İtidal zamanı

DİYELİM ki hepsi doğru, dış güçler, faiz lobisi, yabancı TV’ler, yerli sermaye sahipleri el ele verdiler...

Haberin Devamı

Hatta “CIA’nın Sırbistan’daki bir örgütü” bile işe karışmış! Dahası, “Zello” ve “Twitter” gibi sosyal paylaşım sitelerinin de “gizli örgüt” olduğunu manşetlerde okuduk! Hadi buna da “peki” diyelim.
Fakat bu komplo teorilerinin cevapsız bıraktığı iki soru var:
Hayatında hiç politik eyleme katılmamış muhalif kitleler niye sokağa döküldü?
Hükümet ‘kriz yönetimi’ni doğru yaptı mı?
İlk soru, iktidarın, illegal örgütler dışındaki büyük kitlelere “sosyoloji” gözüyle bakmasını gerektirir: Bu kitleler neden bu kadar tedirgin?..
İkinci soru iktidarın “özeleştiri” yapıp yapmayacağıyla ilgilidir.

SOSYOLOJİ GÖZÜYLE

Gezi olaylarında geniş kitlelerin eyleme katılmasına “komplocu” değil, “sosyolojik” gözle bakılması gerektiği ve kitlelerin bastırılma duygusuyla sokağa çıktığı belirtiliyor ya... Bugün gazetesi yazarı muhafazakâr Ahmet Taşgetiren Başbakan’a itidal tavsiye eden yazılarında, “AKP mitinglerine katılan milyonların sosyolojisi yok mu?” diye soruyor.
Elbette var; benim 28 Şubat’ın karanlık günlerinde Çevik Bir’e karşı savunduğum “sosyoloji”dir bu: Tek Parti devrinden beri kendisini “öz vatanında parya” ya da Başbakan’ın deyişiyle “zenci” hisseden geniş kitlelerin sosyolojisi. Bu insanlar artık okuyorlar, iş hayatına atılıyorlar, özgürlük bilinci gelişiyor, “devlet bana karışmasın!” diyorlar. Bu bir modernleşmedir, bu bir demokrasi hareketidir... Çevik Bir’e böyle anlatmıştım.
Madem “sosyoloji” önemseniyor, şimdi de muhafazakâr iktidar şiddetten uzak duran protestocu kitlelere sosyoloji gözüyle bakmalı; onları anlamaya çalışmalıdır.

KRİZ YÖNETİMİ

Gezi Parkı’yla simgelenen protesto hareketleri üzerine Başbakan iki miting yaptı. Gerçekten milyonlar meydanları doldurdu; çünkü seçtikleri iktidara karşı “iç ve dış güçler”in tuzak kurduğunu, “Menderes’i asanların, Özal’ı zehirleyenlerin” şimdi de Erdoğan’ı “yemek” istedikleri duygusuna kapıldılar.
Erdoğan öteden beri bütün konuşmalarında muhafazakâr kitlelerde bu bilinçaltına sesleniyor, bu endişeleri sürekli diri tutuyor.
Muhalif kitlelerdeki kaygıları giderme konusunda ise dikkat göstermiyor. Uzun bir listeye gerek yok; Topçu Kışlası için Mahkeme 31 Mayıs akşamı yürütmeyi durdurma kararı verdi. 2 Haziran’da Arınç bu kararı “doğru ve isabetli bulduğunu” açıkladı; olaylar yatışır gibi oldu... Fakat Başbakan aynı akşam Topçu Kışlası’nı yapmaya kararlı olduğunu tekrarladı, olaylar tırmandı. Başbakan tâ 14 Haziran akşamı, “Yargının kararını bekleyeceğiz” diye konuştu; olaylar yatışmaya başladı.
Bu iyi bir kriz yönetimi mi? Özeleştiri gerekmiyor mu?

Tansiyonu düşürmek

Muhafazakâr ve muhalif tabanlardaki kaygıları yansıtan bu “sosyolojik” tablo sebebiyledir ki, Başbakan’ın elindeki gücü nasıl kullanacağı konusu hayati derece önemlidir: Muhalif kitlelerde “baskı” psikolojisi, muhafazakâr kesimlerde “komplo” algısı tırmanırsa, Türkiye nereye gider?!
Öyle bir toplum “yönetilebilir” bir toplum olur mu?
Halbuki Erdoğan son derece güçlüdür; AKP tabanı müsterih olmalıdır. Güçlü Erdoğan, muhalif tabandaki kaygıları da gidermelidir. Gezi Parkı örneğinde de gördük, “aşırı güç” algısı, toplumsal olayları “bastırmak” yerine kışkırtıcı olabiliyor.
Çağımızda bir ülkenin sağlıklı yönetilebilmesi için siyasi gücün kitlelerdeki tansiyonu düşürmeye, kaygıları gidermeye öncelik vermesi gerekiyor. İktidar için de protestocular için de güç gösterisi değil, itidal ve uzlaşma zamanı çoktan geldi.

Yazarın Tüm Yazıları