İşkence, kan ve gözyaşı ile ‘barış’ getirilmez

GEÇEN hafta Bağdat’taki bir cezaevinde Iraklı tutsaklara yönelik aşağılayıcı muamelenin fotoğrafları CBS televizyonunda yayımlandı.

Kendilerini uygarlığın ve özgürlüğün temsilcisi olarak gören, Saddam’ın Halepçe katliamını ve işkence görüntülerini kamuoyuna gösteren ve sonra diktatörden kurtarmak için savaş esirlerine işkence yapanların tutarlılık terazisinde kendilerini hangi kefeye koyacaklar?..

Birleşmiş Milletler’in 1984 tarihli İşkenceye Karşı Sözleşme’sinde (United Nations Convention Against Torture-1984) işkencenin tanımı şöyle: ‘Bir kişiden veya üçüncü bir şahıstan bilgi almak, o kişinin veya üçüncü bir şahsın itiraf etmesini sağlamak, o kişiyi veya üçüncü bir şahsı işlediği veya işlediğinden şüphelenilen herhangi bir eylemden dolayı cezalandırmak, her tür ayrımcılıktan kaynaklanan herhangi bir nedenle söz konusu kişiyi veya üçüncü bir şahsı korkutmak veya zorlamak amacıyla, kamu görevlisi veya resmi görevli olarak hareket eden herhangi bir şahsın rızası, emri veya göz yummasıyla, söz konusu kişiye acı vermek veya canını yakmak kastıyla yapılan zihinsel ve/veya fiziksel herhangi bir hareket işkencedir.’

* * *

İşkence, kan ve gözyaşı ile ‘barış’ getirilmez. Barış, eşitlik, özgürlük, adalet, kişilik haklarına saygı gösterilerek elde edilir. Konuya İslamı açıdan baktığımızda; savaşta bile insan onuruna saygı gösteren İslam, Müslümanları esirlere karşı da merhametli olmaya çağırır. Peygamberimiz, ‘Esirlerinize iyilikle davranınız!’ demiştir. Bedir Savaşı’nda alınan esirlere iyilikle ve saygılı bir şekilde davranılmasını emretmiştir. Müslümanlar da bu emre uyarak yiyecek konusunda esirlere öncelik tanımışlardır.

Savaş esirleri konusunda İslam’ın esirlere tam bir serbestlik verdiğini Kuran göstermektedir: ‘Nihayet onların gücünü kırdığınız zaman artık bağı sıkı tutun (onları öldürmeden ve yaralamadan tutsak edin). Ondan sonra ya iyilik yapın (karşılıksız, serbest, özgür bırakın) yahut fidye alın.’ (47, 4). Hz. Peygamber birinci yolu seçmiştir.

Peygamberimiz de asırlar öncesinden bu konuda insanları uyarmış, savaş esirlerine işkence yapandan davacı olacağını bildirmiş ve savaşa çıkan ordusuna şu nasihatı vermişti: ‘Allah adına çıkınız. Çünkü siz Allah yolunda savaşıyorsunuz, zulmetmeyiniz. İnsanların organlarını kesmek suretiyle işkence yapmayınız. Çocukları, manastırlarda oturan din adamlarını öldürmeyiniz.’ (Ebu Davud, Cihad 120).

Tarihimizde Osmanlı İmparatorluğu’nun adalet götürdüğü ülkelerdeki uygulamalar birer örnektir. Şu anda Savaş Suçları Mahkemesi’nde mahkûm olan Miloseviç’in Bosna’da yaptığı işkenceler hálá dimağlarımızda diri durmakatadır. Aynı topraklara adalet götüren ve halkı zalimlerden, diktatörlerden kurtarmak isteyen Fatih Sultan Mehmed’in 1478 tarihli fermanı (şu anda FOJNİCA’daki Fransisken Kilisesi’nde muhafaza edilmektedir)insan haklarına ve dini liderlere verilen önemi nedeniyle birer ibret vesikasıdır.

