İstanbul’un altın çağı

Bütün Pelin Batu fanatikleri gibi kabullenmekte zorlansam da, Murat Bardakçı haklıydı: Şehrin son on yılda ne kadar zenginleştiğinin farkında mısınız?

Hadi şöyle sorayım:
Her ay bir yenisi açılan bu kadar çok dev alışveriş kompleksini başka hangi Avrupa şehrinde gördünüz?
Yaz aylarıyla birlikte coşan eğlence hayatı ve havai fişekler lale devrini hatırlatmıyor mu?
Bunda sahiden de bir tuhaflık yok mu?
Kendi payıma, durumu sadece ıstanbul’un tek başına Yunanistan’dan daha kalabalık olmasıyla açıklayamıyorum.
Evet, kapitalizmin adaletsizliği yüzünden milyonlarca yoksul insan var, varoşlarda doğan çocuklar Boğaz’ı hiç göremeden gelinlik yaşa geliyorlar, insanlar çaresizlikten organlarını satıyor ama öte yandan yakın geçmişin fakir semtleri bile emlak piyasasının gözdesi olmuş durumda (inanmazsanız Çekmeköy’e bir uğrayın).
Konser için gelen dünyaca ünlü isimleri, tarihi yarımadanın tam karşısında ikinci bir silüet oluşturan gökdelenleri sayamaz olduk.
Arap yatırımcılar, Rus fahişeler, ıngiliz reklamcılar, Afrikalı futbolcular ve Amerikalı uyuşturucu kaçakçıları geleceği burada arıyor.
Ben bunu şuna bağlıyorum:
Yeni yüzyılda fikir değiştirip gözünü eski Osmanlı hinterland’ına diken Türkiye, bir şekilde başarılı oldu. Günümüzde şehirden her gün milyonlaca temiz ve kirli dolar geçiyor.
Bu da ıstanbul’u özellikle Türk dizileriyle hipnotize olmuş yabancılar için cazibe merkezi haline getiriyor.
Biz “Ah, nerede o eski ıstanbul” diye dertlenirken ıstanbul büyük bir açgözlülükle, yepyeni ihtiraslara yelken açıyor.
Sonuçta bittiğini sandığımız şehir belki de üç bin yıllık tarihinin en parlak günlerini yaşıyor.
Söylediklerimin kulağa garip geldiğini biliyorum ama bir gün gelecek bana hak vereceksiniz, demedi demeyin.

Kelebek’teki sosyalist

Çarşamba gecesini şanıma yakışacak kadar romantik bir şekilde, Kaan Sezyum (yazar ve müzisyen) ve Sedat Kapanoğlu (internet fenomeni Ekşi Sözlük’ün kurucusu) ile geçirdim. NTV’deki “Günlerin Getirdiği” programındaydık, konumuzsa tabii ki Ekşi Sözlük’tü.
Nasıl oldu bilmiyorum, birden kendimi sözlüğü cansiperane bir şekilde savunurken buldum. Hakkı Devrim’in şaşkın bakışları karşısında ifade özgürlüğüne dair sloganvari şeyler söyledim. Cümlelerim Doğuş Otomotiv semalarında coşkuyla dalgalandılar. Program bittiğinde internet yazarı arkadaşlarımdan tebrik telefonları aldım. Kapının önünde otuz kadar Porsche bekliyordu ama hiçbiri benim için değildi.
Daha düne kadar Cumhuriyet’in magazinsel yazarıydım, Kelebek’teki sosyaliste mi dönüşüyorum?

Kalpler ve sivri topuklar

Sivri topuklu kadınlar, insanın kalbine basa basa yürürler. Bu nedenle kalplerimizde kapanmayan yara izleri vardır. Sivri bir topuk kalbimize gömüldüğünde biliriz ki bunun suçlusu ne onun sahibi ne de bizizdir. Bütün kabahat topukların o kadar güzel, kalbimizinse yumuşak olmasındadır.
Ama sanmayın ki tersi daha iyi olurdu: O zaman da yumuşacık topuklar caddeleri okşarken biz erkekler bileylenmiş kalplerimizle yenilmezleri oynardık. Kadınlar üzerine basmaya cesaret edemedikleri için kalplerimiz her daim yeni ve kullanılmamış kalırdı. Yalnızlığın hastalıklı şimdisinde yaralanmayı özleyerek, debelenir dururduk. Bu yüzden Louboutin söylediğinde sonuna kadar haklı: “Yüksek topuk, incecik bilek.”

İncir Çekirdeği

Kafka’nın “üzülme, her şey düzelecek” diyen arkadaşına verdiği cevap gibisi var mı: “Her şey düzgün zaten.”
Yazarın Tüm Yazıları