İğrenerek seyrediyoruz

WILLIAM L. Shirer, “Nazi İmparatorluğu” adlı kitap serisinin ilkinde anlatıyor...

Haberin Devamı

Hitler dönemi Almanyası’nda Berlin’de çıkan günlük gazetelerin yazıişleri müdürleri ile Almanya’nın başka yerlerinde çıkan gazetelerin muhabirleri her sabah Propaganda Bakanlığı’nda toplanırlardı.
Orada Dr. Goebbels kendilerine ya da yardımcılarına hangi haberlerin yayımlanacağını, haberleri nasıl yazacaklarını ve nasıl başlık atacaklarını, ne gibi kampanyaların açılacağını ve nasıl bir başyazı yazılacağını anlatırdı.
Herhangi bir yanlış anlaşılmayı önlemek üzere de, sözle anlatılana ek olarak yazılı bir günlük emir verilirdi. Şehir dışındaki küçük gazetelerle dergilere bu emirler telgrafla ya da mektupla ulaştırılırdı.
1933’te çıkarılan Alman Basın Kanunu Nazi olmayan gazetelerin ve gazetecilerin ortadan silinmesine yaramıştı.
Kalanlar kraldan çok kralcıydılar.
Ve yaşamalarını kısmen sağlayan Alman Dışişleri Bakanlığı’ydı. Bakanlık, bu gazetelerin dış dünyayı etkilemek için yaşamalarını istiyordu. Bu gazeteler Nazi Almanyası’na bir çeşit saygı ve ağırbaşlılık sağlıyor ve aynı zamanda Nazilerin propagandasını yapıyordu.
Nelerin yayımlanacağı ve haberlerle yazıların nasıl yazılacağı Almanya’da gazetelere emirle bildirildiği için basına bir ölü toprağı serpildi. O derece disipline sokulmuş ve hükümet otoritesine öylesine boyun eğmeye alıştırılmış bir halk bile günlük gazetelerden çabucak bıktı. Tüm gazetelerin satışları düştü, gazeteler birbiri ardına çıkamaz duruma girdi ya da Nazi yayımcıları tarafından satın alındılar.
Nazi basın programının ana amacı partiye muhalif bütün basını ortadan kaldırmaktı.

*

Birebir olmasa da epey tanıdık bir manzara.
Alo Fatih’lerin, birtakım hükümet yanlısı işadamlarına gazetelerin nasıl satın aldırıldığının kayıtlarının ortalığa saçılmasıyla tescillendi ki bizde de kısmen durum böyle.
Ve hızla tamamen bu düzene geçilmeye çalışılıyor.
Ama size bir şey diyeyim mi... Nazi Almanyası’nda bu iğrenç tutum bile daha dürüstçe yapılıyormuş.
En azından kimsenin bir şeyi inkâr ettiği yok. Her şey ortada.
Bizde ise bugüne kadar otoritenin çok sayıda figürü mikrofonlardan “Ne sansürüymüş? Basına sansür yok” diye seslenip durdular.
Gizli kalanlar açığa çıktıkça gördük ki bu koca bir yalanmış.

*

İşadamlarının aralarında paylarına düşen gazetelerle ilgili “Sen malın iyisini götürdün”, “Bana şöyle kaydı, sana da mı kaydı?” şeklinde bol miktarda küfürle süslü konuşmaları mide kaldıran türde.
Ama en acıklısı da, aralarında “Sen de gazeteci oldun, haber maber yapma ha...” diye şakalaşmaları.
Mesleğimden utandım.
Daha doğrusu, mesleğimin düştüğü delikten utandım.

*

Nazi Almanyası’nda otoritenin emrine giren gazetelerin tirajları nasıl patır patır döküldüyse...
Bu adamlara zorla satılan gazeteler de aynı şekilde can çekişiyor.
Ne yapsalar satışların düşmesine engel olamıyorlar.
Çünkü artık kimse bu gazeteleri almıyor.
Niye alsın ki?

*

Bir sektör, daha da ötesi bir kamu hizmeti nasıl yok edilir, adım adım izliyoruz sayın seyirciler.
“Seyirciler” diyorum çünkü...
Hepimiz artık seyirciyiz, elden bir şey gelmiyor.

Yazarın Tüm Yazıları