İhtiyacımız olan şey

Kanat ATKAYA
Haberin Devamı

Bundan yıllar önce bir Kitap Fuarı sırasında, kitaplara bakanlardan sıkılınca bir arkadaş ‘‘Hadi bir bira içelim’’ demiş ve şu veciz cevabı almıştı: ‘‘Hayatımızda 'bir bira' diye bir kavram olamaz!’’

Öyle derin düşünmeye gerek yok hakikaten de olmazdı. Çünkü biri daha hızlı bitirir bir tane daha söyler. Sonra o söyledi diye öteki de söyler filan falan, malum işte.

Şimdi konuya girdik de nereye bağlayacaktık. Hah, hatırladım. Bir başka veciz lafa gelecektik: Eve gidilmeyecekse Beyoğlu'na gidilir. Beyoğlu dışında biraz da Nişantaşı civarına sevgimiz vardır. Onun dışında kalan yerlere genel olarak bir ad vermek gerekirse, verecek bir adımız da yok yani.

Her neyse, bir süre önce, benim genel olarak Levend dediğim ama konunun uzmanlarınca kendi içinde dörde ayrılmakla kalmayıp, Etiler'i filan da kapsayan bir bölgeye gidildi. Bir yerde mecburiyetti.

Bir sokağa girdik ki, aman Allahım! Her yer burada. Yani manasız bir cümle oldu ama hakikaten her yer bu sokakta. Televole seti gibi bir sokak. Galaksi ve Şamdan'da, Televole'de filan bahsedilen bütün barlar bir sokağa toplanmış. Sanırsın, Türk magazin dünyasının Universal Stüdyoları.

Ben anında, tıp dünyasının Japon Turist Sendromu olarak andığı hastalığa yakalandım. Hepsinin tabelasının altında fotoğraf çektirmek istiyorum. Bir yandan da bodyguard'lardan izin istiyorum, ‘‘İçeri bakabilir miyim? Mankenler hakikaten burada mı?’’ filan diyorum. Arkadaşlar koluma girip uzaklaştırdılar beni haliyle.

Beni sakinleştirmeleri de bayağı bir vakit aldı. ‘‘Seni sonra getireceğiz’’ diye söz verip, Taksim Meydanı'na bıraktılar beni yine. O sırada bir doğum gününe davetli olduğumu hatırladım.

Ama öyle sıradan bir doğum günü değil bu, Yalçın Bayer için düzenleniyor. İstiklal Caddesi'nde Gazeteciler Cemiyeti Lokali oluşturulmuş. Haberimiz yok. İkitelli'ye lokal açmaktan daha makul tabii ki. Neyse, içerdeki durum şöyleydi. Herkes birbiriyle konuşuyor. Yalçın ağabey hem herkesle, hem de telefonla konuşuyor. Cüneyt Canver uzun uzun medya yorumları yaptı, Ümit Utku'dan, Gülay Aslıtürk'ten sahte kutlama mesajları filan getirildi, bayağı eğlenceliydi. Gece böyle sürdü gitti. Erkenden kaçtım.

Yeni hedef Safran'dı. Aslında evdi de, yine o bilinmeyen kuvvet (Bazılarımız buna kötü arkadaş da diyor), bizi Safran'a sürükledi. Kapıdaki bodyguard değişmiş. Artık iki tane duruyor. Şifreyi söyledik (Size söyleyemem ama Z ile başlıyor ve dört harf), izin verdiler.

Safran herhalde şu sıralar en popüler mekanlardan biri. Herkes orada. Kaya Çilingiroğlu (Hemen atlamayın, at kuyruklu biriyleydi), Ateş Ünal Erzen, yüzlerini bildiğim ama isimlerini bilmediğim bir takım Galaksi ve Şamdan insanları filan vardı.

Bu kez Japon Turist Sendromu'na ek olarak Ortama Yabancılaşan Ezik İnsan Sendromu'na da tutulduk. Böyle, bir sütuna dayandık ve derin düşüncelere daldık. Yanımdaki arkadaş ne düşünüyordu bilmiyorum ama benim düşüncem bu insanların bu kıyafetlerle Safran'a kadar nasıl ulaşabildikleriydi. En makul açıklama ışınlanmış olmalarıydı. Yani başka bir açıklama benim aklıma gelmedi. O kıyafetlerle İstiklal Caddesi'ni boydan boya geçebilmeleri, imkansıza yakın bir nokta.

Bu, bence çok derin felsefi sorunu arkadaşıma açtığımda, beni bir süre aşağıladı ve ‘‘Arka sokağa park ediyorlar oğlum’’ dedi. Işınlanma fikrinden daha iyi olduğunu kabul ettim ve sustum.

O gece İstiklal Caddesi'nde 750 bin kişi varsa (Abartılı, kabul ediyorum), bunun 250 bin kişisi Safran'daydı (Bu da abartılı oldu). Ama ben böyle bir kalabalık görmedim. 45 dakika kadar arkadaşı bir futbol maçında olduğumuza ikna etmeye çalıştım. ‘‘Bak Ateş Ünal Erzen de burada. Bu Galatasaray- Adanaspor maçı. Sen Fener'lisin, hadi çıkalım’’ filan deyince, o da kalabalığın verdiği sersemlikle bana uydu ve 45'inci dakikada ‘‘Hadi ilk devre bitti, gidip içecek bir şey alalım’’ dedi.

Haberin Devamı

Caddeye çıktık, Kızılkayalar'ın köftesi buz hokeyi maçlarında top olarak da kullanılan hamburgerinden yedik, birer ayran içtik ve Taksim Parkı'nın banklarından birine oturup sakinleştik. Sessizlik en ihtiyacımız olan şeymiş meğer.

Yazarın Tüm Yazıları