İşte bunu desteklerim

PAZARTESİ günkü yazımdan sonra aldığım mail ve telefonların bir bölümü, şöyle bir önyargıya kilitlenmişti: “Peki peki anladık da, şimdi sen İzmir’i sevmekte misin, yoksa İzmir’e saymakta mısın tam belli değil?”

Haberin Devamı

Bazı dostlar, saymakta oluşumu sevmekte oluşuma bağlamakta açıkca zorlanmışlardı. Oysa, aynı gün, aynı sayfaları paylaştığımız Banu Şen, Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan ile birlikte olduğu röportajında, sitemimin nasıl anlaşılması gerektiğini açıklıyordu sanki. “Butik müzecilik” kavramının bir kente kazandırabilecekleri irdelenmişti; “Oyun ve Oyuncak Müzesi’nden Mask Müzesi’ne, Bilim Müzesi’ne kadar” alınan mesafe dile getirilmişti. “Kadın Müzesi”nin de müjdesi verilmişti yazıda. Biraz daha geriye gidelim...

Yine Hürriyet Ege yazarı dostumuz Sıtkı Şükürer ise, 27 Kasım 2011 tarihli ve “Koleksiyonerler Mahallesi” başlıklı yazısına, “büyük güzellik, küçük güzelliklerin toplamından ibarettir” diye başlıyordu. Bir kentin karakterine güç veren unsurlar sayıldıktan sonra da asıl öldürücü cümle geliyordu: “(kentler) cazibe odaklarının sayısı ile değerlendirilir...” Şükürer yazısına, “İzmir bireyselleşmenin lezzetlendirilmiş hali olan ‘hobilerin’ derin yaşandığı bir yerdir” diyerek, (ağzını korkak alıştırmaya hiç tenezzül etmediği halde) hemşehrilerimizin moralini hoş ve yüksek tutacak hafif bir abartıyla devam etmiş ve finalde, bakanları değil, ama görenleri heyecanlandıran bir fikri, özellikle vitrindeki yerel yöneticilerimizin kucağına bırakıvermişti; “yüzümüzü çekim gücü olan butik işlere dönelim...” iki yazıyı da arşivden tekrar okumanızı öneririm.

Haberin Devamı

Kent kimliği adına, birbirini tamamlayan satırlardan çıkan ortak anafikir şöyle özetlenebilir: “Fark yaratmak, farkındalık yaratmadan başarılmaz.  Kentler ‘genel kabul görmüş diye sıradan taklitler”le referans olamazlar; aksine ‘gibi’ olarak çürür giderler. Alkışlanacak başarı öyküleri, her zaman ‘büyük, en, kocaman, yüksek...’ ve benzeri sıfatlarla yazılmaz. Çünkü, “büyük güzellik, küçük güzelliklerin toplamından ibarettir”. Bu çağın küçük güzellikleri, “butik” yaklaşımlardır. Lokantada öyledir, otelde öyledir, sinemada, tiyatroda, kafede, barda öyledir. Okuduklarımı gördüklerimle birleştirince öyle anlaşılıyor ki, müzecilikte de durum pek farklı değil.

Haberin Devamı

Şimdi birlikte düşünelim; İzmir’e (diğer her şeyi yok varsayarak) sadece müzelerini gezmek için gelecek meraklıları hayal edelim. Meselâ bir günde bitiremeyecek kadar çok butik müzemiz olsa. Dolmakalem Müzesi,  Zeytinyağı Müzesi, Şiir Müzesi, Nota Müzesi, (eski takıntım) İzmir Mevlevihânesi Müzesi... İnce ince düşünülünce neler neler bulup çıkartılır. Bir kısmı İzmir’in yerel değerleriyle beslense, bir kısmı ulusal hattâ evrensel ölçeğe yelken açsa. Birkaç gün ağırlasak gelenleri. Özel turlar düzenlense. “Koleksiyonerler Mahallesi” gibi mahallelerimiz olsa; “Müzisyenler Mahallesi” örneğin... Demem odur ki, farklı şeyler düşünenleri ve yapanları, aykırılıkları, cesaretleri ve girişim becerileri için eleştirmekten vazgeçmeliyiz. Alınganlık da statükoculuk da kimseye bir şey kazandırmıyor. Haklı olmaya mesai sarfettiğimiz kadar mutlu olmaya vakit ayırsak, iki yakamız daha kolay bir araya gelecek.  Bırakın düşünenler düşünsünler. Yazanlar yazsınlar. Yapanlar da yapsınlar. Aramızdan, “kentin önünü açanların da kapatanların sonunu görecek kadar yaşayanlar” çıkacaktır nasıl olsa. Sizin bu satırları gazetede okuduğunuz saatlerde, “Neş’e ve Karikatür Müzesi” açılıyor olacak; heyecanla destekliyor, sevinçle kutluyorum. Ne yazık ki, ben açılışı kaçıracağım. İki sebeple: Birincisi bugün İzmir dışındayım. İkincisi çok da önemli değil...

Yazarın Tüm Yazıları