İzmir’in uzaktan hoş gelir sesi


EPEYCE zamandır yazacağım, kısmet bugüne imiş... Gün geçmiyor ki, “İzmirli olup da İzmir’de yaşamayan köşe yazarlarımız”dan herhangi biri, “Ah İzmir” kokulu bir yazı yazmasın. Bir özlem bir özlem, bir methiye bir methiye, “Çiğdem, kumru, rakı–balık, roka, Alaçatı vs.” Şimdi de hamaset: “9 Eylül...”
Mülkiye’de, spekülatif doktrin fıkralarından bir tanesi, kimseleri güldürmezdi; aksine kafa karıştırırdı. “Sözde, işçi partisinin genel başkanını, tren garından uğurlamaya gelmiş işçiler, partililer. Başkan perondaki kalabalığa, vagonun basamağından, beklenen, malûm, ateşleyici konuşmasını patlatmış yine: ‘Zincirleriniz...’ demiş, ‘Başka kaybedecek neyiniz var?’ Bakmış iyi gidiyor, ‘proleterya kardeşliği’nden başlamış, ‘üretim araçlarının mülkiyetine söverek’ bitirmiş. ‘Dünya devriminin kaçınılmazlığı’nı ve propaganda seyahatinin önemini vurgulamak için de ‘Bu tren, aslında o önlenemez devrime bir yolculuktur...’ diye eklemiş. Alkıştan yıkılmış ortalık. Bu arada, ‘oyunbozan’ işçilerden biri, başlamış bağırmaya; ‘Hepsi iyi hoş da, sen neden birinci mevki vagonda gidiyorsun? Hem de yataklı... Camlar taze ekmek kokusundan buğulanmış, içeride şampanya servis ediyorlar, yanında havyar vardı; gördüm... Bizim paramızla sen ne haltlar karıştırıyorsun? Nerede kaldı kardeşliğimiz? Hani biz yokluğu paylaşıyorduk? İn o vagondan aşağıya... Üçüncü mevkide git!’ Önce şaşkınlığı yelpazeleyen kısa bir sessizlik yaşanmış. Ardından gök gürültüsü kıvamında bir protesto. Peronda dalgalanan kızgın bir insan denizi... Başkan elini kaldırmış. ‘Susun’ demiş, ‘Dinleyin...’ Bir basamak daha çıkıp, yüzünü işçilere dönmüş. Sükûnet ve iddiasından hiçbir şey kaybetmeden, gür, heyecanlı ama kendinden emin bir sesle, ‘Madem ki bir soru sordunuz. Cevabını dinleyin...’ demiş. Herkes yanındaki susturmuş. Kısa bir süre sonra ortalık sütliman... Başkan, bakmış ki kıvama geldi işçiler, ‘Ben’ demiş, ‘Bu yola baş koydum. Devrim sabahına uyanmak için ömrümü verdim. Benim işim, bu vagondan inip yanınıza gelmek değildir. Benim mücadelem, sizi bu vagona çıkartmak içindir...’ İşçiler ardından saf saf el sallamışlar mecburen.”
Kitlesel yanılsamayı resmeden bu müthiş “yakıştırma”, yıllarca siyasetçilerin ve sendikacıların, ”davulun sesini uzaktan tarif eden” halleri için anlatıldı. Bu mesleklere, bugün köşe yazarlarının da katıldığını gözlemlemek ve bu yolla fıkranın güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş olduğunu görmek, ister istemez, “eyvah sokağı”nın ironik kavşağına çıkıyor. “Uzaktan İzmirliler”i bu köşeye taşımamı iki şey tetikledi. Birincisi yerel seçimlerin takviminde yapılan değişiklik. İkincisi Fatih Çekirge’nin Ana Muhalefet Partisi’ni, İzmir gündemi üzerinden silkeleyen, cesur son birkaç yazısı. Yıllardır aynı şeyi yazıyorum. Günlük yaşantısı, “çiğdem, kumru, rakı–balık, roka, Alaçatı”dan ibaret olmayan İzmir’i ve İzmirliyi, “sen bana mecbursun” siyasetiyle “cepte keklik” sananları uyandırmaya çalışıyorum. Bu arada, uzaktan “gaz veren” dostlarımızın, bu amansız sevgiye rağmen, neden gelip İzmir’de yaşamadıklarını da merak etmiyor değilim. “İstanbul‘dan İzmir yazmanın dayanılmaz hafifliği”ne mi kapıldılar yoksa? İzmir’i romantik bir hamaset malzemesi yapmak, “hariçten gazel okumak” olmuyor mu biraz? Anladım... Sizin işiniz, “O şehirdeki rahatınızdan vazgeçip yanımıza gelmek değildir. Sizin mücadeleniz, bizi yükseltmek, bizi o vagona çıkartmak içindir. İzmir’in uzaktan hoş gelir sesi” diyorsunuz yani. Haydi hep birlikte o zaman: “Seni uzaktan sevmeeek, aşkların en güüzeli/Alıştım hasretine, gel desen gelemem ki...”
Yazarın Tüm Yazıları