyiz. Ama bizim onlarla ilişkimizin ne olduğu sorulduğunda şunu söylememiz lazım: Bu Almanya’daki derneğin bizim derneğimize zaman zaman bağışlar yaptığı... Çünkü Almanya’da bağış ulaştıracakları fakir yok. Oradaki bağışçılar esas itibariyle Türkiye’deki ihtiyaççılara ve dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan felaketler sonrası mağdur kalan insanlara ulaştırmak üzere bağış yapıyorlar.

HEPSİ KAYITLI

- Yani Almanya’da toplanan paralar size mi geliyor?

- Bir kısmı İçişleri Bakanlığı’nın bilgisi ve izni dahilinde bizim derneğimize bağış olarak kaydedildi ve Almanya'daki derneğe de bu bağışların hangi ailelere hangi ihtiyaç sahiplerine ulaştırıldığı belgeleriyle teslim edildi. Yani bugün Almanya’da soruşturma geçiren Deniz Feneri Derneği... Ve inanıyorum ki; bize ulaştırdığı bağışları, yardımları ilan edecektir. Çünkü hepsi kayıtlı. Hepsi banka üzerinden gelmiş. Biz inanıyoruz ki; diğer yardım ulaştırdıkları yerlere de benzer usullerle sağlam yöntemlerle bağış ulaştırmışlardır. Dolayısıyla biz genel olarak, kanaat olarak o insanların yanlış yapacağını düşünmüyoruz. Prosedür anlamında teknik eksikleri, aksamaları olduysa bilmiyoruz şu an...

- Özellikle yabancı ülkelere gönderilmek üzere yapılan ayni yardımların Kızılay Derneği aracılığıyla yapılacağına dair bir genelge var. Şimdi Almanya’dan yapılan bu yardımın size aktarılması uluslararası bir para trafiği anlamına geldiği için yasalara aykırı olmuyor mu ?

- Türkiye’deki bir dernek yakın zamana kadar, bu son dernekler yasasına kadar, yurtdışında şube açamıyordu. Ama bundan sonra artık açabilir. Yurtdışındaki bir dernek, bir sivil toplum kuruluşu Türkiye içindeki bir derneğe söylediğim yöntemlerle yani banka üzerinden bağış yapabilir. Dernekler mevzuatı bunu söylüyor. Siz gidersiniz, bağlı olduğunuz dernekler müdürlüğüne bunun her ay raporunu verirsiniz. Devlet de sizi izler. Yani verilen bağış gelmiş mi ve daha sonra siz bu bağışları nasıl kullandınız diye...

SPONSOR OLDUĞUMUZ DOĞRU

- İçişleri Bakanlığı için bastırılan dernekler yasası kitapçığına sizin sponsor olduğunuz doğru mu?

- Doğru... Dernekler, tüzüklerine aykırı olmayan konularda zaman zaman bu türden sponsorluklar yaparlar. Deniz Feneri geldiği 9-10 yıllık birikim, tecrübe sonunda Türkiye’deki çoğu yardım kuruluşu tarafından örnek gösterilen bir kuruluş. Burada yapılan güzel işlerle yanyana gelmeli. Böylece dernek olarak kendimizi daha iyi tanıtmış oluruz, diye düşünüyorum.

- Hükümetin sanki sivil toplum örgütleriyle ilişkisini siz sağlıyormuşsunuz gibi bir izlenim ediniyorum.

- Yani bizim böyle bir görevimiz yok ama şunu söyleyelim: Son dernekler yasası çıkarken Meclis’ten bize ve diğer sivil toplum kuruluşlarına yasa hazırlığı sırasında görüş soruldu. Bizde şu ana kadar edindiğimiz tecrübeden yola çıkarak... 'Yeni yasanın nasıl olmasını tavsiye edersiniz, şimdiye kadar yaşadığınız sıkıntılar ve önerilerini nelerdir taslağa ekleyin' denildi. Adını hemen hepimizin hatırlayabileceği, bütün sivil toplum kuruluşların bu taslakta katkısı alındı.

1998'DE KURULDU

- Hepsine gitti mi ?

