Kabustan çıkışın maliyeti

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Önceki akşam Çırağan Oteli'nin bahçesinde Güneş Taner ile Deniz Baykal arasında sempatik bir konuşma geçiyor.

Konu, yapılan son zamlarla ilgili.

Deniz Baykal, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Taner'i kastederek, ‘‘O puroyu içeceğine, zamlarla uğraşsın'' demişti.

Taner, karşısında Baykal'ı görünce karşılığını veriyor:

‘‘Ben Sayın Baykal'a da puro içmeyi öğreteceğim.''

ALTAN'IN VİSKİSİ

Bu bana gençlik yıllarımdaki meşhur viski tartışmasını hatırlattı.

O yıllarda hepimiz birer Çetin Altan fanatiğiydik. Çetin Altan, TİP listesinden Meclis'e girince, Adalet Partili milletvekilleri sık sık, onun viski içişine takılırlardı.

Sosyalist bir kişinin viski içmesini, ideolojisi ile uyuşmayan davranış olarak görürlerdi.

Viski, kodamanlığın sembolü olarak kabul edilirdi.

Çetin Altan'ın bir konuşmasını hatırlıyorum:

‘‘Sosyalistler her şeyin en iyisine layıktır. Elbette viski içeceğim.''

Viski bugün artık zenginliğin sembolü olmaktan çıktı.

Baykal, haklı olarak yapılan zamların yüksekliğini eleştiriyor.

Bu konu ANAP içinde de tartışılıyor.

İki görüş çarpışıyor.

Birincisi, bu zamların zamana yedirilerek, küçük bölümler halinde yapılmasının doğru olacağını savunuyor.

Güneş Taner ise Özal ekolünden gelen bir siyasetçi. Dolayısıyla birikmiş zamların ertelenmesinden yana değil.

ALMADAN VERMEK

Gerçekçi politikaların her zaman daha etkili olduğuna inanıyor.

Önceki akşam zamlar konusunu konuşuyoruz. ‘‘Almadan vermek, sadece Allah'a mahsus bir şeydir'' diyor.

Sonra Türkiye'nin tablosunu çiziyor.

‘‘Arkamızda 11 aylık bir Refahyol hükümeti var. Bilanço ortada. Bu bilançoyu düzeltmeden bir yere gidemeyiz.''

Tabii bu zamlar hükümetin ortak kararı. Güneş Taner'in buradaki rolü, ortakları ikna etmek oldu.

Nitekim Ecevit dün yaptığı konuşmada, zamların kendilerini de çok üzdüğünü, ama birikmiş ekonomik sorunlar ve hayali bütçe karşısında gerçekçi bir politika izlemekten başka yol kalmadığını açıkça söyledi.

Hafta başında Yüksek Planlama Kurulu oluşturuldu.

Bu kurulun başkan yardımcılığı görevini Bülent Ecevit yüklendi. Yani Mesut Yılmaz'ın bulunmadığı toplantılara o başkanlık edecek.

Başbakan Yılmaz bu hükümet kurulduğu günden beri ısrarla bir şeyin altını çiziyor:

‘‘Biz popülist politikalar uygulamayacağız'' diyor.

Geçtiğimiz 30 yıla baktığımız zaman, Türkiye'nin ekonomik darboğazlara girişinin altında en önemli etkenin popülist politikalar olduğu görülüyor.

ÖZAL'IN BİTİŞİ

Özal döneminin kapanışı, 1989 seçimlerinde ANAP'ın yüzde 21'e düşüşünün yarattığı panik ile popülist politikaların uygulamaya konuluşuyla başlar.

Demirel'le birlikte 24 Ocak kararlarının mimarı olan Özal, belki de hayatında ilk defa popülist politikalara başladı.

İşçi ve memura anormal zamlar yapılırken, devletin gelir kalemlerinde büyük deliklere yol açan sübvansiyon politikalarına bu dönemde dönüldü.

Özal, Cumhurbaşkanlığı'na oturup seçim kaygısından kurtulunca, bu popülist politikaların zararını daha iyi görmeye başladı.

Dönemin başbakanı Akbulut'la Körfez Savaşı stratejisi dışındaki en büyük kavgasını da işçilere yapılacak büyük zamlara karşı çıkarak verdi.

Ama ne yazık ki bu popülist politikalara engel olamadı ve sonunda Türkiye, 1994 krizine geldi.

O kriz herkese ders olmalıydı. Nitekim Çiller'in o kadar yıllık bakanlık ve başbakanlık görevi sırasında belki de tek olumlu icraatı, bir ara popülist politikalara karşı çıkmasıydı.

Ama o da çabuk geçti ve sonunda iş Refahyol kâbusuna geldi.

EN KÖTÜ DÖNEM

Refahyol, Türk siyasi hayatına ‘‘en kötü yönetilmiş ekonomik dönem'' olarak geçecektir.

Hayali bütçeler, bol keseden verilen paralar, abur cubur siyasetler Türkiye'yi bugüne getirdi.

Sonuç önümüzde.

Türkiye artık gerçekçi bir ekonomi politikasına dönmek zorunda.

Bir süre bunun acısını çekeceğiz. Ama ne yapalım, kâbustan kurtuluşun bir fiyatı var.

Bir süre bu maliyete katlanacağız.

Yazarın Tüm Yazıları