İşte Ciguli Ahmet

Güncelleme Tarihi:

İşte Ciguli Ahmet
Oluşturulma Tarihi: Haziran 11, 1999 00:00

Haberin Devamı

Türkiye bu adamı konuşuyor:

Türkiye bu adamı konuşuyor. Radyolarda ‘‘Binnaz’’, TV kanallarında ‘‘Yapma Bana Numara’’ diye seslenen kısa boylu, fötr şapkalı, fıldır fıldır gözlü, dişlek sempatik bir adam. O adam Bulgaristan'ın Haskova kentinden gelen ‘‘Ciguli’’ Ahmet.

Ciguli önce Roman'lık konusuna açıklık getirmek istedi, ilk kez gülmeden.

‘‘Yok hocam, Roman ne demek, ben burada duydum bu sözleri. Gerçekleri konuşalım, ben Roman değilim, Romanca iki laf bilmiyorum. Annem babam müslüman Türk, adları, yerleri belli Haskova'da. Biz beş kardeşiz, ağabeyim İbrahim kalpten rahmetli oldu. Babam Hüseyin rahmetli Haskova'da hamaldı. Annem de fabrikalarda süpürgecilik yapardı, ağır işlerde çalışırdı. Ben küçükten beri düğünlerde kazandığım paralarla kardeşlerimi okuttum, çok yardım ettim onlara. Bulgarlar zorla adımızı değiştirdiklerinde bana Ahmet yerine Angel Yordanov Popov adını verdiler. Ama artık yok böyle şey, herkes istediği adı alır. Haskova'da beni Ahmet diye kimse bilmez, Ciguli dersen bebek bile benim eve getirir seni. İlkokul 7. sınıfa kadar okuyabildim. Ben Bulgarca yazarım, Türkçe okurum hocam. Türkçe yazmam, okumam yok. Ne yapalım, okutmadılar o zamanlar bize Bulgarlar Türkçeyi, yoktu Türk mektepleri. Jivkov bize yasaklamıştı Türkçe konuşmayı bile, çok çektik Yener ağabey.’’

PARASIZLIK GÜNLERİ

Haskova'daki çocukluk günleri Ahmet için unutulacak gibi değil. Belki de ona hayat veren bir kaynak.

‘‘11 yaşında düğünlere giderdim Haskova'dan Sofya'ya. Akordeonu çok severdim, hasta oldum, çok ağladım nineme hocam. O zaman 5 Levaya aldım bu gördüğün Alman malı akordeonu, büyük paraydı. O zaman adamlar fabrikada günlük bir levaya çalışırlardı. Biz beş kardeştik, annem babam bize para yetiştiremezlerdi, çok fakirdik be hocam, anlıyon mu? Rahmetli oldu babam, ben 15 yaşında oldum, yok kim artık baksın aileyi? Bir kişi annem çalışıyor, para yetmezdi ki. Onun için ben düğünlere gider oldum. Su içemeyecek, yemek yemeyecek parasız günler oldu. Ama hocam ben yine böyle şendim yani. Sonra elektrikten kulübem yandı, çoluk çocuk dışarda kaldık. Onlar ağlarlardı, ben gülerdim hocam. Sonra başladık kiradan kiraya gezmeye. Ben düğünlerden 20 leva falan kazanırdım. Haskova'dan geçen Türk otobüslerinin, TIR'larının yanına gidip kaset isterdim onlardan. İbrahim Tatlıses'e, Ferdi Tayfur'a tutkunum çocukluğumdan beri. Çocuklarımın adını bile onlarınkenden koydum. İbrahim şimdi 21 yaşında, Ferdi 19 yaşında. Ben 17 yaşında evlendim hocam. Evlendiğim kız bizim kasabadan Türk kızı Ayten. Ayten 15 sene tütün fabrikasında, çimento fabrikasında çalıştı, şimdi evde oturur.’’

KAVUN, KARPUZ ÖZLEMİ

İstanbul’a gelmesi de başlıbaşına bir roman aslında. İşkembe çorbası içerken, karpuz yerken Ciguli'yi hatırlayın.

‘‘Bize eskiden vermezlerdi pasaport, ben 90 senesinin onuncu ayında pasaportu çıkardım, rahmetli ağabeyim İbrahim'le beraber otobüsle doğru İstanbul'a. Kapıkule'de önce Bulgar gümrükçülerine çaldım akordeonu. Bana ‘Angel çok yaşa, bravo' diye bağırdılar. Sonra bizim gümrükçü abilerime çaldım, çok sevdiler beni. ‘Ciguli sen büyük iş yaparsın, Kumkapı'ya git' dediler bana. Otobüs Edirnekapı'ya getirdi bizi. Türkiye'yi İstanbul'u anlatırlardı ama ben hiç görmemişim. Allah, Allah ne gündü be hocam. O gece otelde kaldık hocam, su var, banyo var, yumuşak yatak var. Yanımızda 100 bin Türk lirası var. Bir de çanak, çömlek de getirmiştik, tornavida, kaşkaval peyniri falan. Sattık onları pazarda, aldık birkaç para sevindik yani ağabeyimle hocam. İstanbul'da ilk gece hemen beni götürdüler bir düğüne. Bana o gece 50 bin lira verdiler Aman hocam, nasıl sevindik biliyon mu yani? Burada kazandığım ilk parayla ağabeyimle beraber gidip ikişer tabak işkembe çorbası içtik Kumkapı'da. Bir de kavun, karpuz çok yedim. Biz oralarda göremezdik, tadamazdık, yoktu paramız ki, çok fakirdik be hocam. Evin bahçesine ihtiyarlar domates, biber ekerlerdi onları yerdik.’’

Sonra ver elini Kumkapı. Kolayından yedirirler mi insana bir dilim ekmek.

‘‘Kumkapı'da gittim bir kahvehaneye, orada müzisyenler de var. Ben gerçekleri severim hocam, üstüm başım yok, her yanım yırtık, öyle bir gariplik. Yırtık pabuçlar ayağımda, çoraplar dersen ona keza. Güldüler bana, aldılar beni öyle makara yerine. Öyle gücendim ama garibim be hocam, ne diyeceğim? Kimileri güldü, kimileri itti beni sandalyeden. Neyse içtim bir çay, kendime geldim, ısındım. Onlara akordeon çaldım, sonunda bana dediler ‘Biz bunun yanında çalgı çalamayız', gerçekleri konuşuyorum hocam. Ben müziği kendi kendimden öğrendim. Parmak parmak tuşlara basarak öğrendim notaları. Tam notam yok ama az çok biliyorum. Sonra bana ilk olarak Üçler Restoran iş verdi, orada sekiz yıl çalıştım.‘‘Ben Hint filmlerini çok severdim, çok bakardım. Hintleri de çok seviyom. Hocam ‘Avare'yi çok severim, Raj Kapoor'u öyle. İnce sesleri çıkarmasını o filmdeki kadından öğrendim. Bir anda iki ses çıkartıyom, bu da çok zor bir şey, çok imkansız yani. Her lisanda söylerim Romence, Rumca, Hintçe.’’

Dokuz yıl önce Türkiye'ye gelen ‘‘Ciguli’’ Ahmet o günden bu yana Kumkapı'da akordeon çalıyor. ‘‘Ciguli’’ otuz yıl önce çok ünlü olan bir Rus otomobilinin adı. Devrin iyi kaçan, hızlı araçlarından biri. Haskova'da taktıkları bu takma adı burada sürdürüyor Ahmet.



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!