- Tabii... Onlara sorun, söyleyeceklerdir. 'Evet, önümüze böyle bir taslak geldi, katkımızı sunduk' diyeceklerdir. Hükümet hangi partiden olursa olsun akıllıca bir şey yapılmıştır. Deniz Feneri Derneği 1998’de kuruldu ve bu hükümetten önceki hükümetle de çalıştı. Onların döneminde de güvenilir, sağlam, örnek gösterilen bir kuruluştu. Çünkü fiililiğe çok önem verdik.

- Deniz Feneri Derneği son zamanlarda gazetelere de ilan verdi. Bu ilan paraları bağışlardan mı sağlandı?

- Şimdi Derneğin kayıtlarında hesaplarında toplanan çok ciddi rakamlar var. Geniş bir bağış kitlemiz var. Bu rakamlar toplanınca da bankada bir şekilde değerlendiriliyor. Dernekler bu türden çalışmaları bazen kendi bütçesinden bazen de sponsor bularak yapar.

- Siz ne şekilde yaptınız?

- İkisini de uyguluyoruz.”

Gazalcı soruyor: Öğretmenlerin ders ve ek ders saatlerini düzenleyen mevzatTa kazanılmış haklar niye kaldırıldı?

CHP Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı "Bakanlığınız tarafından, ders ve ek ders saatlerini düzenleyen mevzuata ilişkin ciddi değişikliler yapılmış ve bir genelge yayınlanmıştır. (27.02. 2007 Gün, 11707 Sayılı 2007/19 Numaralı Genelge) Buna göre öğretmenler herhangi bir nedenle okula gelemedikleri bir günde, örneğin mazeret izni, hasta sevki aldıklarında ya da raporlu olduklarında o günkü ders saati sayısının tümü ve ona karşılık gelen hazırlık ücreti de eklenerek kesilmektedir" dedi.

Haberin Devamı

Gazalcı, bu yönetmeliğe göre şu soruları yöneltiyor:

1. Kazanılmış hakları kaldıran bu yönetmelik değişikliğine niçin gerek duyulmuştur?

2. Aldığı maaşla zaten ekonomik sıkıntı içinde yaşayan öğretmenin bu genelgeden sonra ders ücretlerindeki kaybı nedeniyle ekonomik durumu daha da kötüleşmeyecek midir?

3. Kamuoyuna yaptığınız açıklamalarda “Öğretmenlerin ekonomik durumlarında iyileştirmeler yaptığınızı” söylemenize karşın, öğretmenlerin ek ders ücretlerini kesen yönetmelik değişikliği bu söyleminizle çelişmiyor mu?

4. Ek ders ücreti olarak bir ders yılında ödenecek toplam ders saati sayısının, okulun bir ders yılındaki toplam ders saati sayısının yüzde 5’ini geçememesine ilişkin mevzuat hükmünü daha önce olduğu gibi yüzde 8’e çıkarmayı düşünüyor musunuz?

5. Sınav komisyonu üyeleri ile sınav gözcülerine ek ders ücreti ödenebilmesini, “öğrencilerin sınava girmeleri” koşuluna bağlayan mevzuat hükmünü değiştirmeyi düşünüyor musunuz?

6. Bir kişiye bir öğretim yılında 12’den fazla sınav komisyonu üyeliği, 15’den fazla sınav gözcülüğü görevleri için ücret ödenemeyeceğini kurala bağlayan mevzuat hükmünü değiştirmeyi düşünüyor musunuz?"

CHP ve sol birlikteliği üzerine tartışmalar

SOLDA güçbirliği (CHP ve DSP birlikteliği) ve bu birlikteliğe SHP'nin de ithali (hatta GP'nin de); gerek sizin yazılarınızda gerekse okurlarınızın bir bölümünün değerlendirmelerinde iyiden iyiye irdeleniyor. Fakat dikkat ediyorum; soldaki güçbirliğinin programının ne olması gerektiği üzerinde çok kimse durmuyor. Ya da bunu önemsemiyor.

Sanki mesele CHP-DSP birlikteliği ve bu birlikteliğe SHP'nin ve/veya GP'nin de dahil edilmesi...

