İzleri kalmayan hayalet okullar

İkinci Meşrutiyet sonrasında, Türkiye'de özel okul sayısında bir patlama yaşandı. Batı tarzı eğitim vermeye çalışan bu okulların en büyük sıkıntıları, kendilerine ait binaları olmamasıydı. O senelerin gözde okulları sayılan 'Hadika-i Hidayet' ve 'Numune-i Fazilet Mektepleri' bu hayalet okulların sadece ikisiydi.

Osmanlı İmparatorluğu'nda 18. yüzyılın sonlarında başlayan batılılaşma çabaları, her alanda olduğu gibi, eğitimde de batılılaşma konusunu gündeme getirdi.

Batılı anlamda olmasına karar verilen ilk eğitim kurumları askeri mekteplerdi, zira ordunun yenilenmesi gerektiğine inanılıyor ama Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasına cesaret edilemiyor ve reformun yeni okullarla yapılmasına çaba gösteriliyordu.

Bu doğrultuda açılan ilk okullar Mühendishane-i Bahri-i Humayun, Mühendishane-i Berri-i Humayun, Mekteb-i Ulum-ı Harbiye ve benzerleriydi. İmparatorluk sınırları dahilindeki ilk sivil okulların açılması için ise 65 yıl daha beklemek gerekecekti. Bu öncü okullar kuruldukları dönemde istenen sonucu veremediler ama eğitimin hangi düzeyde olması gerektiği konusunda bir fikir edinilmesini sağladılar.

'Türk Maarif Tarihi' adındaki büyük eserin yazarı olan Osman Nuri Ergin, sivil okulların beklenen başarıyı yakalayamamasını 'bina sahibi olamamalarına' bağlayacaktı: 'Türkiye'de kurulan müesseselerin yaşayabilmesi için herşeyden önce bir binaya sahip olmaları gereklidir. Askeri okullar varlıklarını ve sürekliliklerini buna borçludur. Sivil okullarsa derme çatma binalarda, ahşap konaklarda yerleşmeleri neticesinde askeri eğitim veren kurumlardan yarım asır geri kalmış ve süreklilik sağlayamamışlardır'

Tanzimat döneminde özel okul sayısında bir artış oldu ve bu okullara azınlıklar tarafından açılan eğitim kurumları da katıldı. Ancak, gerek maddi yokluklar ve bina sıkıntısı, gerekse de dönemin siyasi koşulları dolayısıyla bu okullar önce el değiştirdi, sonra da ardarda kapandı.

Bugün, haklarında hiçbir bilgi bulunmayan ve ortak özellikleri tumturaklı isimleri olan eski özel okulların sayısı bir hayli fazladır ve 'Hadika-i Hidayet' ile 'Numune-i Fazilet Mektepleri' bunların sadece ikisidir. Topkapı'da, Tramvay Caddesi üzerinde sekiz dönümlük bir bahçe içerisinde bulunan ahşap bir konakta eğitim veren Hadika-i Hidayet Mektebi'ni, 1911'de Mehmed Salih Bey kurdu. 120 öğrencisi olan okul altı yıllıktı ve edebiyat, okuma, Kur'an, güzel yazı, müzik ve Fransızca öğretiliyordu. Bugünkü öğrenci servislerinin yerine 'bevvap' denen kapıcılar vardı. Bevvap öğrencileri evlerinden alıp okula getiriyor, dersler bittikten sonra yeniden evlerine dağıtıyordu. Okulun yıllık ücreti 18 ile 20 altın arasındaydı.

Hadika-i Hidayet Mektebi'nin binasını, daha sonra Topkapı Fukaraperver Cemiyeti'nin kurucularından olan Doktor Nasır Şevki Bey satın aldı ve yıktırıp yerine bir villa yaptırdı.

Bugün hakkında bir kayıt bulunmayan ikinci okul ise, Hadika-i Hidayet Mektebi'nden maddi bir anlaşmazlık yüzünden ayrılan edebiyat hocası Nevzat Bey'in 1917'de kurduğu 'Numune-i Fazilet Mektebi' idi. Şehremini'nde, Küçük Saray Meydanı'na bakan bir konakta eğitim veriyordu. Ders programı Hadika-i Hidayet ile aynıydı. Okul müdürünün yakın ahbabı olan Yenikapı Mevlevihanesi'nin şeyhi Abdülbaki Dede ile dönemin ünlü din bilgini Yusuf Efendi Kur'an, Abdülbaki Dede'nin oğlu ve sonraların meşhur müzisyeni Gavsi Baykara ise müzik dersi veriyorlardı. 15 yıla yakın bir süre eğitime devam eden okul 1920'lerin sonunda kapandı. Binası ise 1950'lerin başında yıktırıldı ve yerini apartmanlar aldı.

Bu okulların öğrencilerinden bugün hayatta olanlar, şimdi 90 yaşını çoktan geride bırakmış olmalılar... Ben, bu öğrencilerden şimdi hayatta bulunanlardan sadece bir kişiyi, Sadberk Hanım'ı biliyorum ve hayatta olan diğer öğrencilere de daha uzun bir ömür temenni ediyorum.

Abdülbaki Hoca'nın Kur'an yorumu


En doğru adalet, áhiretteki tartıdır


'O gün tartı olacak, gerçektir bu. Kimlerin iyi amelleri, terazide ağır gelirse onlardır kurtulanlar, muradlarına erenler. Kimlerin hafif gelirse onlardır áyetlerimizi inkár ederek zulmettiklerinden kendilerine yazık edenler' (A'ráf suresi, 8.-9. áyetler)

Tartıdan maksat, áhiretteki tam adalettir. Mücáhid, Dahhak ve Belhi bu kavli kabul etmişlerdir. İbn-i Abbas, Hasen ve diğerleri, Tanrı'nın bir dili, iki kefesi olan bir terazi kurduracağını ve bu terazide kulların iyilikleriyle kötülüklerinin tartılacağını söylemişlerdir. Tartının keyfiyetinde ihtiláf vardır. 'Yapılan işler árazdır, yani kendiliklerinden meydana gelmeyen ve ancak bir cevherle kaim olan ve bir zaman içinde vücuda gelip geçen şeylerdir. Bu bakımdan onların ne ağırlığı vardır ne de tekrar meydana gelebilir' diyenler olduğu gibi 'Amellerin yazılı olduğu sahifeler tartılacaktır, yahut iyi ameller güzel suretlerde, kötüler çirkin suretlerde zuhur edip tartılacaktır' diyenler de olmuştur. 'Tartıdan maksat inananın, Tanrı katındaki kadrinin, inanmayanın da aşağılığının meydana çıkmasıdır' diyenler de bulunmuştur.


Reşad Ekrem'le HOŞ SOHBETLER


Şemsiye Modası

Onsekizinci asır sonlarında İstanbul gençleri arasında bir şemsiye modası çıkmıştı. Rengárenk ipek püsküllü şemsiyeler, pırpırı kıyafet, yalın ayaklı gençlerin elinde bile görülürdü. Kibar küçük beyler külhani levend esvapları giyerler, at üstünde şemsiye açarak dolaşırlardı. Mizah şairleri de bunlara şarkılar ve gazellerle takılırlar, alay ederlerdi.
Yazarın Tüm Yazıları