İran ve İKÖ

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Her zaman ısrarla ve tekrarla vurguladım ki İran diplomasisi köklü bir imparatorluk geleneğinden süzülmektedir. İktidardaki yönetimin niteliği ne olursa olsun söz konusu diplomasiyi son derece ciddiye almak gerekir.

Nitekim, Acem başkentinde toplanan ‘‘İslam Konferansı Örgütü’’ Zirvesi yukarıdaki olgunun son göstergesini oluşturdu.

Türkiye dahil Müslüman kimlikli elli beş ülkenin Tahran'da buluşması, her şeyden önce İran'ın tecrit çemberini kırmakta olduğunu gözler önüne serdi.

Molla rejimiyle neredeyse kanlı bıçaklı olan Suudi Arabistan'ın Veliaht Prens AbdullahİKÖ oturumuna yollaması ve teslimiyetçilik suçlamasıyla İran'ın tüm şimşeklerini üzerine çeken Filistin lideri Yaser Arafat'ın da bizzat Konferans'a gelmesi, Farsi diplomasinin muhtemelen 1979 ‘‘İslam Devrimi’’nden bu yana kazandığı en büyük başarıyı taçlandırdı.

İKÖ Zirvesi Tahran açısından hayati bir ‘‘açılım hamlesi’’ oldu.

* * *

İRAN'ın yukarıdaki başarısını iki temel faktöre bağlamak gerekiyor.

Bunlardan birincisi Ortadoğu Sorunu'ndaki çözümsüzlükten kaynaklanıyor.

Zira, Netanyahu hükümetinin Filistinlilere karşı uzlaşmaz davranması ama buna rağman Washington'un İsrail'e kol kanat germesi Arap Dünyası içinde ‘‘ılımlı kamp’’ olarak bilinen ülkelerde dahi çok yoğun tepkiye yol açıyor.

Söz konusu tepki ise Birleşik Amerika'ya diplomatik planda ‘‘sinyal vermek’’ isteyen bu ülkeleri ‘‘zıt kutup’’ İran'a izafi ölçüde yaklaştırıyor.

Başka bir deyişle, Mısır, Suudi Arabistan ya da Ürdün Tahran'a sempati duymasalar bile, ABD'nin Ortadoğu siyasetini etkileyebilmek amacıyla Tahran'la ‘‘flört’’ havasına girdikleri izlenimini vermek yöntemini seçiyorlar.

Dolayısıyla, dış konjonktür İran'ın başarısındaki ilk nedeni oluşturuyor.

* * *

İKİNCİ unsur bizzat ülkenin iç dinamiklerinde hayat buluyor. Bütün ihtilal diyalektiklerinde olduğu gibi ‘‘İslam Devrimi’’ de kendi zıddını üretiyor.

Muhammed Hatemi'nin Başkan seçilmesi İran'daki ‘‘ehlileşme sürecinde’’ yeni bir sıçrama anlamına geliyor ve Tahran'ı şimdi çok daha gerçekçi kılıyor.

Kuşkusuz, dahili bünyedeki bu ‘‘ehlileşme’’ dış politikaya da yansıyor.

Daha önce Acem başkentindeki elçilerini çekmiş olan Avrupa ülkelerinin bu temsilcileri tam İKÖ Zirvesi arifesinde tekrar Tahran'a yollamış olmaları da, süper - devlet lüksünü kullanarak İran'a karşı irrasyonel davranan ABD'nin tersine, AB'nin yukarıdaki ‘‘ehlileşme’’ sinyalini aldığını ortaya koyuyor.

Zaten, Farsi diplomasinin İslam Konferansı Örgütü toplantısı sırasında Washington'a karşı dahi ‘‘mülayim’’ bir dil kullanması, üstelik Suriye'nin Türkiye'ye yönelik seferberliğinde bile kısmen frenleyici davranarak neredeyse Ankara ile Şam arasında ‘‘arabuluculuğa’’ soyunması, imparatorluk geleneğinden süzülen İran'ın elindeki kartları ustaca oynadığını bir defa daha ispatlıyor.

Tahran içeride ‘‘ehlileşiyor’’ ve dışarıda ‘‘elastikleşiyor’’.

* * *

KUŞKUSUZ, tarihin ve çoğrafyanın gerçeğini kabul etmek gerekiyor ki Türkiye ve İran stratejik anlamda rakiptirler. Bu, iki kere iki dört eder...

Ancak, rekabet hiç bir şekilde husumete dönüşmemelidir.

Her biri imparatorluk geleneğinden süzülen iki ülkenin rekabetleri, bizzat bu geleneğin engin tecrübelerinden dolayı onları hasım ve düşman kılmamalıdır.

Ankara ve Tahran'ın asgari ‘‘modus vivendi’’lerde anlaşması ve rekabeti böylesine bir uzlaşmanın genel çerçevesi içinde sürdürmeleri gerekmektedir.

İmparatorlukları imparatorluk yapmış olan şey, onların nerede ve ne zaman durulacağını bilecek kadar bilge dış politikalar uygulamış olmalarındadır.

Yazarın Tüm Yazıları