İsrail'in güvercinleri ve şahinleri

İSRAİL ile Filistinliler arasında şiddet bütün yoğunluğu ile devam ederken bir ara barışçı çözüm umudu uyandıran Yol Haritası da artık geçerliliğini yitirmiş gözüküyor.

ABD, AB, BM ve Rusya'nın şemsiyesi altında geliştirilen Yol Haritası, 1993'te ilk önce büyük heyecan yaratan ve sonra büyük hüsranla biten Oslo Süreci ile aynı düşünce modelinin ürünüydü. Nihai çözüm üzerinde anlaşmaya varılması en son aşamaya bırakılıyordu. Bir seri güven artırıcı önlemle kademe kademe nihai çözüme daha elverişli bir ortama varılacağı sanılmıştı. Tam tersi oldu. İşte bu saptamadan hareketle İsrail İşçi Partisi'nden Yossi Beilin ve Filistin'den Abed Rabbo, iki tarafın sivil toplumlarını temsilen uzun bir çalışma sonunda bir çözüm projesi ortaya çıkardılar. 4 Kasım'da Cenevre'de imzalanacak olan bu belge İsrail hükümeti tarafından ağır eleştiriye hedef oldu. İşçi Partisi liderleri de destek vermediler.

* * *

Beilin-Rabbo
projesine göre İsrail ile bağımsız Filistin Devleti arasındaki sınır, iki önemli yerleşim merkezinin İsrail tarafında kalması için yapılacak ayarlama dışında, 1967 savaşı öncesindeki yeşil hattın çizgisini takip edecek. Kudüs'te Harem-i Şerif Filistinlilerin, Ağlama Duvarı ve Yahudi mahallesi İsrail'in egemenliğinde bulunacak. Filistinliler mültecilerin İsrail hudutları içindeki yurtlarına dönmeleri talebinden tamamen vazgeçecek.

Kışkusuz bu proje ancak sembolik bir anlam taşıyor. Fakat hiç değilse bugünkü trajik açmazdan kurtulmak amacını güden ciddi bir çaba.

Güvercinleri yerden yere vuran İsrailli şahinlerin söylemleri ise korku verici. Onların görüşlerini büyük tutku ile savunan bir profesörü birkaç gün önce bir düşünce merkezimizde dinlemek fırsatını buldum. Neler söylemedi ki! Onun nazarında Oslo barış süreci muazzam bir hataydı. Sürgündeki Filistin Kurtuluş Örgütü'nü İsrail'in içine sokmuştu. Filistin sorunu artık çözümlenemezdi. İhtilafla beraber yaşamanın yolunu bulmak gerekti. Nasıl mı? Gayet basit. 140 kilometresi şimdiden bitmiş ve Filistin topraklarının bir kısmını ilhak eden duvarın inşasını sürdürerek, Filistinlilere gerekiyorsa gittikçe daha fazla ıstırap vererek, yerleşim merkezlerindeki Yahudilerin İsrail'e dönmesi karşılığında İsrail vatandaşı olan bir milyon Arabı sınırdışı ederek.

* * *

Profesöre göre İsrail şimdi her zamandan daha kuvvetliydi, çünkü ABD dünyanın hegemonu, ‘‘yeni Roma’’ olmuştu. 11 Eylül'den sonra bütün gücünü kullanmak azmindeydi. İster Cumhuriyetçiler, ister Demokratlar iktidarda olsun ABD İsraili sonuna kadar destekleyecekti. Arap dünyası battıkça batıyordu, Avrupa'nın hiçbir ağırlığı kalmamıştı. ABD'nin Suudi Arabistan'ın petrol üreten bölgelerini işgal etmesi bile gündemdeydi. İsrail 1981'de Irak nükleer tesislerini vurduğu gibi icap ederse İran'ın nükleer tesislerine de saldırabilirdi. İsrail Irak'ta Kürtleri desteklemiyordu, fakat İsrail'de Kürtlere karşı geleneksel olarak büyük sempati duyulduğu bir gerçekti. Türkiye'ye gelince, İsrail'in neredeyse müttefiki sayılmalıydı. Profesör'e radikal görüşlerinin İsrail'de ne kadar destek gördüğü sorulduğunda, ‘‘Ezici bir çoğunluk’’ cevabını verdi. Ne yazık ki bunda haklıydı.

* * *

İsrail'in tutumuna çok üzülenler var. Bakın son yıllarda parlamentonun başkanlığını yapan Avraham Burg ne diyor: ‘‘İsrail bugün bir yolsuzluk, zulüm ve adaletsizlik temeline oturmuştur. Ürdün ile Akdeniz arasında artık bir Yahudi çoğunluğu yoktur... Çoğunluğu temsil eden Filistinlileri çizmemiz altında ezerken Ortadoğu'da tek demokrasi olduğumuzu iddia edemeyiz.’’

Bütün bunlardan Türkiye için çıkarılacak bir sonuç elbette ki var. İsrail ile ilişkilerimizi ikili düzeyde sürdürelim, buna bir bölgesel ittifak veya stratejik ortaklık boyutu veya görüntüsü vermekten özenle kaçınalım.
Yazarın Tüm Yazıları