İstanbul Türkçesi

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Ortaokulun ilk yıllarından itibaren Türkçe öğretmenlerimiz "İstanbul Türkçesi" diye bir şeyden söz eder dururlardı. Ben taşralı olduğum için, bunun ne demek olduğunu yatılı okuldaki İstanbullu arkadaşlarımdan daha iyi anlardım. O güzel ağız, o şairin deyimiyle "haddeden geçip süzülmüş" Türkçe'nin keyfini iyice çıkartmaya çalışırdım. Hele İstanbullu hanımefendilerin Türkçe'yi konuşuşlarındaki zarafeti hiç unutamam.

Bütün bunları anlatırken niye geçmiş zaman kipi kullandığmı merak edenler olabilir. En azından ben yıllardır bu Türkçe'yi pek duyamaz oldum. Türkçe'yi düzgün kullananlar büsbütün yok demiyorum. Sadece o musiki, bir başka şairin, "musiki, her şeyden önce musiki" diye kendini parçaladığı o müzikalite artık İstanbul'un semalarını terk etmişe benziyor.

Ama Türkçe'nin makus talihi sadece bu musikiyi, İstanbul ağzına ait bu güzelliği yitirmiş olmasıyla sınırlı değil. Biz giderek anamızın dilini de kaybetmekteyiz. Bir kerecik olsun çevrenizdeki İngilizce konuşma merakının yaygınlığına bakın, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Bunu İngilizce'nin yaygınlığı, ya da daha teknik bir deyişle, "lingua franca" olmasıyla da izah edebilmek çok güç. Zaten İngilizce konuşmaya merak, İngilizce bilgisiyle ters orantılı.

İnsanı kahreden kelimelerin sözlüklerin sararan sayfaları içinde yitip gitmesi asla değil. Kahredeci olan asıl Türkçe’nin sözdiziminin bozulması, gramerinin hiçe sayılıp ayaklar altına alınması, Türkçe'nin bir "ortak değerimiz" olmaktan çıkıp gitmesi.

Bütün bunları geçen hafta, iptal edemediğim bir randevum yüzünden kaçırdığım bir kurultay dolayısıyla yazıyorum. Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörü, sayın Prof. Dr. Ayhan Alkış'ın önayak olduğu "Türkçe'nin Zenginleştirilmesi Kurultayı"na katılamadığım için kendi adıma üzülüyorum. Ama kurultayın vaadedilen bildirilerini içeren kitabı edinmek için de bir o kadar sabırsızlanmaktayım. Üstelik bu arada, bir üniversitemizin dilimize karşı gösterdiği bu kadirşinaslığı da övgüyle anmak istiyorum.

İstanbul Türkçesi'ni giderek yitiriyoruz. Bari Türkçe'nin geride kalanını koruyalım.

Mimarlar Odası’ndan cevap

Mimarlar Odası Genel Başkanı sayın Oktay Ekinci bir mektup yollamış. Zarif bir davranışla da bunu el yazısıyla yazmış. Hani o mimarlara özgü güzel kaligrafiyle.

Oktay Ekinci ay başında yaptığım bir açık çağrıya alınmış görünüyor. Daha doğrusu, o çağrıdaki üslubuma kızmış besbelli.

Mektubunda, "Körfez Depremi sonuçları konusunda ise, sorumluluğu olan mimarlar hakkında soruşturma başlatmamıza ilişkin 24 Ağustos 1999 tarih ve 23 numaralı Merkez Yönetim Kurulu toplantımızda aldığımız karar örneğini ilişikte size de iletiyorum" diyor.

Sayın Ekinci'nin bir dileği de, bu kararı yayınlayarak depremzedelere de duyurmam ve ilgilileri bu vesileyle uyarmam yolunda.

Karar aynen şöyle: "Körfez Depremi'nde hasar gören yapılarla, özellikle ve öncelikle çökme nedeniyle ölüme sebebiyet veren ruhsatlı yapıların fenni mesullerinin etkinlik bölgesine göre İstanbul Büyükkent -Büyükşehir denmek isteniyor olmalı, T:Ş:- Bursa, Eskişehir ve Ankara Şubeleri tarafından araştırılmasına; Fenni mesul mimar ise konu ile ilgili kişisel görüşlerinin ön savunma olarak, kendisine bu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde ilgili Şube kanalıyla Genel Merkez'e iletilmesinin istenmesine karar verildi."

15 gün dediğiniz neredeyse geldi de geçiyor bile.

Süre bitiminde kaç fenni mesul mimar ve inşaat mühendisinin bu yolla olsun cezalandırıldığını hep birlikte göreceğiz.

Bakalım, mazlumun ahı, aheste de olsa çıkacak mı?

Fotoğraf ve Sinema

Geçen hafta yaşayan en büyük fotoğraf sanatçısı Henri Cartier-Bresson'un "Avrupalılar" başlıklı fotoğraf sergisi dolayısıyla düzenlenen bir etkinlikten söz etmiş, "gerisi de var, günü gelince onu da haber vereceğim" demiştim.

Gün geldi. En azından durum benim açımdan öyle. Çünkü bir sonraki yazım, 30 Eylül perşembe günü yayınlanacak ve o gün de çok önemli bir panelle etkinlik sona erecek. Etkinliğin adı, "Gerçeği arayan iki sanat: Fotoğraf ve Sinema".

Paneli, sinema yazarı Vecdi Sayar yönetecek. Film yönetmeni ve fotoğraf sanatçısı Nuri Bilge Ceylan, üniversiteden İlhan Arakon ve Doç. Dr. İhsan Derman ve reklamcı ve fotoğraf sanatçısı Paul McMillen de panelist olarak bu etkinlikte yer alacaklar.

Fotoğraf ve sinema, çağımızın belki de en popüler sanatları sıralamasında başı çeken iki sanat dalı.

Pamukbank Fotoğraf Galerisi ve Tarih Vakfı'nın birlikte düzenlediği panele ilginin büyük olacağını sanıyorum.

Ek bilgi için 275 14 41 numaralı telefondan her zaman bilgi alınabileceğini de bu arada belirteyim.

Yazarın Tüm Yazıları