İnanç vadisinde tuhaf tesadüfler

Ertuğrul Özkök bir iç gezintiye çıkıyor. Bizi bir şartla davet ediyor bu yolculuğa. Sorgulamadan, ikna olmuş bir halde, kayıtsız şartsız inanarak davet ediyor. Elbette bir yazar ustalığıyla hepimizin ilgi duyacağı konuların içine çekiyor

Haberin Devamı

Tuhaf
Ertuğrul Özkök
Doğan Kitap

Sıradışı bir yolculukta, rehberinizin Ertuğrul Özkök olması aslında büyük bir şans. Ertuğrul Özkök’ün Tuhaf kitabında okurun, zaman zaman kendi kendine sorduğu, yanıtını vermekten çekindiği ya da derinlere inmekten korktuğu dünyevî ile uhrevî olanın kesiştiği yerde yazmış.
Rastlantılar günlük yaşamımızı etkileyen, değiştiren, analizini her zaman akılla yapamayacağımız bir toplamdır. Peki inanç dünyasına yansıdığında nasıl düşüneceğiz?
Eğer başka bir yazar bu konuyu, rastlantılar, bireysel iç dünya bağlamında yazsaydı, tekdüze ve sıkıcı bir kitap ortaya çıkardı.
Ama Özkök zihnî ve ruhî sörf yapıyor bizimle. Elbette bunları yalınkat bireysel izlenimler, sanrılar biçiminde değil, zaman zaman bilgilerin, belgelerin eşliğinde okunan ve üzerinde düşünülen bir kitaba dönüştürüyor.
Özkök, bazen mü’min, çoğu zaman agnostik bir yaklaşımla, yüzyıllardır tartışılan, konuşulan bir konu ekseninde modern bir yapıt ortaya konulabileceğini ispatlıyor.
Bu kitap bir dünya görüşünün, bir öğretinin katı kuralları içinde yoğrulsaydı, okur bu rastlantılar denizinde kendi teknesiyle dolaşma arzusunu duymazdı.
İnanç felsefesinin muğlaklığıyla, kuşkuculuğun yazdıklarını zedelemesine fazla müsaade etmemiş.
KENDİ TARİKATININ MÜRİDİ
Bireysel bir yaklaşım olduğunu belirtmesi, başka bireylerin de bu coğrafyada dolaşmasını mümkün kılıyor: “Tek kişilik bir tarikatta kendi kendimin şeyhi, kendi kendimin müridi olarak dua ederdim” diyor tüm samimiyetiyle.
Yazılarına dipnotu koymuyor ama birçok yazarın, düşünürün, ermişin izdüşümünü bu yazılarda bulacaksınız. Rastlantılar bir iç hesaplaşmasını da içeriyor mu? Bir sızıntı gibi sislerin ardındaki Kaf Dağı gibi dimdik duruyor.
Okurken bazı satırlarda bir masalcının öğretici kimliğini, bir mitoloji öyküsünün büyüsünü duyumsuyorum.
Yazılışın kurgusuna değinmem gerekiyor. Rastlantıları, yanıtsız işlenimleri, gözlemleri adeta denemeyle roman arasındaki bir kurgu içinde yazdığından okurun dikkatini, ilgisini çekiyor.
Peki sadece kendi için mi yazmış bunu?
Her kitap okuyanı da ortak eder, kabul veya red işleminde.
İşte iki duyguyu da yaşatmıyor Özkök. Çünkü rastlantılar zinciri, içindeki kutsallık oranının nötr olduğu bir alanda bırakıyor.
Ayrıca belli bir dinin, belli bir inancın, belli bir coğrafyanın dar sınırları içinde sıkışmıyor. Çünkü, insanın evrensel kimliği söz konusu olunca kitap herkese sesleniyor.
Okurken, olabilir sözünü kullandıkça, yazarın başarılı olduğunu onaylıyorsunuz demektir.
İnanç çeşitliliği, inancın tartışılırlığı hem vardır hem de yoktur. Yolun başında yazar neyi salık veriyor bize. Ama siz de düşünebilirsiniz, siz de yaşayabilirsiniz, yaşamış olabilirsiniz, diyor.
Rastlantıların inandırıcılığını, yaşanırlığını yazmak kolay işi değil.
Ertuğrul Özkök, bunun üstesinden gelmiş!

ALINYAZISI

Haberin Devamı

Hikâyeme bir soruyla başlayacağım: Sizce alınyazısı diye bir şey var mıdır?
İnanmıyorsanız sakın hemen cevap vermeyin. Benim hikâyemi dinleyin. Sonunda bu soruyu kendi kendinize yeniden sorun. Ben kendi cevabımı elli yılda buldum. Siz belki benim hikâyemin sonunda kendi cevabınızı daha kolayca bulabilirsiniz.
Bu benim alınyazımın hikâyesidir.
İlkokul beşinci sınıftaydım. İzmir’de Gazi İlkokulu’na gidiyordum. İki arkadaşımla birlikte öğleden sonra Melez Çayı’nın kenarındaki çalılıklarda dolaşıyorduk. Melez Çayı, Roma İmparatorluğu döneminden beri, felsefenin temel metinlerinde sık sık sözü edilen bir bölgenin nehriydi. (...)
O gün iki arkadaşımla nehir kenarında keyfe çıkmıştık. Gözümüz biraz yukarıdaki kanalizasyon tüneline takıldı. Bu tüneller artık kullanılmıyordu. Önünden kim bilir kaç kere geçmiş, ama bir türlü girmeye cesaret edememiştik. (...)
Her mahalle çocuğunun içinde mutlaka bir provokatör vardır. “Korkaklar” dedim. “Evet siz korkaksınız. Bir mağaraya giremeyecek kadar korkak.” (...)
İşte o an korkumuz tam bir paniğe dönüştü. Ben ve küçük Ertuğrul daha önce hiç ölü görmemiştik. Erdoğan ise
iki mahalle ötede bıçaklanarak öldürülen bir adamın
ölüsünü gördüğünü anlatırdı. O tecrübeden olsa gerek, eğilip dikkatle yere baktı sonra kurukafayı aldı ve gülerek bize döndü.
“Bu bir koyun kellesi...”
Hepimiz rahatladık. Birbirimize bakıp gülmeye çalışırken, duvardaki bir şey dikkatimi çekti. O civarda şimdiye kadar hiç görmediğim tuhaf bir şeydi bu. Meşaleyi duvara doğru yaklaştırıp baktım. Gözlerim faltaşı gibi açıldı.
Sağ elimin iki parmağını duvarda gördüğüm şeye doğru uzatırken, yıllar sonra hayatımı allak bullak edecek bir şeye dokunmak üzere olduğumun farkında değildim.

Haberin Devamı

DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ

Mehmet Zaman Saçlıoğlu İki ve Keçi İş Bankası Kültür Yayınları
Jose Mills Dünya ve Ben Hayy Kitap
Tahir Musa Ceylan Elli Yıl Sonra Kül Kanat Kitap
Jess Walter Körler Ülkesi Siren
Cevat Çapan Kavafis’ten 100 Şiir Helikopter

Yazarın Tüm Yazıları