Öncelikle Karayalçın konusunu ele alalım. Karayalçın'ın Ankara Belediye Başkanlığı dönemindeki SODEP/SHP ve CHP çizgisi ile bugünün CHP ve SHP si çok farklı noktadalar. Herşeyden önemlisi o günlerin Türkiyesi ile bugünlerin Türkiyesi arasında dağlar kadar fark vardır. Dış ilişkilerde girmiş olduğumuz angajmanlar, Türkiye'nin ekonomik yönetim merkezinin iyiden iyiye Brüksel ve Vaşington'a kayışı, kamu iktisadi teşekküllerinin nerdeyse hemen tümünün özelleştirilmesi, kapatılması, yabancılaştırılması, bankalarımızın yabancılaştırılması vs. günümüzde Türkiye’nin bir çıkış yapması için, günümüzden örnek vereceksek Güney Amerika solunun (özellikle de Chavez'in) izlediği program ve uygulamalara ihtiyaç vardır. Karayalçın burada nerededir? Karayalçın sol mudur? Ancak ABD ve AB nin yanındadır. Karayalçın'ın SHP değil miydi, 1 Mart tezkeresine olumlu bakan, Lübnan'a TSK birimlerini gönderilmesinden yana duran... Beğenmediğimiz CHP bile sağdan eleştiriler yönelten (keskin solcu edasıyla). DİSK ve 10 Aralık Hareketiyle birlikte sürdürdükleri AB'ci sol bir parti kurma arayışlarını unuttuk mu?

GP'YE GELİNCE...

GP'ye gelince, güvenilmez ve bir o kadar da hırslı bir liderliği olan bu partinin hangi düşünsel bir altyapısı vardır? Bu seçimlerde nereden geldiği belli olmayan paralar savrulmamış mıdır? Şimdi de savrulmamakta mıdır? Son seçimlerde %7'lere yakın oy alması da 2002 seçimlerinde bulanık suda balık avlamak niteliğindeydi. Bir hiç uğruna oyların bölünmesine ve AKP'nin TBMM'de üstünlük sağlamasına yol açmadı mı? GP'ye oy verenler de özellikle 1980 sonrası giderek ivmelenen alt üst olma ortamında, yurttaşlarımızın piyangocu, hazır lopcu çözümlere daha bir bel bağlar duruma gelmesindendir. Söylemleri tipik bir sol taklitçilikten (ezilenler vurgusu, sözde AB ve ABD'ye meydan okuma vs.) öte gitmemektedir. Emin olunuz ki, seçildiklerinde ya da belli bir konuma geldiklerinde en AB'ci en ABD'ci politikalar uygulayacakları bir gerçektir. İrdelendiğinde bu durum açık seçik görülür. Halk goygoyculuğuyla, şaşkınlaştırılmış yurttaşlarımızın bir bölümünden oy almak peşindedirler. Bu eğilim halen hükmünü sürdürmektedir.

MERHEM OLMAK

CHP-DSP birlikteliğinin hayırlı bir şey olmadığı da zaten SHP ve/veya GP ile adının birlikte geçmesine karşı kamuoyuna doğru dürüst bir şey söyleyememesinden bellidir. Adeta karnından konuşulmaktadır. CHP kurmaylarının ABD ve AB ile içerideki işbirlikçi kesimlere teminat üstüne teminat vermesi de gözlerden kaçmamalıdır. CHP gibi bir parti öncelikle simgesi altkıok'a bakmalıdır. Cumhuriyet Mitinglerinde taşınan bağımsızlık simgesi albayraklara, Atatürk fotoğraf ve söylevlerine bakmalıdır. Atatürk'te birleşmelidirler. Yoksa ABD ve AB icazetli bir iktidar yakalasalar bile, bu Hükümetin ömrü 1-2 sene olacaktır. ABD ve AB halkın yeniden bir hayal kırıklığına düşmesi sonrası bugünkü iktidardan çok daha beterini önümüze sürebilecektir.

Türkiye direnecek fakat ödenecek fatura daha da ağırlaşacaktır.

Sonuç olarak, sağ ya da sol ABD'den icazet alan bir birliktelik Türkiye'nin yarasına merhem olmaz. Ne acıdır ki gözümüze gözümüze sokulan birliktelikler ABD ve AB icazetli gözükmektedir. Dikkatler buralara yoğunlaştırılmaya çalışılmaktadır. Yurttaşların oyları bu birlikteliklerde havuzlanmaya çalışılmaktadır. Ama küçük diye küçümsenen bir kaç siyasi parti ya da şahsiyet bu gidişe karşı durmaya çalışmaktadır. Dilerim yurttaşlara kendilerini anlatabilirler ve gönüllerini kazanabilirler. Ülke barajı şantajına yenik düşmezler.

