İdeal bir gün

Sabah saat 10.00 ve Topesto’yla Teşvikiye Kahvesi’nde (Adı Teşvikiye Cafe biliyoruz, ukalalığın lüzumu yok. Sadece cafe lafına gıcığız!) sahanda yumurta yiyoruz.

Benim o tarafta halletmem gereken bir iş vardı, Topesto ise sabahın köründe Nişantaşı’nda bulunma sebebini ‘Erken kalktım, ne yapacağımı bilemedim’ gibi uyduruk cümlelerle açıklamaya çalışıyor. Neyse ne, varmıyorum üstüne.

Günün bu saatinde Nişantaşı’nda ne yapılır bir fikrimiz yok.

Evden çıkılmış madem bir şeyler yapalım diyoruz ancak aklımıza bir şey gelmiyor. ‘Niha! Şu vitrinde yüzde 50 indirim yazıyor, beni tutanın kalbini kırarım...’ tarzı alışveriş çılgınlığı yaşayan kadınlar gibi tezgahtar çürütecek halimiz yok.

*

Topesto ‘Buradan da Akmerkez’e gidip cilt bakımı yaptıralım ho-ho!’ filan diyor ama sabah saatlerinde pek gülen bir insan değilim.

Teşvikiye Kahvesi’ne yakın iki adet manalı yer biliyorum. Biri Touchdown ama kahvemizi de içmişiz. Diğeri ise ‘müzik-film-çizgi roman-oyuncak’ gibi sevdiğimiz şeyleri paket program olarak sunan ‘Gerekli Şeyler...’

Ben uzun süredir ‘Jenna Jameson’ peşindeyim. Bir arkadaşım da ‘Gerekli Şeyler’de gördüm’ demiş, aklıma o geliyor. Jenna Jameson, bir porno yıldızı. Eminem’in klibinde filan da oynamıştı, gerçek bir sanatçı kendisi. Action Man formatında porno yıldızlarının oyuncaklarını üretiyorlar. Pornografik bir durumu yok bu oyuncakların onu da söyleyeyim.

Sabahın köründe ‘Jenna Jameson varmış sizde’ diye girince çalışanlar hafiften tedirgin oldu tabii. Meğer kalmamış. Amber Smith filan bırakmamış Gerekli Şeyler müşterisi, ayrıca tebrik ederim... Biraz albümleri, biraz çizgi romanları karıştırıp çıkıyoruz.

İki tane dana kadar adam koca günü nasıl geçireceğiz diye düşünüyoruz. Eve dönüp film seyretmek, sessizce dağılmak gibi alternatifler zaten elde... Günü değişik bir güne çevirebilir miyiz, onu düşünüyoruz.

*

İki tane dana kadar adamın sıkılmadan vakit geçirebileceği tek bir yer vardır: ‘Teknoloji mağazası...’

Bir taksi çevirip Taksim’e gidiyoruz. Bu teknoloji mağazasındakiler sürekli gidip televizyonları filan kurcaladığım için tipimi biliyorlar. O saatte görünce biraz renkleri uçuyor, çünkü akşamüstü girip kepenkleri kapatırlarken yardım etmişliğim filan var elemanlara.

Topesto yekten televizyonlara dalıyor, bense son üç ziyaretimde yaptığım gibi neredeyse boyum kadar olan hoparlörlerin yanına gidiyorum. Gidip de bir şey mi yapıyorum hayır. Karşısında durup sırıtarak müzik dinliyorum. Topesto gelip ‘Volümü açıp fön aleti olarak da kullanırsın lan bunu!’ diyor. Böyle yüksek teknoloji ürünü bir şaheserin yanında bana ‘Lan!’ şeklinde hitap ettiği için kendisini kınıyorum.

Bu arada Topesto kolonları satın alma girişimimi kolumu filan bükerek engelliyor, dışarı çıkıyoruz.

*

İstiklal Caddesi, okulu ilk günlerde kırmak gibi çok güzel bir iş yapmış öğrencilerle dolu. ‘Böyle şeye özendirilmez çocuklar’ diye zıplamayın, hakikaten zevkli iştir.

Nike’ın önüne geldiğimizde Topesto’ya ‘Tek pota maç yapalım mı?’ diyorum. ‘Nerede?’ diyor, ‘Burada’ diyerek Nike binasını gösteriyorum. Elemanın haberi yokmuş bu güzellikten.

Mağazanın içinde tek pota maç yapılabilecek bir saha var. Giriyoruz, bir top rica ediyoruz ve tek pota basketbol oynuyoruz. Güzel oluyor.

Sonra çıkıyoruz plak bakmaya gidiyoruz. Ben birbirinden acayip dört 45’lik buluyorum, Topesto da Gazebo’nun ‘I Like Chopin’ini alarak günü taçlandırıyor.

Tünel’de pikap bakıyoruz, kitapçı geziyoruz, bu arada tesadüfün iğne deliği denebilecek bir şey oluyor ve tamı tamına dört gitarist arkadaşımızla birden karşılaşıyoruz.

‘I Like Chopin’in aslında süper ‘cover’ yapılabileceği üzerine başladığımız geyiğin bereketli olacağına inandığımız bir anda, Balık Pazarı hareketlenme aşamasındayken Nevizade’nin minik tabureli birahanelerinden birine oturuyoruz.

İki bira arası grup kurmaya karar veriyoruz fakat tek problem benim bir şey çalamıyor olmam.

Plaklarımızı dinlemek üzere dağılmak üzereyken günün böyle huzurlu bitmesine içim el vermiyor ve ‘Hani geçen gün diline takılan ve hayatını zehreden şarkılar üzerine konuşmuştuk ya’ diyorum, ‘Eeeeee?’ diyor tırsarak, tek cümleyle göçertiyorum elemanı: ‘Ha, yok bir şey sadece Kiziroğlu Mustafa Bey diyecektim...’

‘Hastasın’ diyor, ‘ehehe’ diyorum...
Yazarın Tüm Yazıları