İçki mevzuu

"İSTANBUL Üniversitesi Alkollü İçecekler Fakültesi..."

Mesela yani.

Olsa, fena olmaz.

Sahiden de içki konusu "Eğitim şart" dedirtecek hale geldi.

Gazeteler, dergiler, dört koldan çalışıyorlar gerçi... Eğitici, aydınlatıcı ekler çıkarıyorlar falan... Kitaplar basılıyor... Fakat içki konusu bir derya.

Vay be!

Nereden nereye geldik, düşünecek olursanız...

İçki, akşamcı erkeklerin kuru fasulye pilav, kıymalı patates, uzatmayayım ve de ne varsa onun yanında çay bardağına doldurup içtiği rakıdan ibaretti bir zamanlar.

Şarapsa sadece "şarapçı"larındı.

"Şarapçı" ise bugünün "tinerci"sine tekabül ediyordu adeta.

Ritüel falan bilmezdi kimse.

Fakat zorlayacak olursak, akşamcıların sofraya oturmadan bugünkü Gaffur pijamalarını giymeleriyle, şarapçıların yaktıkları çalı çırpının başına toplanmaları ritüel sayılabilirdi.

Sonra bir viski modası çıktı ki sınıf atlamak isteyenler için hızır gibi yetişti de diyebiliriz.

Viskinin gelişi, erkeklerin, göğüs kıllarının altın zincirle, küçük parmaklarının ise taşlı yüzükle tanıştığı günlere denk gelir. Bu yüzükler ile zincirlerin promosyon olarak viski şişesinden çıktığını bile düşünmüşümdür hatta.

İçki diye bildiğimiz bunlardı işte.

***

Sonra ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum "içki kültürü" diye bir şey icat oldu. Ve neredeyse hepimiz, durduğumuz yerde, birdenbire, bir konunun cahili olmuş olduk!

Bir kısmımız ışık hızıyla "kültür"ü kaptı gerçi. Fakat çoğumuzun hálá tek bildiği kırmızı şarabın etle, beyaz şarabın balıkla içilmesi gerektiği ki o da doğru değilmiş meğer.

Şarap dile gelse, "Beni bir tek sen anladın ama yanlış anladın" diye dalgasını geçebilir her birimizle.

Dediğim gibi, hakikaten içki konusu bir derya.

Hangi içkinin hangi bardakla içildiğini öğrenirseniz, bardakları neresinden, hangi parmaklarınızla kavrayacağınız hususu var.

Sonra mekán ve zaman meselesi var. Her içki her yerde içilmez, her saatte her içki içilmez!

Bunu da öğrendiniz diyelim, eşlikçiler sorunu çıkar karşınıza.

Hangi içkinin yanında ne yenir?

Misal "meyve" deyip geçemezsiniz. Elmanın yakıştığı içki başka, üzümünki başka.

Her içkinin ayrı altlığı, üstlüğü var bir de. Yani rakıdan önce ne yerseniz ya da şarabın üstüne ne içerseniz mideniz durumdan memnun kalır.

Sonra, birbirinin arkasından içilebilecek ve içilemeyecek içkiler mevzuu var.

Netice olarak bir adaplar silsilesinden bahsedilebilir.

Ve bütün bunların üstüne masadan dimdik kalkma tavsiyesi, iddiası, gereği, şusu busu var.

İçkicilerin en övündüğü şeydir... "Oturduğum gibi kalkarım içki masasından."

Ben de bunu anlamam işte!

Onca hengámeden sonra masadan oturduğum gibi kalkacaksam kola içerim. Hem tadı hepsinden güzel, hem insanı mahcup edebilecek seremonisi yok.

Onca ezber kıyamet, diyete ihanet, karaciğere melanet, belki siz sağ inançlar selamet... Fakat hiç yalpalamadan, birazcık bile saçmalamadan, azıcık olsun dağıtmadan oturduğumuz gibi kalkacağız masadan öyle mi?

Tuhaf olan budur esas!

Benden size yılbaşı öncesinde bir tavsiye...

Attığınız taş, ürküttüğünüz kurbağaya değsin!

MIŞ-MUŞ

Dünyaca ünlü kalp cerrahı De Bakey, aort damarı onarıldıktan bir yıl sonra, 97 yaşında görevinin başına dönmüş.

Demirel’in siyasete dönmesinden korkuyorsunuz ama hiç olmazsa hayati tehlike arz etmiyor hiçbirimiz için.

*

Bülent Ersoy, "Yeni yılda uzun boylu bir beyefendiyle evleneceğim" demiş.

Düğün nikahtán önce mi sonra mı? Yani uzun boylu beyefendinin sünnet düğünü.
Yazarın Tüm Yazıları