İngiltere'yi yeneriz de ben, Ayşe'ye ofsaytı anlatabilecek miyim?

YARIN saatler 20.00'yi gösterdiğinde, A Milli Futbol Takımı'mız, belki de tarihinin en mühim maçına çıkacak.

Eğer bir aksilik olmaz ise maçı tribünden seyreden 52 bin şanslı taraftardan biri olacağım. Maç için tahminde bulunmak gibi bir adetim hiç olmadı ama yarın İngiltere'yi yenmememiz için hiçbir neden göremiyorum.

Birincisi biz takımız, onlar değil. Tabii ki onlar da sahaya 11 kişi çıkacak, onların da forması var, teknik direktörü var, ne bileyim işte masörü filan var. Bizden bu konularda eksik değiller. Ama takım olmak başka bir şey.

Fatih Terim'in Akdeniz Oyunları'nda şampiyon yaptığı takım, takviyelerle bugüne kadar geldi. Yıllardır birbirlerini tanıyorlar ve mükemel bir oyunları var.

Yani biz iyi bir takımız, elde var bir.

İngiliz oyuncuların morali fena derecede bozuk. En iyi defans oyuncuları olan Rio Ferdinand doping söylentileri yüzünden kadro dışı bırakıldı. En iyi forvet oyuncuları Michael Owen sakatlandığı için Türkiye'ye getirilmedi.

Ferdinand'ın durumu üzerine isyan bayrağı açan futbolcular, bu mühim maça çıkmaya zorla ikna edildi.

İngiliz basını kendi futbolcularına hain damgası vurdu.

Yani uzun lafın kısası; bizimkiler kahraman, İngilizler hain olarak çıkacak sahaya. Bunun İngiliz oyuncular için doping olabileceği ihtimalini de göz ardı etmiyorum ama bizde moraller 1500, onlar ise cacık vaziyetinde.

Etti mi size iki? Etti, etti...

Milli Takım bir süre öncesine kadar seyir keyfi vermeyen, kahreden bir ekipti. Bu yüzden seyirci de sempati duymazdı açıkçası. Yine bu sebepten doğru dürüst bir tezahürat da yoktur Milli Takım için.

Ama bu taraftar işini bilir. Ninni bile söylese takımı ateşler. Fenerbahçe'nin stadı, bir Galatasaraylı olarak benim için bir korku müzesidir.

Eski hali böyle değildi. Ama yeni hali hakikaten bir arena. Rakip olarak o statta bulunmak insanın kanını dondurabiliyor.

Şimdi düşündüm de; yarın Fener Stadı'nda ev sahibi olmak gibi tuhaf bir his yaşayacağım. Neyse, stat avantajımız da var demeye çalışıyorum.

Collina'nın maçı başlatan düdüğünden itibaren o statta kopacak gümbürtüyü düşünmek bile heyecanlandırıyor beni şu anda.

Neymiş? Acayip bir saha avantajımız ve tribün desteğimiz de varmış. Bu da üç eder.

Daha iyi bir takım, bunalımlı rakip ve müthiş bir taraftar desteğinin karşısında tek bir şey durabilir: Hakem! Eee, o da canımızın içi Pierluigi Collina. Belki de hayatta sevdiğim tek hakemdir kendisi. Bunca yıldır maça giderim sadece onun için olumlu tezahürat yapmıştık Ali Sami Yen'de...

Görüldüğü üzere maçla ilgili bir endişem bulunmuyor. Ama bir endişem var tabii ki. Açıklayayım siz de öğrenin. İki ay kadar önce Ayşe Arman gelip ‘‘Kanat İngiltere maçına gitmek istiyorum’’ dedi. Ben de ‘‘Kolay, gideriz’’ dedim. Yani yarın maça Ayşe'yle gideceğiz. Ayşe sevdiğim bir arkadaşım, onunla maça gitmek mesele değil.

Ama röportajlarından ve köşe yazılarından fark etmişsinizdir, Ayşe merak eden ve merak ettiği şeyi öğrenmeden rahat etmeyen bir kadın.

Daha önce yanılmıyorsam Fransa'daki Dünya Kupası'nda bir kez futbol maçına gitmişti. Orada ne kadar futbol öğrendi bilemiyorum. Ama bütün umudum Ayşe'nin bir şekilde ofsaytı öğrenmiş olması. Yoksa, hakem ilk ofsayt çaldığında benim Ayşe'ye ofsayt kuralını açıklamam gerekecek.

Bugüne kadar ofsaytı tam olarak öğretebildiğim bir kadın olmadı. Kendi imkanlarını kullanarak öğrenenler dışında ofsaytın ne olduğunu bilen kadına da rastlamadım. Ben şimdi küçük kağıtlar hazırlayayım: ‘‘Bak şimdi Ayşe'cim; top ayaktan çıktığı anda rakip takımın gol çizgisiyle...’’
Yazarın Tüm Yazıları