GeriSeyahat Hüzünlü bir tango eşliğinde Buenos Aires
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Hüzünlü bir tango eşliğinde Buenos Aires

Hüzünlü bir tango eşliğinde Buenos Aires

Buenos Aires - Bugün perşembe. Temmuz'un ilk haftası içindeyiz. Buenos Aires'te Kutup'tan geldiği söylenen buz gibi bir hava var. Oysa şimdiye kadar, burada kışın ortasında olduğumuz halde, havalar oldukça iyiydi. Sanki geç kalmış bir güz mevsimini yaşıyorduk. Gerçi Buenos Airesliler kış ortasında bu kadar güzel havanın pek de olağan olmadığını söylüyorlardı. Ne zararı var! Bizim burada kalacağımız günler sayılı. Onların da güzel bir havada geçmesinde bence hiçbir mahzur yok.

Buenos Aires, İspanyolca'da ‘‘güzel havalar’’ demek. Belli ki, bu güzel havalar buraya ilk gelen İspanyollar'ı da mahvetmiş! Yoksa 16. Yüzyıl'da gemicilerin, koruyucu azizelerini anarak şehri ‘‘Güzel Havaların Santa Maria'sı’’ diye vaftiz etmeleri düşünülebilir miydi? İspanyollar bir süre sonra Azize Maria'yı unutmuş ve kenti sadece güzel havaları ile anıp ‘‘Buenos Aires’’ olarak adlandırmışlar.

Kutup soğuklarını böyle bir yere yakıştıramamanın nedeni, bu anlattıklarım. Aslına bakılacak olursa, biraz da soğuk hava gerekli kentli insana. Havalar hep iyi olsa, Buenos Airesli güzel kadınlar kendileri kadar güzel kürklerini nasıl giyerler? Karım kutup soğukları gelmeden önce sokakta kürkle dolaşanları çok garipsemişti. Kimbilir belki de kürk burada önemli bir statü sembolü. O yüzden biraz yerli-yersiz giyilmekte.

Kürk konusundaki kuşkularım, cep telefonuna gelince bütünüyle ortadan kalkıyor. Parası yeten-yetmeyen hemen herkesin elinde, cebinde, çantasında bir mobil telefon mevcut. Doğrusu Buenos Aires ile İstanbul arasında böyle bir benzerlik bulabileceğim daha önce hiç aklıma gelmemişti. Burada bana İstanbul'u hatırlatan bir başka şey de bizdeki yerli arabaların tıpkısının aynılarını bolca görmek oldu.

OPERA VE YOKSULLUK

Buenos Aires'in birbirini dikine kesen caddeleri kente ilk bakışta bir Kuzey Amerika havası veriyor. Ancak benzerlik burada başlayıp burada bitiyor. İlle de bir başka benzerlik arayanlar için, burada Amerikan Doları'nın bir süredir resmi para olduğunu söyleyeyim. Arjantin parası ile Amerikan parası birbirine eşitlendiği günden beri her iki para da eşdeğer biçimde piyasalarda kullanılmaya başlanmış. Birkaç aşırı milliyetçi dışında -ki, onlara ben hiç rastlamadım, sadece kitaplar öyle yazıyor- Amerikan Doları'nın gündelik kullanımına itiraz eden de yok.

Bütün bunlara karşılık, hep görüleceği zannedilen Hispanik-yani İspanyollara ait- karakter de o kadar vurucu ve baskın değil. Kent, daha çok Avrupa'nın Latin Amerika'daki bir uzantısı gibi. Böylesine bir görünümde biraz da buradaki göçmen nüfusun karmaşıklığı yatıyor. Buenos Aires'te ciddi bir İtalyan nüfusu var. Hatta bunların konuştuğu İtalyanca-İspanyolca karışımı bir dil bile mevcut. Ayrıca İngilizler, Almanlar, Fransızlar da önemli gruplar. Her birinin bankasından kültür merkezlerine kadar kökenlerine ait kurumları yer alıyor kentte. Daha az sayıda olmakla birlikte, Polonyalı, Rus, Portekizli ve Suriyeli gruplar da nüfus içinde adı sayılan topluluklar. Suriyeliler ile onlardan daha az olan Lübnanlılar ve Ermeniler, hep birlikte ‘‘Türkler’’ olarak anılıyor. Şimdiki Cumhurbaşkanı Menem de bu nedenle ‘‘El Turco’’ diye tanınmakta.

