Japonya’nın batısı

YİRMİ küsur yıl var, o sıra Tokyo’da Haiku şiirleri lisanını öğrenen ve sonradan iki oğlumun da annesi olan Fransız sevgilimle bir süre beraber kalmak için Japonya’ya gitmiştim.

Haniyse ayağımın tozuyla da gayet civcivli Şincuku Meydanı’nda ‘piyasaya çıktık’.

Müthiş kalabalık alanda adamın biri kelimenin tam anlamıyla ‘anırmaktadır’.

Hayrola! Neyin nesidir ve kimin fesidir? Deli midir, zırdeli midir, hınzır deli midir?

Refakatçim avaz haykırışın tercümesini anlattı ki, filan firmada falan memur üstlerine hakkıyla itaat etmediği ve ‘Japon ruhu’nu zedelediği için ‘aleni özeleştiri’ yapıyormuş.

Vay canına!

* * *

EVET vay canına, zira ben o sıra ‘cinnet yılları’ dehşetiyle köprüleri yeni atmıştım.

Üstelik, ‘bireyi ezme’ ayinine tekabül eden yukarıdaki cins ‘özeleştiri’nin Marksist organizmada, Kilise’nin ‘günah çıkartma’ sahtekarlığından kopya edildiğini öğrenmiştim.

Eh, madem öz itibariyle her ikisi de ‘Batı düşüncesi’nin varyantlarını oluşturuyor, o halde umuyorum ki ‘Doğu’da daha ‘özgürleştirici’ bir şeyler bulabileceğim.

Cemil Meriç’ten İbn Arabi’ye, ‘kendine dönüş’ü bunun için yutmuyor muyum?

Zaten, aşk meşk bahane, şu Japon ‘seferim’ dahi aynı arayıştan kaynaklanmıyor mu?

Programıma, Kyoto’nun zen manastırında bir hafta inzivaya çekilmeyi koymadım mı?

Oysa şu işe bakın ki, sonra sayısız tekrarına rastlayacağım gibi, daha ilk adımı attığım an karşıma, ‘üstlerine itaat etmediği’ için ‘suçluğunu’ (!) anıran bir herifçioğlu çıkıyor.

* * *

HALBUKİ, ben buraya hiç de öyle ‘boş beyin’ gelmedim.

Mişima romanlarından Kavabata ciltlerine ‘yerel edebiyatı’ sayfa sayfa devirdim.

Artı, Şogun feodalitesinden Meici modernleşmesine, Japonya’yı ‘Batılı gözlükler’le anlatan bir alay toplumsal tarih kitabını iyicene hatmettim. Daha demin uçak Alaska ikmaline indiğinde, Büyük Roland Barthes’in ‘İşaretler İmparatorluğu’nu üçüncü defa bitirdim.

Dolayısıyla, zaten bir ‘itaat felsefesi’ olan Çin Konfüçyanizminin ada versiyonuna tekabül eden Şintoizmden ötürü, ‘gelenekselcilik’in burada hayati yer tuttuğunu biliyorum.

Ama, o ‘itaat’ ve o ‘gelenek’in bu raddeye ulaşacağını asla tahayyül edememiştim.

* * *

BUNLARI bana düşündüren şey, yukarıdaki ülke Başbakanı Juniçiro Koizumi’nin yüzde atmış iki gibi ezici bir çoğunlukla pazar günü kazandığı erken seçim zaferi oldu.

Bu, ilk bakışta, ‘demokrasi’ tanımına rağmen özde ‘itaat toplumu’na eklemli bir ‘siyaset loncası’ tarafından yönetilen Japonya için ‘ileri’ bir adımmış gibi gözüküyor.

Çünkü, karizmatik ve sıradandışı kimlikli Koizumi, atmış yıldır hemen hiç aralıksız iktidarda bulunan kendi Liberal Parti’sindeki ‘eşraf’ muhalefetine rağmen başarı kazandı.

Üstelik de, o genel ‘siyaset loncası’na hem cep doldurmak, hem ‘ulûfe dağıtmak’ imkánını sağlayan PTT’nin özelleştirilmesi projesini halk kitlelerine kabul ettirtmiş oldu.

O halde, ‘iyimser’ bir yaklaşımla diyebiliriz ki, Ada’daki ‘itaat statükosu’ sarsıldı.

Ama, her yıl geleneksel kimono kuşanan aynı Koizumi, Kore ve Çin gibi mağdur ülke acılarını tınmadan, savaş suçlusu canilerin külünü de barındıran tapınağı tavafa gitmiyor mu?

Muhtemelen nükleer silah üretmek artniyeti de dahil, anti-militarizmi Anayasa’ya kayıtlı Japonya’yı tekrar‘askeri güç odağı’na dönüştürmek emeline sıcak durmuyor mu?

Bunlar hiç mi hiç hayra alamet sinyal vermiyor. Özeleştirideki sahtiliği gizleyemiyor.

Diğer bir deyişle, yirmi küsur yıl önce ve şükür ki ancak çok az bir süre için bu satırlar yazarını da cezbeden ‘Doğu toplumları’nın ‘itaat içgüdüsü’; dolayısıyla, onun rahminde kanserli bir ur olarak yaşayan totaliter ve otoriter ruhiyat, Japonya’dan silinmişe benzemiyor.

Ve Batı, kendini ‘sorgulamak itaatsizliği’ni dahi onayladığı içindir ki ‘Batı’ oluyor.
Yazarın Tüm Yazıları