Hakan AYDOĞDU

Bir, iki, üç...

SHP ilgili yazınızla ilgili olarak gelen, eleştrileri yazanların ve de her konuda olduğu gibi Baykal'a yüklenenlerin tamamının da CHP'li olduğuna inanmıyorum. Bu bir... İkincisi SHP'nin de bu birliktelikte olmasını kesinlikle tasvip etmiyorum. Bu gibi çabalar CHP'de çıban başı yaratılıp CP

CHP'nin parçalanmasini şu anda yakalamış olduğu sinerjiyi azaltma amacı gütmektedir. Kaldı ki, ben DSP ile bile birlikteliğe karşıyım... Bu iki. CHP artık eski kimliğine kavuşmuştur.

Atatürkçü, laik cumhuriyetçi kimliğine CHP'yi illa sol kulvara sokmaya çalışan medyayı da çok iyi anlıyorum. Bu üç...

Alpaslan AKSOYLU

Yeni bir ses gerekli

SİYASETİN omurgası yok. Bu memlekette solcu parti yok. Herkes merkeze yığılıyor, un ufak olacaklar, hepsi bir pergelin sivri ucu için nokta olacaklar. Hepiniz niye merkeze koşuyorsunuz, orası boş değil, orada bir çok parti vardı. ANAP, DYP orada idi, merkezin hafif sağında. CHP ve DSP vardı, merkezin hafif solunda, ama beceriksiz yöneticiler sayesinde kuşa döndü bu partiler, millet birleşin dedi, ama birleşmeden önce bayağı güçlü kuvvetliydiler. Kendilerine yazık ettiler. AKP bir yanda, diğerleri bir yanda hissi veriyorlar şimdi, CHP sağcıları alıyor, AKP solcuları, peki söylem nedir, kardeşçe kucaklaşma mı, o zaman hepsi birleşip tek parti olsunlar...

Oğuzkan BÖLÜKBAŞI

SODEP'ten beri süren mücadelem

1984 yılında Üniversite son sınıf mühendislik Öğrencisiyken SODEP'e üyelik kaydımı yaptırdım. 1987 yılında HP+SODEP =SHP ile siyasete ve sosyaldemokrat mücadeleye katkı sunmaya devam ettim. 1989-1991-1994-1995-1999 seçimlerinde üyesi bulunduğum partinin yani SHP ve sonrasında CHP'nin başarısı için emek verdim, zaman ayırdım, paramı harcadım. Deyim yerinde ise gençliğimi verdim. Hiç

bir yere aday olmadan da CHP'nin iktidarının, Baykal'ın da Başbakan olması için ben ve benim gibi binlerce insan aynı mücadeleyi verdiler. 2000 yılındaki Kurultayda ise Baykal'a karşı Altan Öymen'e destek verdik. Solun ve sosyaldemokratların iktidar olmasından başka bir derdi, talebi olmayan bu

yığınca insan Baykal'a destek verilmedi diye partiden ihraç edildiler. Disipline verildiler. Bunun sonucunda ise kabul edilir olmayan bu anti-demokratik uygulamalar-çiğnenen hiçe sayılan, katledilen bu üyelik hak hukukuna karşın CHP'de siyaset yapamayacağını anlayan 50 bini aşkın üye partiden istifa etmek zorunda kaldı. (Aynı dönem Baykal'ın bunlara verdiği yanıtı ise yapılananın siyasi bir karar olduğunu, bundan asla vazgeçilmeyeceği yönünde açıklamalar yapıyor olmasıydı) Bütün bu olumsuzlukların parti yönetimince sergilendiği bir süreçte eskiden partide genel başkanlık düzeyinde görev yapmış insanların parti yönetimine bu tür anti-demokratik uygulamalardan ve üyelik kıyımından vazgeçmeleri talebinden daha doğal, daha doğru, daha gerekli ne olabilirdi acaba?

Sizin bunu bir 'muhtıra' olarak değerlendirmenizi anlamak mümkün değildir. Baykal'ın ağzıyla

yapılan bu değerlendirmeyi aynı dönemde verilmiş onca emeğe karşın partiden uzaklaştırılan bir yuttaş olarak kendime yapılmış bir haksızlık olarak gördüğüm için size yazma ihtiyacı duydum. Baykal haklı olsaydı çoktan CHP iktidar, Baykal da başbakan olmuştu.

