İmam, cemaati az cami istedi müftü bile camiye uğramaz oldu

ELAZIĞ ve Malatya’daki seçim turlarım sırasında birinci ağızdan imam-müftü öyküleri dinledim. Türkiye’nin kaderini belirleyecek seçim gününde, yaşanmış öyküleri sizlerle paylaşayım.

Yıllar önce okuldan mezun olan bir imam, ataması konusunda dönemin Malatya Müftüsü’ne başvurdu:

- Sayın Hocam, mümkünse beni ’cemaati az bir cami’ye gönderin.

- Evladım neden böyle bir taleple karşıma geldin?

- Hocam, benim babam da imamdı. Cemaatten çok çekti. Ben de aynı sıkıntıyı çekmek istemem.

- Peki evladım, seni Alevi vatandaşlarımızın yoğun olduğu bir ilçemize göndereceğim.

Genç imam, atama belgesini eline alıp, söz konusu ilçenin yolunu tuttu, doğrudan müftünün yanına gitti. İlçe müftüsünün makamı, küçük bir barakadan oluşuyordu:

- Hocam, ben ilçenizin yeni imamıyım, işte atama evraklarım.

- Hoş geldin evladım. Bilgimiz var. Camimiz şu yolun sonunda, anahtarı da burada.

İmam, anahtarları aldı, camiye gitti. 6 aydır kapısı hiç açılmamış caminin her tarafını örümcek bağlamıştı. Kolları sıvadı, camiyi bir güzel temizledi. Kendi kalacağı yeri de ayarladı. Müftüye bilgi vermeye gitti:

- Hocam camimiz artık ibadete hazır hale geldi.

İmamın niyeti, 6 aydır kapısı açılmayan caminin yeniden hizmete girişini cuma namazına denk getirmekti. Müftüye bu fikrini açtı, kabul gördü. İmam, cuma günü önce müftüye uğradı, biraz oturup, sala vaktini bekledi:

- Hocam camiye gidip sala vermem, sonra da ezanı okumam lazım.

- Tabii evladım, hadi birlikte çıkalım.

Müftü fötr şapkasını taktı, imamla birlikte yola koyuldu. Yol ayrımına geldiklerinde müftü, fötr şapkasını kaldırıp, imama döndü:

- Hadi evladım, sana iyi ibadetler...

Müftü, imamla birlikte camiye gitmek yerine, ilçe çarşısına yöneldi... Genç imam şaşkınlıkla müftünün arkasından bakıp, söylendi:

- Ben cemaati az bir cami istemiştim ama bu kadar da değil. Müftü bile camiye gelmiyor.

İmam, camiye gitti sala verip, ezan okudu... Namaz için mihrapta yerini aldı. Arkasına baktı, ilçenin başçavuşu ile savcısından başka kimse yoktu.

Birkaç cuma böyle sürünce, imamın aklına ilçenin önde gelen "Alevi dedesi"ne uğramak geldi. "Dede", imamın sohbetini sevdi:

- Evladım, sen arada bizim kıraat gecelerimize katıl. Ama biz o gecelerde içki de içeriz.

- Sen gel benim arkamda bir-iki cuma namaz kıl, cemaatimin sayısı artsın, ben de kıraat gecelerinize katılırım.

- Peki evladım...

Ertesi cuma imamın arkasında yine başçavuşla savcı vardı. "Dede" sözünde durmamıştı.

Genç imam ilk deneyimini iki kişilik cemaate namaz kıldırarak edindi... Daha sonra Siyasal Bilgiler’i bitirip kaymakam oldu...

Sandığa oy kullanmaya giderken, bu öyküyle biraz gülümseyin istedim...

Müftü rakıya ’beyaz kefen’ dedi, hemen müfettiş geldi

BİRİNCİ yazıdaki kahramanamız genç imam, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdikten sonra Anadolu’daki şirin ilçelerden birine kaymakam olarak atandı.

İlçenin önde gelen bürokratları, bir akşam yemekte buluştu. Masada ilçenin müftüsü de vardı... Müftüyü gören restoran işletmecisi masaya içki servisi yapmamıştı... İçmeye niyeti olanlar da "müftüye ayıp olmasın" diye çekinken kalmıştı...

Masaya balık servisi yapılınca, müftüden "fetva" gibi espri geldi: "Balıklara ’beyaz kefen’ sarılmayınca ölmezmiş..."

Müftü, "beyaz kefen" derken rakıyı işaret etmiş, "İçmek isteyen varsa, benden çekinmesin" mesajı vermişti... Müftünün bu sözü üzerine masaya hemen rakı servisi yapıldı...

İlçe müftüsünün "hoşgörülü" tavrı masadaki bürokratları fazlasıyla memnun etmişti...

Ancak... Kötü sürpriz arkadan geldi... Müftünün "beyaz kefen" sözünden birkaç gün sonra, ilgili bakanlıktan bir müfettiş ilçeye damladı... Çünkü, ilçeden birileri ihbar etmiş, "beyaz kefen soruşturması" kapıya dayanmıştı...

Birinci yazıda da özellikle vurguladım... Amacım, seçim günü biraz gülümsetmek...
Yazarın Tüm Yazıları