* * *

Fatih Sultan Mehmed
bu fermanda şöyle demiştir:

‘Ben Fatih Sultan Mehmed, bütün dünyaya ilan ediyorum ki: Kendilerine bu padişah fermanı verilen Bosnalı Fransiskenler himayem altındadır. Emrediyorum, hiç kimse ne bu adı geçen insanları, ne de onların kiliselerini rahatsız etmesin ve zarar vermesin. İmparatorluğumda huzur içerisinde yaşasınlar. Ve bu göçmen durumuna düşen insanlar, özgürlük ve güvenlik içerisinde yaşasınlar. İmparatorluğumdaki tüm memleketlere dönüp korkusuzca kendi manastırlarına yerleşsinler.

Ne padişahlık eşrafından, ne vezirlerden veya memurlardan, ne hizmetkárlarımdan, ne de imparatorluk vatandaşlarından hiç kimse bu insanların onurunu kırmayacak ve onlara zarar vermeyecektir.

Hiç kimse bu insanların hayatlarına, mallarına ve kiliselerine saldırmasın, hor görmesin veya tehlikeye atmasın. Hatta bu insanlar başka ülkelerden devletime birisini getirirse onlar da aynı haklara sahiptir.’

İşkence yapan ve yaptıranın insani değerlerinden söz edilemez. Irak’ta görev yapan Tuğgeneral Mark Kimmit’in, bir röpörtajında söyledikleri umarım Irak’ta bulunan askerlere güzel bir nasihat olur. ‘Resimleri gördüğümüzde dehşete düştük. Bunlar bizim askerlerimiz, bunlar bizim her gün çalıştığımız kişiler ve diğer askerlere haksızlık ettiler. Biz askerlerimizin düşman tarafından yakalandığı takdirde iyi muamele edilmesini bekliyoruz. Eğer biz esirlere saygılı ve onurlu davranarak bir örnek teşkil edemezsek, diğer uluslardan bizim askerlerimize böyle davranmalarını isteyemeyiz.’

SORALIM ÖĞRENELİM

Tıpta meydana gelen yeni gelişmelere göre, anne karnında iken çocuğun cinsiyeti değiştirilebiliyor. Bunu yaptırmamızda bir sakınca var mıdır?

Doktor Mehmet ABD

Çocuğun sağlık nedenleri dışında cinsiyetini değiştirmek hoş değildir. Çünkü cinsiyet dengesini bozmaktadır. Bu da ileride insanlık için başka problemler meydana getirebilir.

Cuma namazı kaç rekattır, cumanın farzından önce 4 rekat ‘tatavvu’ kılıyorum doğru mu?

Muhyittin Türkarslan-İSTANBUL

Cuma namazı iki rekattır. Bunda asla şüphe yoktur. Cuma namazından önce veya sonra kılınan ‘tatavvu’, ‘nafile’ veya ‘sünnet’ diye adlandırılan namazlar Hz. Peygamber tarafından kılınmış veya kılınması tavsiye edilmiş namazlardır. Fakat peygamberimiz bu namazlara asla cuma namazı dememiştir. Bu itibarla iki rekat olan cuma namazını on altı diye açıklamak doğru değildir. Bu namazlar kılınması halinde kişiye sevap kazandırır. Zuhr-u ahir ile ilgili daha önce açıklamada bulundum.

İki kardeş iki araba aldık, bir kurban kesmek istiyoruz, olur mu?

Fıkıhta buna şükür kurbanı denilmektedir. İkiniz bir kurban kesip fakirlere dağıtabilirsiniz.

Yatağımın ayak ucunun kıbleye gelmemesi gerektiği doğru mu?

Samanyolu İSTANBUL


Hadis ve fıkıh kitaplarında açık arazide tuvalet ihtiyacını giderirken farklı görüşler olmakla birlikte, kişinin kıbleye saygı göstermesi, önünü ve arkasını dönmemesi tavsiye edilmektedir. Ayakların kıbleye doğru uzatılmasını yasaklayan bir hüküm yoktur. Ancak bir saygı ifadesi olarak uzatılmayabilir.
Yazarın Tüm Yazıları