Ancak üzülerek ifade ediyorum ki Baykal, CHP'nin başında oldukça sağdan devşirme politikacalarla CHP'yi iktidara taşıyamayacaktır. Zaten iktidar olma gibi bir iddiası da yoktur.

Doğan ÇAKMAK-İSTANBUL

(Not: Muhtıra sözünü biz etmiyoruz, o gün eski beş liderin Baykal'ı ziyaretinde verdikleri mektup, basın tarafından 'muhtıra' olarak değerlendirilmişti. Yazı dikkatlice okunduğunda bu anlaşılacaktır. Baykal'a dönük yorumunuz ise bazı çevreler tarafından dile getirilmektedir.)

Buram buram tercüme kokan nükleer yasası gayri millidir

BU satırların yazarı, yeni olarak Meclis’ten geçmiş bulunan nükleer yasa metnini okuyunca, gözlerine inanamamıştır. Çünkü, konuyu derinlemesine bilmeye, gerek yoktur; Türkçe’ye hakim herhangi bir kimse dahi, yasa metnini okur okumaz, bu metnin, bir tercüme metin olduğunu fark eder.

Yani, TBMM, son toplamda bir arzuhalci yerine konmuş, aslı dışarıda hazırlanıp önüne getirilen bir tercüme metni, skandal niteliğinde ve korkulur ki, ne olduğunu dahi fark edemeden, otomatikte, kanunlaştırmıştır.

Bu gelişme çok yönden fecidir, ürperticidir.

Nükleer sevdalısı Türkiye’de, milli bir nükleer yasa metni dahi hazırlayabilecek bir merci yoktur. Bu zaten o kadar böyledir ki, Nükleer Sevdalısı Türkiye’nin Atom Enerjisi Kurumu’nun başına yapılan tayinin, hangi müktesebat dikkate alınarak yapıldığı meçhuldür. Atom Enerjisini başında, Atom Enerjisi’nin A’sından anlamayan bir tayinin, hangi ölçütlere dayanılarak nasıl olup da yapıldığının hesabını, tayini yapanlar, vermelidirler. Bu bir.

Yasa metni, ne yazık ki, metinden buram buram anlaşıldığı şekliyle, “bizden olmayanlar” tarafından hazırlanmıştır.

AL BUNU MECLİSE GÖTÜR

Kimdir bu yasa metnini hazırlayanlar? Kimler bu yasa metnini, bizim dışımızda, yabancılara sipariş etmişlerdir? Ya da hangi yabancılar, bu yasa metnini, Hükumet’in önüne: "Al bunu, Meclisi’ne götür, oradan kanun olarak çıkart" deme cüretini gösterebilmişlerdir?

Bu yasa metni, Meclis’ten, kavranmadan mı geçirilmiştir? Onun kanunlaşması yönünde oy kullananlar, hangi iyi niyetle olursa olsun, neye oy verdiklerini bilmemekte midirler? Yani onlar, Hükumet’in memuru, Hukumet ise, şu yabancıların mı, memurudur?

Böyle yüz kızartıcı bir gelişmenin altında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin imzası nasıl bulunabilir?

Ayrıca bu yasa metninde, gayrı milli yaptırımlar vardır. Bu yasaya oy veren milletin vekilleri, eğer bu milletin kendilerine saygı duymasını istiyorlarsa, akıllarını başlarına almalı ve “tercüme” ve “gayrı milli” metinleri anlamadan, bir de otomatikte, eller yukarı eller aşağı, sürüklenmesinde, onaylamaktan şiddetle kaçınmalıdırlar.

Yoksa bilmelidirler ki, milli iradeyi temsil ediyor değil, tam tersine, milletin vekili sıfatıyla, (ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar), ne yazık ki, yabancı ve şer emelleri, acınacak bir aldanmışlık içinde, temsil etmeye sıkışıyor olmaktadırlar.

Cumhurbaşkanı bu yasayı onaylayamaz.

Şimdi gelelim, TBMM’den (dışarıda hazırlanıp, buraya tercümesi tezgahlanmış) yasa metninin kendini bariz biçimde ele veren birkaç kurgusu itibariyle, deşilmesine?

Prof. Nük. Müh. Tolga YARMAN- Okan Üniversitesi Mühendislik fakültesi

Yazarın Tüm Yazıları