Bütün bu insan karmaşası Buenos Aires'i bir Latin Amerika kentinden çok, Avrupalı bir şehre benzetmekte. Kent halkının belli bir kesiminin yaşama biçimi de zaten diğer Latin Amerika kentlerindekinden farklı bir havayı yansıtıyor. Libertador Oteli'nin işbilir kapıcısı sayesinde zorla da olsa bir bilet bularak Verdi'nin ‘‘Requiem’’ini dinlediğim Teatro Colon, Avrupa'da bile eşi az görülür güzellikte bir opera binası. Buenos Aires'ten başka kaç Güney Amerika kentinde böylesine bir mücevher güzelliğinde bir opera binasına ve operanın gişeleri önünde sabahın kör saatlerinden itibaren uzun kuyruklar oluşturacak bir meraklı kitlesine rastlanabilir? Böylesine bir şey ancak Borges'in hayal dünyasında varolabilecek türden bir durum. Oysa Teatro Colo da, kapısının önünde kuyruk yapan opera meraklıları da, en az Borges'in kendisi kadar gerçek.

Buenos Aires'te en az bunlar kadar gerçek olan bir başka şey de yoksulluk. Havaalanından kentin merkezine gelirken önünden geçilen semtler, dışavurmuş bir yoksulluğu yansıtıyor. Çoğu tek veya birkaç katlı derme çatma evlerin oluşturduğu bina ormanında bir estetik kaygı bulabilmek çok zor, hatta imkânsız. Aynı yol üzerinde zaman zaman rastlanan çok katlı apartmanlarda bile tevazuyu aşan bir sefalet damgası var. Otoyolu hızla geçerken sağda gözüme çarpan bir reklam panosu, insanda garip bir duygu uyandırıyor. Visa kartının erdemlerini anlatan panodaki smokinli erkek ile saçı yapılı, hoş giyimli ve mücevherlerini takıp takıştırmış bir biçimde tebessüm eden kadın buralara ne kadar yabancı.

YÜREĞE SESLENEN MÜZİK

Latin Amerika'nın başka yerlerinde yoksulluğun daha çok yerlilere ve melezlere ait olduğu söylenir. Buenos Aires'te yerli yok. Dolayısıyla melez de yok. En azından ben rastlamadım. Dün bize küçük bir kent turu yaptıran rehberimiz, atalarının birkaç yüzyıl önce bunların kökünü kazıdığını, hiçbir pişmanlık duygusunu yansıtmayan bir biçimde söyledi. ‘‘Orilla’’ denilen kentin bu varoşlarında oturanlar da kendisi gibi beyaz ırktan Avrupalılar. ‘‘Orilla’’larda oturan ‘‘Orillero’’lar sadece kentin banliyö semtlerinde oturmuyor. Eski limana yakın kent merkezine çok yakın semtlerde ‘‘ağız’’ anlamına gelen ‘‘La Boca’’da da yoksul İtalyan göçmenlerinin silinemez izleri duruyor. Bunların çatısı oluktan yapılmış ve duvarları alacalı bulacalı renklere bulanmış teneke evleri hâlâ dimdik ayakta duruyor ve daha kötüsü, bu evlerde oturmaya devam edenler var. Zengin limanlarının -Buenos Aires'te bunlar ‘‘porteno’’ diye anılıyor- oturduğu semtler ile ‘‘orilla’’ların arasında gözle görülen, olağanüstü geniş, büyük ve şık bulvarlar. Gözünüz yerine yüreğiniz ile bakacak olursanız, bu semtler arasında aşılmaz kale duvarları bulunduğunu fark etmemeniz imkânsız.

Birçok büyük kent gibi, Buenos Aires'in de hüzünlü yanı, burada gizli. Bu gizi biraz açabilenler, kentin en ucuz fahişelerinin yaşadığı yerlerde doğan bir müziğin, tangonun bestecileri -ve bir ölçüde de söz yazarları- olmuş. Buenos Aires tangosunun kulaktan çok, yüreğe seslenmesi belki de bundan...

İçinde çok kısa yaşanan bir kenti keşfedebilmek elbette çok zor. Yazının sınırlarına geldiğim, hatta bu sınırları iyice zorladığım bir sırada fark ettiğim o ki, az sayıdaki izlenimi bile bir yazıya sığdırabilmek ise benim öyle kolay başarabileceğim bir iş değilmiş. Üstelik benden beklenen asıl işi, yani yemeklerden ve içeceklerden söz etmeye hiç fırsatım olmadı. O yüzden gelecek yazıyı da bu kente ayırmam gerekecek. Bundan sıkılmayacağınızı ummaktan başka bir tesellim de yok. Hüzünlü bir kentin, yüreği zaten hüzünle dolu bir yazarı böylesine sarıp sarmalamış olması, belki de bu durumu affettirecek biricik neden sayılmalı.

False